21 Eylül 2010 Salı

KUR’AN’A GÖRE NAMAZ VAKİTLERİ

Hud 114: Ve ekımıs salate tarafeyn nehar ve zülefen minel leyl innel hasenati yüzhibnes seyyiat zalike zikra liz zakirın.
Ayette geçen kelimelerin teker teker anlamlarına bakalım:
“Ve”=Ve “Ekıym”=İkame edin, (kredinizi) yerine koyun.
“Salât”=NAMAZ (burada dua anlamında değildir. Çünkü salât kelimesi ekıym ile birleştirildiğinden kılınan namaz anlamına gelir)
“tarafEYN”=İki tarafında
“Nehar”=Gün ışığının, gündüzün (Günün iki yanında iki vakit namaz var)
“Zülefen”=Akşam surları, akşam inişi, akşamın siyahlaşması, zülüfler, saçların bırakılması, siyah saçların açılması, saçın sarkması. Mesela perde perde inmek ya da saçın yastığı kaplaması. “Zülüf” ise genelde “ALINA” dökülen saçlara denir.
“Zülefen minel LEYL”, geceye doğru ESMERLEŞME.
“LEYL”=GECENİN (üçüncü vakit namazın) GİRİŞİ (Ak ve kara ipliğin ayırt edilememesi anı)... Ve TA ki, aynı biçimde "ak ve kara ipliğin" ayırt edileceği SABAH’a kadar olan TÜM GECE vakti.
Zülefen ve Zülüf kelimeleri aynı kökten olup Zülüf kelimesi ALINA dökülen saçlara denir. ALIN burada ak bölge ya da beyaz bir sayfayı temsil etmektedir. Nitekim başımızda, saça yakın olan ve yüz ile saçımızı ayıran, kılsız sınır bölge alnımızdır. Aynı mantıkla saçların alına dökülmesi-alnı kaplaması ise beyaz bir sayfa üzerine yazılan yazı ya da beyaz bir sayfa üzerine dökülen mürekkep olarak da alınabilir. Dolayısıyla ayetin gerçekte anlatmak istediğine uygun olarak, zülüf-zülefen’in ne anlatmak istediği ile ilgili olarak şu şekilde bir çıkarım yapılabilir:
Alın=Ak bölge ve Zülüf teli=Kara iplik olmak üzere "Ak iplik ile kara ipliğin ayrılması" ya da Alın=Beyaz sayfa ve Zülüf=Yazı karakteri olmak üzere “beyaz bir sayfa üzerindeki yazı karakteri” olarak tercüme edilebilir.
14 asırdır hiçbir müfessirin ve Âlim geçinen fukahanın bu kelimelerin anlam açılımlarından bile haberleri yoktu. Kaldı ki bu “Zülefen” kelimesinin en en en basit yorumuydu. Daha aynı kelimede 6 DERİN anlam saklıdır. Müfessirler ise “Zülefen” kelimesini “Günün ilk saatleri” diye tercüme ederler. Yukarıda kelimelerin Arapça karşılıklarına ve kelimelerin anlam açılımlarına bakın bakalım öyle bir anlam açılımı bulabilecek misiniz? Üstelik unutmayalım ki her ayetin 7 anlamı vardır. Bir tek anlam verip de geri kalan anlamları hiçe sayan bütün müfessirlerin Cehenneme bir borcu vardır. 7 anlamı birden sunarsınız. O sofrada, o açık büfede herkes kendi zevkine düşen yemeği seçer. Ayrıca unutmatın ki, bir baş, bir hotoz, bir alın, bir perçem olarak tercüme edilen zülüf ile ALLAH’ın ayette gerçekte belirtmek istediği arasında çok fark vardır.
Ayrıca yukarıda verdiğimiz “ak iplik ile kara ipliğin ayırt edilmesi” durumu Bakara süresi 187. ayette de karşımıza çıkmakta ve yaptığımız açıklamaları desteklemektedir.
Bakara 187: …ve külu veşrabu hatta yetebeyyene lekümül hüytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecri sümme etimmüs sıyame ilel leyl…
Bakara 187: …Fecir vakti ak iplik kara iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin için sonra geceye kadar (ak iplik ile kara iplikten ayırt edilmeyince) orucu tamamlayın…
Şimdi yukarıda verdiğimiz kelimelerin anlam açılımlarından yola çıkarak Hud süresi 114. ayetin ne demek istediğine bakalım:
Elinizde biri siyah diğeri beyaz olmak üzere iki tane ip olsun. Bu iki ipi, kendi gözümüzle, şu “AK (beyaz)” diğeri “KARA (siyah)” dır şeklinde ayırt edebildiğimiz anda “ŞAFAK” başlamış ve fecr bitmiştir. Aynı mantıkla ve tersinerek akşama doğru da bu iki ipin hangisinin “AK” hangisinin “KARA” iplik olduğunu ayırt edemediğiniz anda ise "Gün yani akşam şafağı olan GURUP” bitmiştir demektir. Bu noktalar günün erken ya da geç saatleri değil; doğrudan GÜNÜN sınırlarıdır. (Alnın yüz ve saçı ayırması gibi bir bölge, bir zaman aralığıdırlar). Sınır ise çooook ince bir çizgicikten ibarettir. O çizgi ipinceciktir. Bir saniye bile sürmez. O bir AN’dır ve sınırdır. İncecik bir ülke sınırı gibi... Bunun “günün erken saatleri” gibi anlamları falan da olmaz... Yani o sınır noktada, GÜN BAŞLAR ve/veya BİTER. O bir saniyeye hangi akıllı tutup da  "GÜNÜN İLK SAATLERİ" diyebilir ki? Kaldı ki saatler dediğinizde birkaç saat anlamı vermiş olursunuz ki, o an saatler değil saniyeler mertebesinde bile değildir.
Ayet, vakitlerin girişini şu şekilde de ifade ediyor: Sabahleyin elinizdeki bir kitabı gün ışığıyla okuyabildiğiniz anda oruç, namaz ve GÜN vakti girmiştir. Sabah namazını kılabilirsiniz. Oruç başlamıştır, yiyemez-içemezsiniz. Aynı şekilde akşama doğru elinizdeki kitabı, gün ışığıyla okuyamadığız anda GÜN bitmiştir. Akşam namazı vakti gelmiştir. Orucunuzu açabilirsiniz, yiyip-içebilirsiniz diyor.
Günün İKİ KESKİN UCU "Ak iplik-kara iplik”=“Kitap okuya bilmek” ten geçer. Bunu saatler diye çeviremezsiniz. Çünkü Fecr’de açtığınız bir kitabı okuyamazsın. Çünkü ışık yeterli değildir. Diyelim ki saat (Atıyorum) 05.00 derken tam 05.00 ve 21. saniyede kitabı aniden okuyabiliyorsunuz... İŞTE GÜN o birkaç saniyede başladı… Akşam da yine aynı kitabı okuyamayınca GÜN BİTMİŞ OLACAKTIR... İşte bu vakitler günün iki keskin ucunu-sınırını belirtir. Bu iki keskin uç-sınır arasına gündüz vakti, geri kalanına ise gece vakti denir.
Özetle: “Ak iplik ile kara ipliğin ayırt edilmesi” şu şekildedir: Bulutsuz, açık bir havada ışığın-lambanın olmadığı bir mekânda, elinizde biri siyah diğeri beyaz olmak üzere iki tane ip olsun. Bu iki ipi, kendi gözümüzle, şu “AK (beyaz)” diğeri “KARA (siyah)” dır şeklinde ayırt edebildiğimiz anda “ŞAFAK” başlamış ve fecr bitmiştir. Yani sabah vakti girmiş, oruç başlamıştır. Aynı mantıkla ve tersinerek akşama doğru da bu iki ipin (bulutsuz-açık havada, ışığın-lambanın-ay, mehtabın yoğun olmadığı bir mekânda) hangisinin “AK” hangisinin “KARA” iplik olduğunu ayırt edemediğiniz anda ise "Gün yani akşam şafağı olan GURUP” bitmiştir demektir. Yani akşam vakti girmiştir, orucunuzu açabilirsiniz… Ayet, vakitlerin girişini şu şekilde de ifade etmektedir: Sabahleyin elinizdeki 10-12 punto bir kitabı, gözünüzün sağlam olması koşuluyla, gün ışığıyla (bulutsuz-açık bir havada, lambanın bulunmadığı bir mekânda) okuyabildiğiniz anda oruç, namaz ve GÜN vakti girmiştir. Sabah namazını kılabilirsiniz. Oruç başlamıştır, yiyemez-içemezsiniz. Aynı şekilde akşama doğru elinizdeki kitabı, gün ışığıyla okuyamadığız anda GÜN bitmiştir. Akşam namazı vakti gelmiştir. Orucunuzu açabilirsiniz, yiyip-içebilirsiniz diyor. Hâlbuki diyanetin saat sisteminde namaz yarım saat önceden girmekte ve oruç yarım saat önceden açılmakta, yani bozulmaktadır… İnanmazsanız, akşam ezanı okunduğunda havanın durumuna bakın…
Ayrıca Bakara 238. ayete göre gündüz vakti de kendi içinde iki bölüme ayrılır. Şimdi gündüzü ikiye ayıran sınır noktasını inceleyelim:
Bakara 238: Hafizu alessalavati vessalatilvusta vekuumu lillahi kaanitiym
Hafizu = Muhafaza edin/koruyun/gözetleyin/aman kaçırmayın.
alesselavati=Selatlarınızı (NAMAZ KILIN DEMİYOR. Çünkü ayette namaz anlamına gelen “Akımetüsselat” ibaresi yok). Ayette selat=salât vakit anlamına geliyor ve “hafizu alessalavati” ifadesiyle de vakitleri gözetin denmektedir. Peki, vakitler ne ile gözetim altında bulundurulacaktır. Tabiki ayette belirtilen, “vakitleri belirlemeye yarayan orta direk”  anlamına gelen “vessalatilvusta” ile… ves selatilVUSTA=Günün iki yanının ayıracı olan DİREK=Vusta, orta direk anlamına geliyor. Yani ayet orta direğe dikkat edin diyor. Ayrıca Vusta, MİLAT, bir şeyi ortadan ikiye kırmak gibi anlamlarada gelir. Yani MÖ, MS gibi (İÖ, İS veya...). Vustadan önce (VÖ) Vustadan sonra (VS) gibi...
Bakara 238. ayetteki her bir kelimenin anlamı yukarıda beyan ettiğimiz şekilde olmasına rağmen mealciler ayeti “Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah’a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın” şeklinde tercüme ediyorlar. SalatıVusta’yı “Orta namaz” diye çevirip, Allah adına büyük yalan uyduruyorlar. Hâlbuki SalatıVustaya namaz denilebilmesi için ayette “Ekımüsselat=Namaz kılın”  ya da öğlen namazı anlamına gelebilecek “salât el vasat” kelimesinin geçmesi gerekirdi. Bakın bakalım ayete, bu kelimeleri bulabilecek misiniz?
Gündüzün iki tarafındaki namazların vakitlerini, GÖLGE (Güneş) belirler. Ak iplik ile kara iplik ayırt edilince (Gölge en uzun olunca) sabah vakti girer. Bundan sonra gölge giderek kısalır ve öyle bir noktaya gelir ki o nokta da gölge direğin tam dibine düşer. İşte vakitlerin belirlenmesini sağlayan bu direktir. Bu nedenle ayette "SALATIVUSTA=ORTA DİREĞE DİKKAT" ediniz diyor. Yani ayette, “AkıymetüsSelat=namaz kılın” ya da öğle Namazı KILIN ve DİKKAT edin demiyor. Çünkü ayette “ikame” kelimesi yok. Tam tersine VASAT’tan (Ortalama, ortadan) türeme ve bizim çok iyi bildiğimiz ORTA DİREK=VUSTA kelimesi var.
Ayette geçen “SALATIVUSTA=ORTA DİREK” ile şu kastedilmektedir: Bir direği yere dikiyorsunuz. Bu direğin gölgesi, sabah güneş doğduğunda en uzun gölgeye sahiptir (bu durumda sabah namazı vakti girmiştir). Bu andan itibaren gölge gittikçe kısalmaya başlar. İşte bu direğin gölgesinin tamamiyle kısalıp dibine düştüğü, yani güneşin tam tepedeykenki-gölgenin en kısa olduğu bu duruma kadar geçen zaman gündüzün-günün bir yanını ifade eder. Yani gölgenin en uzun olduğu sabah güneş doğuşundan, gölgenin en kısa olduğu-güneşin tepe noktadaki durumuna kadar geçen zaman, gündüzün-günün bir vakti olarak ifade ediliyor. Bu vakit, sabah namazının kılınabileceği zaman aralığıdır. İşte bu noktada ayet diyor ki: O direğe dikkat edin. O direğin gölgesinin tekrardan artmaya başladığı an, gündüzün-günün diğer tarafının geldiğini, sabah namazının kılınabileceği vaktin bittiğini, öğlen vaktinin girdiğini belirtir. Bu şu demektir: Gölgenin tekrardan arttığı bu andan, güneşin battığı-ak iplik ile kara ipliğin ayır adilemediği-açık havada yazıların okunamadığı ana kadar öğlen namazı kılınabilir demektir. Yani ayet, mealcilerin belirttiği gibi namazlardan değil, namaz vakitlerinden bahsediyor.
Buna göre; "Günün iki tarafında/Taraf+eyn=Eyn eki GÜN=NEHAR'ı İKİYE bölüyor. Neye göre? Salâtı Vusta=ÖĞLEN DİKMESİNE göre... Eğer gölge gün doğumundan o vakte kadar direğin ötesine geçmemişse siz İKİ TARAFIN "Sabah" olanını kıldınız demektir (Fecr denen tan sökmesiyle öğlen gölgenin en kısa olduğu direğe kadar vaktin adı SABAH'tır). Sabah, Günün BİRİNCİ tarafı demektir. Gölge öteye geçti mi adı ÖĞLE oluyor ve günün İKİNCİ TARAFI olarak taa yeniden Güneş’in gitmesine kadar bu İKİNCİ TARAF namazını kılmış oluyorsunuz.
Furkan 45. ve 46. ayetlere göre “Namaz vakitleri” üzerinde biraz daha duralım: Ayetlerin klasik meali şu şekildedir: “Rabbini görmedin mi gölgeyi nasıl uzattı? Dileseydi, onu durgun yapardı. Sonra nasıl güneşi ona delil kıldık (gölgenin görünmesini, ışığa bağlı kıldık) Sonra (güneş yükseldikçe) gölgeyi yavaş yavaş dilediğimiz tarafa çektik.”
Ayetler aslında "Gölgeyi, kısaltıp, sonra yayıp uzatıyoruz, hala vakti anlamıyorlar mı?" şeklinde bir uyarı niteliği taşımaktadır. Gölge ne zaman en uzundur? Yanıtı Kur'an'da: Güneş’in tulu'su=Doğması sırasında (Eş-Şafak ve biraz öncesi FECR) ve sonra da ğurub=Garb batışında gölge en uzundur.
Bir kâğıda şimdi 180 derece olarak yatay bir çizgi çiziniz. Bu çizginin uç noktaları, gündoğumu ve gün batımını temsil eder. Bu uç noktaların arası ise GÜNDÜZ vaktini temsil eder.
Günün ortası=Vasat=Direk ne demektir? (Bakara 238. ayeti hatırlayalım).
Bir direği dikersiniz. GÖLGENİN EN KISA OLDUĞU o an VASATTIR. Ayet ne diyor? (Bakara 238) "SALÂTI VUSTA'ya dikkat ediniz"... Oysa öğlen namazı demesi için Salât el Vasat demesi gerekirdi. Niçin Vusta? Çünkü vusta beli kırılmış ORTA DİREK demektir. Fakirleştikçe fakirleşen anlamında… Bakara 238. ayet "Salâtı vustaya çok dikkat edin=Direğin gölgesinin dibine düştüğü O AN'a ÇOK dikkat ediniz" diyor. Yani öğlen namazı ile hiç bir ilgisi yok. Çünkü bu ayeti tümleyen (Bakara 238), tamamlayan ayet şu şekilde (Hud 114’e bakalım): Tarafeyn en Nehar, Taha 130’da da etraf en nehar şeklinde geçmektedir.
Taraf=Yan, Tarafeyn İKİ yan, Nehar=Gündüz. Tarafeyn en Nehar ne demek sizce?
Gündüzün iki tarafındaki iki namazı ne ayıracaktır? Çok basit. Bir GÖLGE, yani gölgenin en kısa olduğu o an belirleyecektir.  Gölge oluşturmak için gereken tek şey Gün ışığı ve bunun izdüşümünü alacak bir nesne. Biliyorsunuz, nesne olmadan gölge düşmez.
Günün (Şafak-gurup arası bir gündür) iki yanında, iki namaz kılmamız gerekiyor. İyi de bunu nasıl ayıracağız? Bu iki vakti neye göre ayarlayacağız?
Cevabı Kur'an'da, Bakara 238. ayete baktığımızda açıkça bize "Bir direk dikin, gölge doğu yönündeyse bu günün ilk namazıdır. Gölgeye dikkat edin, öteye, batıya geçtiyse, bu günün ikinci taraf namazıdır" diyor.
Buna göre günün iki yanında İKİ VAKİT namaz olmuş oluyor.
1. Sabahtan öğlene kadar olan,
2.Öğleden gün batımına kadar olan.
Gündüzün iki tarafı bu şekilde… Şimdi GECEYE YAKIN SAAT NEYMİŞ? Ona bakalım. Hud 114: Ekımıssalate=Namazı kıl, tarafeyin nehari=Günün iki yanında. Ve zülefen minel LEYL=BÜTÜN GECE BOYUNCA. Yani gecenin iki ucunda (Şafak ve gurup arasında) GEÇ SAATLER diyor. “Geceye yakın” falan demiyor. Yakını mealciler, sözde âlimler uyduruyorlar. Hadisleri doğru çıkarmak için Allah adına yalan uyduruyorlar.
Gündüzleyin iki vakit namaz var. Gündüz ise; tan ile günbatımı arasıdır. Gündüzün tam tersi olarak dünyanın karanlık yüzünde (Gece = Leyl) ise BİR TEK VAKİT var. Dolayısıyla Kur’an’a göre namaz vakitleri üç etmiş oldu! Nerede beş vakit? Gün batımı, gün doğumu, orta direk arasında ÜÇ VAKİT NAMAZ var. Böyle olmasaydı, şu an bile ŞİİLER ÜÇ vakit kılabilir miydi? Hacca gidince Sünniler de ÜÇ VAKİT kılmıyor mu? Neden acaba?
Namaz vakitlerinin daha iyi anlaşılması için Kur’an’ı referans alarak, açıklamalarımıza devam edelim:
24 saat bir gündür ve Gün (ekvatordaki gibi sabitleyelim) iki sönümlüdür:
1. Gündüz (Ekvatora göre fixlersek) 12 saattir.
2. Gece (ekvatorda yaşayanlara göre darasını alırsak) yine 12 saattir.

Bu ikisini ayıran şudur: Güneş ve gölgesi:
a) DOĞU'dan güneş doğarken ak iplik/kara iplik ayırt edilmesi veya alın beyazlığında bir zülüfün=saç telinin ayırt edilmesi veya bir gazetenin beyazı üzerinde yazılı siyah harfleri seçip okuyabildiğinizde Meşhud da denen FECR başlar. Bu noktada gece ve gündüz artık ayırt edilmiştir. Gündüz başlamıştır.
b) Bunun gibi ve bunun tersine Güneş batıya gitmiş ve ufukta gurup etmiştir. (Ufuk tastamam deniz ufkunun ardında kaybolmaktır, dağlar sayılmayacak yani yükseklik deniz seviyesi olan sıfır metre olacak). Yine ak ve kara ipliği ayırt edemez, elinizdeki kitabı okuyamaz olursunuz. (Elbette havanın bulutlu olması, dolunay ışığı, ev-sokak lambası vb. gibi istenmeyen şartları dışlıyoruz. Mesela hiçbir ışığın olmadığı bir alanda bu durumları test ediyor ve bu oluşumların zamanlarını tespit ediyoruz). İşte bu ikisinin (Şafak ve gurup) ayırdığı DÜNYA, kürenin gündüz ve gece yarıkürelerini belirlemiş olur.
Taha 130: Fasbir ala ma yekulune ve sebbıh bi hamdi rabbike kable TULU ışşemsi ve kable ĞURUBİHA ve min anail leyli fe sebbıh ve ETRAFEN nehari lealleke terda.
Şimdi, üç adet TULU (Başlama noktası) var:
1. Gün doğarken: Bunun belirteci şudur: Bir çubuk dikiyoruz ve fecri bekliyoruz. Henüz aydınlık olmadığından çubuğun gölgesi de YOKTUR. Derken günün ilk ışınlarının öncüleri çıkıyor. Gece siyahlıktan alacakaranlığa yani GRİYE dönüyor. (Alacakaranlığın gölgesinin GRİ yoğunluğu giderek seyrelip koyu griden açık griye döner ve gölgenin DOĞAL ve değişmez rengi sabitlenir).
GRİ şudur:
*Sözünü ettiğimiz alacakaranlığın (twilight) doğal rengi.
*Ve/VEYA her şeyin GÖLGESİNİN doğal rengi… Gölgeler gridir daima...
Kur'an’da pek çok ayette bildirilen GÖLGE ile anlatılmak istenen; değişmeyen sabit gridir. Biz çeşitli şiddette lambaların üst üste düşürülmüş, birbiri üzerine binmiş ve tonlama farkı olan koyu ve açık gölgelerinden değil; doğal GÜNEŞ'in verdiği sabit renk olan ve her yerde aynı renkte olan gölgeden söz ediyoruz.
Şimdi SABAH'ın TULU'su yani STARTI nasıl başlar?
Gecenin ağarmakta olan grisi içinde, diktiğimiz bir direğin/çubuğun gölgesinin gün grisinden DAHA KOYU olarak birden belirmesi. O çubuğun gölgesi o an EN UZUNDUR. Bundan daha uzun bir gölge daha yoktur. O en uzun gölge, EŞİTLENDİĞİ fecrin GRİSİ içinde onunla birleşmiş olarak beklemektedir. Ta ki fecrin grisi, çubuğun/direğin reel grisi olan GÖLGE'den ayırt edilene kadar...
Gecenin rengi ile gölgenin rengi aynıdır. Yani iki gölge bitişik/aynı şeydir. Ama bir AN gelir ki, birden direk upuzun gölge verir. İşte o anda GÜN BAŞLAMIŞTIR. (Ak ve kara iplik ayırt edilmiştir.)
2. Yukarıdaki TULU’nun tersine olan TULU durumunda ise; nesnenin gölgesini, batı ufkunda gurub eden gün ışığının yetersizliği, zaten giren işaya'nın (Leyl=gece başlangıcına işaya denir) kendi rengi koyulaşan gri olduğundan, çubuğun gölgesi doğal ve fiks olan gölgeden daha koyu olur ve bundan dolayı da nesnenin gölgesi yok olur. Bu durumda da artık gece başlamıştır.
1 ve 2. maddeler arasındaki tek fark, şafakta gölge BATIYA DOĞRU UZAMIŞ en uzundur; grupta ise DOĞUYA doğru yatmış olarak en uzundur. Demek ki her iki yönde de EN UZUN GÖLGE DEMEK, GÜN bitimi ve/veya başlangıcı demektir. (Ayetlerde "Görmüyorlar mı, gölgeyi yayıp uzatıyoruz/ Ondan gün ışığını çıkarıp yeniden onun üzerine griliği sarıyoruz”  denerek bu duruma dikkat çekilmiştir.  (Furkan 45-46)
TULU 1=ŞAFAK=EN UZUN GÖLGE=BATIYA YATMIŞ=FECR yerine MEŞHUD
TULU 2=GURUB=EN UZUN GÖLGE=DOĞUYA YATMIŞ=LEYL yerine (m)İŞAYA
Ekvatorda GECE GÜNDÜZ HEP EŞİT. Aynı saatte en uzun gölge başlıyor ve aynı saatte en uzun gölge bitiyor. GÜNDÜZ(leyin) tastamam 12 saat. Ayetlere göre iki en uzun gölge YATAY'dır. Peki, DİK bir gölge var mı? (Tabii burada duvara gölge düşürmekten söz etmiyoruz).
3. EVET VAR! Buna YATAY olmadığı için TULU yerine VASAT diyor Kur'an!
Yani Güneşin ışığının en dik gelmesi olan tulu haline VASAT denmektedir. Vasat=Average/Ortalama demektir. FARK ve FURKAN kelimelerinin aynı kökten olmalarına rağmen farklı anlamlara gelmeleri gibi VASAT ve VUSTA ta farklı anlamlara gelirler. Kökleri aynıdır, benzeşmekteler ama aynı şey değillerdir. (Katib ve kitabın da kökleri aynı ama aynı şey değillerdir).
Freak-fraction/farklılık-furkan/faruk kelimesi gibi AWASTAR da orijinal sanskritçedir. Avara diye yazarsanız, ORTALAMA almaktır. Avasta diye yazarsanız, bir yapıyı, kubbeyi, dev bir tapınağı tutan TEMEL/ANA DİREK'tir. Örneğin, SafinaDarya sriserendep avastaryi (büyük Geminin birçok direğinden EN UZUN olanı anlamında) Avastar'dan Average ve Wast diye iki türev çıkıyor. Bu ikincisi, Kur'an içinde yer alan 2000 kadar Sanksirtçe (Allah, Arapça olarak indirdiği Kur’an’a, bu 2000 kadar kelimeyi ekleyip Arap diline kazandırmıştır. Sanksirtçe kökenli olan bu kelimeler, Kur’an’ın indirilmesiyle Arap dilinde var olmuş ve Arapçaya mal edilmişlerdir. Ancak bu kelimeler Arapçaya Sanksirt dilinden girdiklerinden bu kelimeler ile ilgili gramerik özellikler de Sanksirt diline göre yapılmalıdır. Nitekim Sanksirtçe bütün dillerin atasıdır) olan dizge içinde VST olarak yaşıyor. (VaSaT ve VuSTa) ama ikisi aynı şey değil! Vasat ORTA+lama iken VUSTA=ORTA DİREK demektir. Burada ortak olan (common) ORTA kelimesidir. Fakat anlamlar başkadır. Biri ORTALAMA (vasati gibi) iken diğeri ORTA DİREK anlamına gelmektedir. Yani Mektub ne kadar Kâtibe ise ortalama da o kadar orta direktir. Bu bilgiden sonra şimdi SALATI VUSTA'nın ne anlama geldiğine bakalım. Ayette (Bakara 238) ORTA NAMAZI demiyor. Namaz (için) ORTA DİREK diyor. Bu orta direk neye lazım acaba?
En uzun gölgeler YATAY olarak günün 12 saatini belirliyordu. Şimdi bir doğru parçasını yatay olarak çizelim:
A ucu DOĞU olsun B ucu da Batı olsun. Şimdi buraya uzanmış gölgeler YATAY'dır. Buna bir orta direk çizelim (Yani bir dikme çizelim).
Ekvator üzerinden konuşalım yine:
Gün 06.00’da doğdu. (En uzun gölge, giderek kısalıyor.)
Gün 18.00’de battı. (En uzun gölge yerini işaya'ya bıraktı.)
İkisinin tam ortası 18-06=12.00 olup bu saat öğlen ezanının okunduğu saattir. (Ekvatora göre) Bunun iki yanında İKİ NAMAZ VAR (Etrafen ve tarafeyn). Tarafeyn'in sabahtan öğlene kadar olan namazını kıldın. İkinciyi (diğer tarafın/öğleden sonranın) girmesini bekliyorsun. Ama BU HASSAS olarak hangi saat, dakika ve saniye? Bir çocuk bile bunu akıl eder: Sabah en uzun gölge veren orta direğin üzerinde güneş yükseldikçe, gölge kısaldı. Öyle kısaldı ki (ekvatora göre) direğin tam dibine düştü, hatta hiç görünmez oldu. Gölgesiz oldu diyelim.
İşte günün iki TARAF(eyn)ını bu VUSTA(orta direğin) GÖLGESİNİN en kısa olması belirliyor. Eğer bu en kısa gölge, batıya doğru bir cm bile uzasa, "GÜNÜN İKİNCİ TARAF namazı girdi" demektir. İşte bu nedenden dolayı Kur’an “SALÂTI VUSTA'YA D İ K K A T” diyor. Hangi salât? O belli: Günün iki tarafındaki İKİ NAMAZ. Bak biri çıkmış, ötekisi giriyor demek istenmiş ayette. DİREĞİN ORTASINA ve de GÖLGESİNE dikkat demek istiyor. Zaten ayette Salât dediği TEKİL!  Neden,  çünkü birini sabahtan başlayarak kıldık.  DİKKAT ETMEMİZ GEREKEN ikincisinin girmesi, o yüzden TEKİL!
Ekvator'a gün ışığı sürekli DİK gelir. Bu yüzden oradaki ÖĞLEN'de bir direğin / çubuğun gölgesi, dibine çubuğun çapı kadar düşer ve görünmez olur. Ama bu ekvator için OLAN BİÇİMDİR. Diğer yarı kürelerde farklıdır. Bizim gibi kuzeyde yaşayanlara gelince, öğlen ezanının okunduğu saatte, diktiğin direğin gölgesinin tam dibine en kısa düşmeyip, biraz uzun kalıp öteye doğru yeniden uzadığını görürsün. Bunun nedeni dünyanın 23 derece kadar YATIK olmasıdır. Bu yatıklık ekvatorda fark edilemez. Ama bizim gibi daha kuzeyde fark edilir. O halde direği bulunduğunuz yerde dik saplamayacaksınız. Yani diyelim ki tam 12.00 de öğlen ezanı okunuyor. Sen o anda direği öyle bir eğeceksin ki, tam kısalmayan gölgeyi ekvatordaki gibi TAM DİBİNE düşürüp, VUSTA'nı bu biçimde sabitleyeceksin. Ertesi gün öğlen göreceksin ki, günün sabaha bakan yanı bitince, gölge tam dibinde ve en küçük biçimde olmuş.  Gölge DOĞUYA doğru bir cm uzadığı anda bil ki İKİNCİ TARAF namaz vakti girmiştir.
Bir istisna: Tam kutup noktasına gün ışığı ekvator gibi DİK asla düşmez. Yalar geçer. Yani yataydır. Orada zaten direk diksen de gölge ebedi hep uzundur, hiç kısalmaz. Bu nedenle kutuplarda 21 Mart 23 Eylül yasalarına tabii olacağız. Bu durumda gece ve gündüz eşittir ve her biri 12 saattir. Gece ve gündüz eşit olduğundan öğlen vakti de saat 12.00 de girmiş olacaktır.
VUSTA'nın yani günün en kısa gölge verdiği anın tersi de var: Bunun için gündüz dikmesini (SALÂTI VUSTA’yı) alın GECE yüzüne koyun. İşte o dikmenin bir tarafı bize farz olan üçüncü vaktin zamanıdır, diğer tarafı ise gecenin ikinci vustasıdır. (Üçüncü vakit namaz, tüm gece boyunca kılınabilir. Ancak, gece namazı kılmak isteyenler için; gece periyodunda da bu şekilde bir vakit tayin edilmiştir ki dileyen bu saatten sonra kalkıp istediği kadar gece namazı kılabilsin.) Dikmiş olduğumuz direğin gündüz en kısa gölge verdiği anın gece tarafında olan sanal uzantısına sanskritçe WİTR deniyor. Yani ekvatora göre geceleyin, gündüz VUSTASI'nın (saat 12.00) tam tersi olan saat 24.00’den itibaren dilediğin kadar VİTİR denen FARZ olmayan ama kendimize vacib kılabileceğimiz bir namaz kılabiliriz. (Daha açıklayıcı olması için şöyle bir örnekle açıklayalım: Diyelim ki; bugün gece namazı=vitr=teheccüd namazı kılmak istiyorsunuz. Ve de diyelim ki bugün öğle namazı için vakit saat 12.30’da girmiş olsun. İşte siz o gece namazını=teheccüd=vitr namazını kılabilmeniz için akşam namazını kılmış olmanız ve de gece saat 00.30’dan sonra herhangi bir saatte uykudan kalkmış olmanız gerekir.)
İsra 79: Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin.
Şuara 218: O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor.
Müzzemmil 2-4: Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt. Ya da bunu çoğalt ve Kur'an'ı tane tane oku.
Müzzemmil 20: Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir)…
Zümer 9: Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler."
İnsan 26: Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve geceleyin uzun uzadıya O'nu tesbih et.
Müzzemmil 6-7: Şüphesiz gece kalkışı, (kalp ve uzuvlar arasında) tam bir uyuma ve sağlam bir kıraata daha elverişlidir. Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var.
Secde 16: Onlar ibadet etmek için gece vakti yataklarından kalkarlar, Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.
Ayetler incelendiğinde “GECENİN BİR YERİNDE KALK” emri Resulullah içindir. Ama o “BİR YER” yani “VİTİR”  denen o zaman aralığı bizim için de geçerlidir. Kalkmak bizim için farz değildir. Ancak dilersek kalkıp namaz kılabiliriz. Öğlen vaktinin girdiği zamanın, gece periyodundaki adı Vitirdir. Yani öğlen namazı saat 13.02’de girmişse, gece 01.02’de vitir namazının giriş saatini temsil eder. Yani gece periyodu da bu şekilde ikiye ayrılmış oluyor. Biri gece yarısından önceki ve farz olan, öteki ise "Onlar gecenin bir yerinde kalkıp namaz kılsalardı, haklarında çok iyi olurdu" ayeti uyarınca VİTİR denen ve isteğe bağlı bir namazdır. Farz değildir. Dileyen kılar ya da hiç kılmaz. İsterseniz o saatte kalkıp sabah namazının girişine kadar 2 rekâttan istediğiniz kadar namaz kılabilirsiniz. 
"Gecenin bir yerinde kalkıp namaza dursalardı…" ayeti emir değil, DİLEK KİPİ dir. Yani serbestsiniz kılıp kılmamakta... İsterseniz gecenin bir yerinde kalkıp, dilediğiniz kadar namaz kılabilirsiniz (üç vakit farz yani emir kipidir). Ama dikkat ediniz günün iki yanında ve tüm gece olmak üzere üç vakit emrolunmuştur. Bu namazları kılmak mecburiyetindesiniz. Vitir olan namaz ise gece yarısından sonraya tehir edilmiş ve isteğimize bırakılmıştır. Ancak şunu da unutmamalıyız: Resulullah'a özgü olan, ona farz olan (O bu namazı kılmak mecburiyetindeydi) bu vitir namazını, biz kendimize farz kılamayız. Çünkü Allah, O’na şu şekilde sesleniyor:
İsra 79: Gecenin bir kısmında kalk ve sana mahsus olmak üzere namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.
Görüldüğü gibi O’na farz olan bu vitir namazını kendimize farz kılamayız. Çünkü ayet; “sana mahsus olarak” diyor. Eğer kendimize bu namazı farz kılarsak o zaman kendimizi de Resul ilan etmiş olur, sapıklığa düşeriz. Ancak her gün olmamak koşuluyla istediğimiz zaman kalkıp 2 rekâttan istediğimiz kadar namaz kılabiliriz. Hâlbuki Gelenekçiler, "Vitir vaciptir” diyerekten yatsının hemen arkasına bu namazı ekleyip, kendilerine bu namazı farz haline getirmişlerdir (Hâlbuki koşul gecenin bir yerinde kalkmaktı). Allah’a karşı yalan uydurup Allah’ın farz etmediği, söylemediği bir şeyi insanlara farz etmiş ve böylelikle de kendilerini, farkına varmadan tanrı ilan etmişlerdir.
Gecenin bir yerinde (mesela 01.15'den gün doğumu FECR'e kadar) kalkıp KEYFİ namaz kılın ama bunu alışkanlık yapmayın, ara verin, kolay dinin tadına varın. Bunun anlamı şudur: "Yarabbi üç vakitten ikişer rekât olan 6 rekât beni kesmedi, ben gönlümden gelerek, sana, 2, 4, 6, 8, 88, 888 gibi fazla mesaiden olmak üzere namaz kılacağım”. Kılın dostum kılın ama gündüz sakın ve sakın Sünnet namazı kılmayın, tanrınız ÇİFTLEŞİR. Allah bize "Gündüz mükellef olduğunuz işleriniz var. Allah sizi yormak istemez" buyurmaktadır, "Allah sizin için dini kolaylaştırmıştır, kolayınıza geleni okuyunuz." der.
"Gecenin bir yerinde kalk ve yalnızca sana ait olmak üzere namaz kıl". "Onlar gecenin bir yerinde kalksalar ve namaz kılsalardı ne hayırlı olurdu". Bir de, "Geceyi ikiye ya da üçe bölmeyi ve ibadet etmeyi" tavsiye eden birçok ayet bulunmaktadır. Şimdi bu ayetleri vitir namazı açısından inceleyip vitr namazı hakkında biraz daha bilgi verelim:
Müzzemmil 73:
2: Geceleyin kalk! Kısa bir süre hariç,
3: Gecenin yarısı ayakta ol yahut bundan biraz eksilt.
4: Yahut buna biraz ekle ve Kuranı ağır ağır, düşüne düşüne oku.
İşte burada şu var: 21 Mart ve 23 Eylül gece gündüz eşit 12=12. Yazın gün 16 saat gece 8 saat. Bu ayet YAZ için değil. Saat 21.00’ da ancak hava kararıyor, saat 03.30’da da aydınlanıyor. Hangi geceyi ikiye ya da üçe böleceksin, imkânsız? Dolayısıyla yazın vitir namazı kılınmayabilir. Ancak erken yatıp gece saat bir, iki gibi kalkanlar isterlerse yine vitir namazı kılabilirler. Ancak ayet uzun kış günlerinden bahsediyor. Nitekim Allah insanları zora sokmaz, Allah’ın dini biz insanlar için var. Hayatımızı kolaylaştırmak için, zorlaştırmak için değil. Ama kışın yani 23 Haziranın tersi olan 21 Aralıkta ise gündüz 8 saat günışığı var. Fakat gece koskoca 16 saat. 8 saat uyursak 4 saat de hobby takılırsak, geriye 4 saat daha kalır. Diyelim ki; 8 saat uyudum. Haydi, 10 saat uyudum, uykumu aldım mı aldım. Bir de TV’de iki saatlik bir film izledim oldu 12 saat. Kaldı dört saat? Bitmez tükenmez dört saat. İki saat bilgisayarda sanal gezdim Chat met, öff kaldı iki saat. Tamam, bir saat de gazete mazete okuyayım, kitap bakayım, yine bir saat arttı. O zaman kalkıp o bir saatte her biri iki rekâttan dilediğim kadar (222 rekât da olabilir) NAMAZ kılacağım. "Yarabbi, gündüzün iki yanında ve bir de gece 3 vakit x 2şer rekâttan farz olan namaz beni KESMEDİ. Namazı seviyorum, sen beni yormayasın diye, dini kolaylatasın diye namazı üç vakit ve ikişer rekât yapmışsın. Ama ben bu uzun kış gecesinde kılsam, dün kılmadım. Önceki gün ise şöyle 2 rekât, bir hafta hiç kılmadım ama bu gece uykum kaçtı ("Gecenin bir yerinde uyanmak" bu anlamdadır) şöyle ikişer rekâtta bir selam vermek kaydıyla 20 rekât namaz kılmak istiyorum desem kime ne?
Hâlbuki Gelenekçiler, Vitiri ne yapıyor. Hemen yatsıya ekle, git eve yat bakalım. Emir nedir? “GECENİN BİR YERİNDE UYANMAK" o halde yatsının ardında vitirin ne işi var.
Şimdi namaz vakitlerini İsra 78. ayetten yola çıkarak tekrardan ele alalım:
İsra 78: Ekımes salate li düluküş şemsi ila ğasekıl leyli ve kuranel fecr inne kuranel fecri kane meşhuda.
Şimdi ayetteki kelimelerin Arapça karşılıklarını inceleyerek ayeti yorumlamaya çalışalım:
Ekıymessalate=Namaz kılınız. Dulukl Şems=Günün başından, ilae=Arasında ğasekıl Leyli=Akşamın çökmesine ve Kuranel fecr=FECRE KADAR. Fecirde GÜN DEVROLUR ve ŞAHİTLİ bir namazdır (Şeytanların vesvesesi olan nötrinolar ile ilgili). Duluş, kaymak değildir, günün ufuk çizgisiyle YATAY olarak birleşmesidir. Günün ilk ışıkları bu andan itibaren gelir ve sabah vakti girmiş olur. Aynı biçimde,   akşama doğru güneş yine yatay pozisyona gelir, gece başlamış ve akşam vakti girmiş olur. Bu durum ise ayette, “Gasıy LEYL” kelimesiyle ifade edilmiştir.
Fecr, GÜNDÜZÜN İKİ TARAF NAMAZINDAN ilkinin BAŞLANGICIDIR. Yani sabah namazının başlama zamanıdır. Sabah vaktinin girdiği o an, güneş doğmadan önceki kısa andır. Kur’an’da ise "MEŞHUT" diye geçer, yani ŞAHİTLİ namaz. Melekler o anda devir teslimi yaptıklarından kılınan o namaza ve edilen dualara şahittirler. Bu nedenle sabah çok erken kalkılması ve sabah namazının o anda kılınması tavsiye edilir. Ayrıca sabahın o SABAİ vaktinde kalkmak çok iyi bir gün başlangıcıdır.
Kısa bir hatırlatma yapacak olursak: Akımetüsselat=Kalkıp kılınan namazdır (Ekymetüsselat da deniyor). Salâtı vusta= Öğlen direği (Salât burada vakit anlamına geliyor, NAMAZ anlamına değil). Yani gölgenin en kısa olduğu GÖSTERGE DİREK. Aynı direk sabahleyin de en uzun gölgeyi veriyor: Salâtı Fecr=DOĞU yönünde EN UZUN GÖLGE (Direğin gölgesi), yani sabah vaktinin girmesi.
Fecr denen sabah vaktinin girdiği o kısa anı şöyle anlatabiliriz: Gece bitiyor ve nihayet göstergemiz olan direğin GÖLGESİ birden görünür oluveriyor (Ak ve kara iplik AYIRT EDİLİYOR). Gölge ve ilk fecr ışıkları aynı renktedir: İKİSİ DE GRİ. İşte bu ANDAN itibaren AZ SONRA, Güneş’in DENİZDEKİ UFUKTA en tepe noktasını göstererek NOKTASAL ışıması ile MEŞHUT=Şahitli zaman bitiyor. Noktasal ışımayı, yazlıklarda denizde Güneşin batmasından anımsayınız. Dev bir kızıl küre oluyor ve ufuktaki sulara giriyor Güneş. Giderek de batıyor ve son bir kızıl pırıltı var. İşte o pırıltı ile yine AK ve KARA İPLİK ayırt edilemeyen o döneme kadar Salâtı işa (akşam ya da gece namazı da diyebiliriz) zamanı. Ancak gecenin İKİ TARAFI olmadığından sabah namazı gibi ŞAHİTLİ DEĞİLdir. Sabah namazının meşhut bölümü GÖLGE’nin geceden ayrılarak/sıyrılarak ortaya çıkması ile doğan şafak güneşinin (dağlar ardında değil, deniz ufkunda) ilk noktasal ışıması ile MEŞUT SABAH VAKTİ ortaya çıkıyor.

Şimdi yukarıda anlattıklarımızdan yola çıkarak ve Bakara 238. ayeti de kullanarak,  İsra 78. ayet için şöyle bir meal yazabiliriz: Ayette, Ekımüsselat=Namaz kılın diyor. Yani bildiğimiz anlamdaki namazdan bahsediyor ve arkasından da bu namazların vakitlerini sıralıyor. Ayeti incelediğimizde: Güneşin en yüksek (Öğle direği) olduğu yere kadar birinci vakit, sabah namazını. Sonra da onun arkasından güneşin battığı yere kadar ikinci vakit, öğlen namazını. Daha sonra da FECR=Gün ağarana kadar olan üçüncü vakit, akşam namazını belirtiyor ve bu namazların, zaman aralıklarını belirterek bu zaman aralıklarında namazlarımızı kılmamızı emrediyor. Ayrıca ayet, sabah namazına dikkat çekmektedir. Sabah namazının vaktinin girdiği o an, meleklerin devir teslimi olması nedeniyle, o anda kılınan namazın da şahitli olduğunu bildiriyor (Gecenin şerri bitmektedir).
Fecr denen o şahitli kısa anın bilimsel yönü ise şu şekildedir: Nötrinolar (tau nötrinoları özellikle) VESVESE veren özel ve entelijans bir özelliğe sahiptir. Cansız enerji gibi canlı enerji (Cin) olması nasıl doğal bir durum ise; canlı NÖTRİNO (Şeytan) olması da o kadar doğal bir postulattır. Güneşten çıkan cansız nötrinolar, Dünya’nın GÜNDÜZ olan bölümüne/kabuğuna çarpıyorlar. Madde ile hiç etkileşmediklerinden dünyanın içini saniyenin 25’de biri zamanda kat edip Dünya’nın öteki KARANLIK/GECE bölümünden DIŞARI çıkıyorlar. Aydınlık kabuğa OK YÖNÜ olarak “GİRDİ" biçiminde, öteki karanlık yarı küreden çıkması ise OK YÖNÜ GİRDİ değil “ÇIKTI” biçiminde oluyor. İşte şu amansız düşmanımız ŞEYTAN (canlı nötrino) bu doğa kuvvetine, zayıf nükleer kuvvetin ZAYIF NÖTR AKIMLAR denen bu Kurye  (carrier) dalgalara meşhur VESVAİLini yüklüyor. Yani vesvesesini (Nas süresini hatırlayalım).
Vesvese ile geceler bir tuhaf oluyor, suçlar daha çok işleniyor, insanlarda bir tür kurt adam hastalığı başlıyor. Gece korkutuyor ve daha çok günaha zorluyor. Paranoya (Kur’an’daki adıyla ZANN) bir VESVESE hastalığıdır. Yani VEHİM değildir. Cinler ve biz YÜKLÜYÜZ... Şeytanlar ise YÜKSÜZ. Ama bedenimiz denen kompleks yapıda iç içe tortul faz katmanları var. Bildiğimiz biyolojik ve mekanik bedeni izleyerek ikinci bir katman olarak Vital beden var. Bu biyosferde diğer tüm canlılarla kompleks yaşıyor.  Fakat ayrıca kendisi de bir ÖZ, yani ayrık kişilik olarak imza atıyor. Kirlian beden dediğimiz bu ikinci, enerji ve psikolojik bedenin şu meşhur ışıkları, galaksi gibi yanıp sönen ve sinir elektriği (Pion) ile doğrudan İLİŞKİLİ LED tipi ışıkları var ya... İşte onlar, bu Zayıf nötr akımları (Nötrinotic Vesveseleri) aktarabiliyor.
Formül çok basit: Neutrino>>>Neuron ilişkisi. Dışa duyumlu olan PİON elektriği aynı anda İÇE de UYUMLU olabiliyor.   Mimoza   (Küstüm otu)   gibi biyo-elektroplazmik bedenimizin ışıması şudur: NEFS denen GÖRÜNMEZ yapımız ile fizik dünya birbirine GİRİŞİM yapmışlardır. Yani o surronding ışıma (kirlian fotoğraflarında görünen) bir GİRİŞİM dalgasıdır ve nefsin göstergesidir. AMA NEFSİN KENDİSİ DEĞİLDİR. Nefs daha “Souptile”dir. NÖTRİNO gibi son derece saydamdır. Şeytanın YÜKSÜZ yapısı ile NEFSİN YÜKSÜZ YAPISI aynı olduğundan,  NEFSİMİZ, VESVESE denen bir radyo yayınını çok rahatlıkla alabilmekte ve bundan etkilenebilmektedir. Bu vesvese her nedense gün ışığında (ok yönü Güneş’ten Dünya’ya)  vesveseyi (Tau nötrinolarını) alıp emisyon ediyor. Ama gece tarafında yaşayanlar için ok=spin yönü ters. Bu vasfıyla da onu ABSORBE ediyor, soğuruyor...
Kur’an bu açıdan; geceyi yapabilen için tefekkür (FİKRA) yani bilim, bilimi beceremeyen için ise Kur’anı okuyup Allah’ı yâd etmek (ZİKRA) yani Subh (Tesbih) ve uyku+aile ile geçirilecek özel zamanlar (Çocuklar sizi özledi, bütün gün işyerinde idiniz. Sonra chat var, bilgisayarda özel işler var... İki rekât namaz var, hobiler de var vb.)  olarak değerlendirilmesini tavsiye ediyor.  Geceyi böyle değerlendirmek VESVESE almamayı sağlar.
Vesvese mekanizması: TOP quark >>>>>Taon nötrinosu>>>>>Muon nötrinosu>>>>>> son olarak da Elektron nötrinosu (Cinler sadece bunu algılarlar). Şeytan,  ANTİNÖTRİNO yerine NÖTRİNOYU kullanıyor. Bu çok önemli: Çünkü antinötrino ZAMANDA GERİ GİDER (Üçüncü bileşeni dolayısıyla zaman oku terstir). Şeytanın ZAMANI özeldir: alternatif akım gibi ÖNCE zamanda İLERİ gider (Biz gibi) SONRA ZAMAN OKU TERSİNE döner ve gençleşir. İşte bunu 12 saat arayla yaptığını söyleyebiliriz. Antinötrinolar zamanda geri gider... Nötrinolar da İLERİ,  bir ileri bir geri... İŞTE MEŞHUD=Şahitli MİSALi ayette bunun için verilmiştir. Nötrinolar GÜNEŞTEN geldiği için (Güneş ışınlarının % 7si Nötrino akımıdır) ve tam UFUK noktasında BİR TEK PIRILTI VERDİKLERİ için ZAMAN YENİDEN DÜZLEŞİYOR. Şeytanın eli kolu bağlanıyor (UNUTKAN OLUYOR, bize nasıl bir kötülük yapacağını hatırlamıyor). O dönüm noktasını hemen hemen vesvesesiz ve şeytansız geçiriyoruz, onun adı MEŞHUD namaz vaktidir.
Bir hanif olarak mutlaka o vakitte sabahı kılmaya çalışalım. Şeytansız yaşadığımız tek KISA AN o andır. Veya vesvesesiz yaşadığımız an... O saatte tüm akıl ve ruh hastaları bile çok sakindir. Doğa mahmurdur... Karaciğer tüm toksinleri atmıştır ve zindedir. Hücreler içi boş çuval olmaktan çıkmış gürbüzleşmişlerdir. İşte o mahmurlukta, hele bir de saba yelinde NAMAZ, hem de Meşhut namaz çok hoş olur. Tadını bilen bilir (Allah’ımızın adlarından biri Vacid=Vecd ve Huşu veren, kulunu kişisel Miraca götüren, kulunun ayağına tenezzül eden vb. Al-Vâcid bu anlama gelmektedir. Huşuyu ve hazzı, mutluluk denen iç konforu ve hazzı libidoyu bile bu isim bize vermektedir).
Böylece Bilim ve Kur’an ışığında vesvese ve de Vesvasil Hannas sırrını ortaya dökebiliyoruz. (Parabiology uyarınca). Vesvasil=Vesvese yükleyen, Hannas=Parabiyolojik (Biosferik) operatör... Biyosferin kendisi KURYE dalgadır. Ona mesajı yükleyen ise HANNAS yani BİLİNÇLİ bir varlıktır. O varlık gerek Cinlerden gerekse insanlardan olabilir (Nas süresini inceleyiniz)…
Şeytanın yapısı, nötrino ve vesvese hakkında bilgilerimizi biraz daha ilerletecek olursak:
Ayetlere göre, (Fussilet 11 gibi) Yer ve gök bitişik iken Allah onları üçe ayırdı. (Fetekna: Evren bir tek hidrojen bulutu ve yüksüz (0) iken, ayrıldı: Arz=Ayak basılan yer, madde ve fermionlar ile ışıyan fotonlar Semavat=Gökler yani ayak basılamayan her yer, enerji ve bozonlar yani ışımayan kuvvetleri taşıyan zımni, gizli batıni, virtüel foton, bozon, gluon, graviton vb. Ayrıca bir de "Yer ve gök arasındakiler" yani nötrinolar. Şeytanı oluşturan yüksüz esiri bir karanlık enerji… Işımayan ama vesvese veren bir karanlık madde, fotino'lar... Bu sonuncu zayıf akımın Kur'an'daki adı "Vesvasil Hannas"dır, "İster Cinlerden ister insanlardan olabilen vesvese veren kaynak"tır.
ŞEYTAN BİLE BİR SÜRE CENNETTE KALDI, ama "KİNİNLE GEBER, DEFOL LANETLİ, İN AŞAĞI, KOVULDUN" diye ayetleriyle aşağılandı. Gökler içinde (7 misli) bir tek birim yer=Arz olarak payımız var. (Bu yüzden, bilim adamları, görünen maddeyi 1 birim görünmeyeni ise 7 birim, yedi katı olarak Kur'an'dan habersiz olarak bile hesaplayabildiler. Çapına göre çevre oranı yaklaşık 22/7 oranıdır). Bir de yer ve gök ile arasındakiler kaldı. Onlar önce DİPOLE iki kutuba (İki doğu ve iki batı ayetleri) sonra QUADROPOLE=Dört kutuba (İki doğu ve iki batı) yönünde polarize oldular (Rahman suresi). İki kutuptan biri, oryantasyonu, diğeri oksidental yönlenmeyi üstlendi. Bundan birer çift daha ortaya çıktı: HANNAS dörtgeni: Doğru doğu ile Dogmatik doğu ve Batıl Batı ile Batıni batı!... Böylece insan cin ve bunlardan şeytanlaşmış iki tip (Dogma ve Batıl Hannas'ları) ile anti satanist=Şeytan karşıtı, Hanif (Doğru doğu=Ali İmran 104 ve de Batıni=Saklı Müslüman batılı=114 grubu) de ayrılmış oldu. "Minel cinneti ven nas=(Nas suresi, O şeytan ki, gerek cinlerden gerek insanlardan oluşur) ayeti gereği, bu kategoride olanlar, yer ve gök ile ARASINDA KALANLARI oluşturdu. Cinlerden Şeytanlara örnek, Süleyman (as)’ın cinleri olan İfritler (Euphrates=Fırat) dir. Allah, Cinler (Eksi ve artı yüklü pozitif, negatif enerji yapısı) içinden yükü sıfır bir ırk yarattı (Şeytan). Yüksüz nötrinolar, maddeyi=İnsanı, elektromagnetik olarak etkileyemez, çarpamaz, cinler gibi insana dokunamazlar.
Dikkat ediniz: Nötronlar'dan değil NÖTRİNOLARDAN söz ediyoruz. Bunlar tamamen hayalet gibi davranan ama belli bir rüzgârı olan dalgalardır (Bir nötron ile bir nötrino çarpışırsa, yerine proton ve elektron çifti açığa çıkar. Bu tür tepkime çok zayıf bir olasılıktır. Galaksi çapında bile bir kere ancak gerçekleşir.)
Nötrinoların maddeyle etkileşmeyen ezici çoğunluğu ise; zayıf etkili nötr akımlar, Nötrino rüzgarı= Kışkırtıcı vesvese dalgaları olarak bize etkilidir. Nötrinoların cansızını yüksüz elektron (0 yüklü) gibi düşünün. Yüklü elektronlar gibi size asla fiziksel bir etki verip dokunamazlar. Bir de ŞEYTANIN ana maddesi, emisyon kaynağı olan CANLI nötrinolar var ki, onun zayıf nötr akımları yeline Kur'an vesvese diyor. Evrenin % 97'si, Süpernovaların yarısı, Güneş ışığının görünmez  %7 bölümü nötrinolardan oluşur. Bunlar kaynaklarından dünyanın aydınlık-gündüz yüzüne ulaşırlar.  Yani GİRDİ'leri oluşur. Saniyenin 25’de biri bir zamanda, dünyanın içinden, çapını kat ederek, MADDE ile hiç etkilenmeden bir HAYALET gibi herşeyin, sizin ve benim içimden geçer ve dünyanın öteki yüzündeki gece yarıküresinden ÇIKTI olarak çıkarlar. Uzayda yollarına devam ederler ve evrenin sonsuzluğuna açılarak devam ederler. Nötrinolar, bizim Magnetosferde (Melei Ala) diğer yüklü parçacıklar gibi rafine edilip tutulamadıklarından, atmosferimize direkt girerler. İşte o anda "bu cansız Nötrino akımı, şeytan tipi Cin sınıfında ruhsal bir radyo yayınına çevrilir.
[Şeytanlar için gökler=Magnetosfer dışına çıkmak, Melei Ala'yı aşmak, Ay'a ve gezegenlere gitmek, Şıhab denen kozmik ışınlar nedeniyle yasaklıdır. Ayetler, "Şeytanlara gökten şıhab atmalar kıldık",  altta bizleri korumak için de "Göğü taşlanan şeytandan koruduk”.  Buyurmaktadır  (Cin süresi 8 ve Hicr 17-18 ayetlerini inceleyiniz)].
Biyolojik radyodan maksat şudur: TV stüdyosundaki yayınlar fotonlara çevrilir ve antenlere ulaşır. Fotonlar, doğaları gereği çarptıklarında elektron kopardıkları için, bu evimizdeki TV alcısında yeniden elektron taramasına çevrilir ve böylece yayını monitörlerimizden izleriz. Çünkü elektronlar eksi yüklüdür. Ama nötr olan bir tür elektron var ki, buna nötrino diyoruz, foton koparamadıkları için bizi fiziksel etkileyemezler. Ne var ki, bizde de KİRLİAN biyoelektromagnetik alan bedeni=Aura olduğundan, bu kez monitor bizim biyolojik ya da organik radyomuza transfer olur. Bizde bulunan ideoplazma bu akımları, tıpkı elektron koparır gibi, holoplazmaya çevirir. TV ve PS monitorunda gördüğünüz bu parlamalar Zn2S parlamasıdır. Tıpatıp bu parlamaya eşdeğer olan AURA'mız da Kirlian fotoğraf makinelerinde filme çekildiği gibi parmak ucunda ya da herhangi bir yerimizde parlamalara neden olur. İşte bunun yansısı ve yankısı bizdeki doğal VEİm=Vehmetme mekanizmamıza VESVESE diye transfer olur. Bunu aldınız mı, artık paranoid kaçınılmaz olur, zannetmeye, iftiraya başlarsınız. Tedavisiz olan paranoyalarda ise rastgele sokaktan geçen biri için "Bu benim düşmanım, beni öldürecek, o beni öldürmeden ben onu öldüreyim" der. Hatta hiç tanımadığı o masumu öldürür de... Eğer öldüremediyse, öldürmeye azmetmekten dolayı, tıpkı öldürmüş gibi "ÖLÜ KARDEŞİNİN ETİNİ YEMİŞ" olur. (Bakınız bu ve diğer ZANN=Paranoid ile ilgili ayetlere...)
Dünya'nın gündüz yüzünden giren (GİRDİLER) ve dünyanın içini hızla geçerek dünyanın arkadaki karanlık, gece olan yüzünden ÇIKTI olarak çıkan nötrinoların GİRDİ ve ÇIKTI spin ok yönleri terstir. Spinleri baş aşağı olduğundan GÜNDÜZ vesveselerden pek fazla etkilenmeyiz, ama dünyanın öteki gece yüzünden çıkarken çıktılar bize vehim, vesvese, kuruntu, korku vb. gibi olumsuz kışkırtıcı, tahrik edici etkiler ile ulaşmaktadır. Bu teşvik edici dalgalar, (GECENİN ŞERRİ ile ilgili ayetler gereği) çok etkilidir. Genelde Allah'ımız uykuyu bu şer saatlerine programlamıştır. (Programlamadır çünkü ayetlere göre Allah'ımız uykuda bizim canımızı almakta, dilerse SABAH serbest bırakıp yaşamamıza izin vermektedir. Uyku KÜÇÜK ÖLÜM, rüyalar KÜÇÜK AHIRET görüntüleridir).
Sabah vaktinin girdiği o an bir mıknatısın tam ortasının çekip-itmeyen yüksüz bölge olması gibi, YÜKSÜZDÜR. GİRDİ VE ÇIKTI'lar buraya hiç bir etki yapamaz ve Melei Ala melekleri, bu magnetosfer mıknatısının devir tesliminde, bu en güvenli bölgeye girmemizde bize büyük olanaklar sunarlar. Bu etkisiz, girdisiz-çıktısız,  mutlak emin bölgedeki devir teslim işine MELEKLER ŞAHİTTİR. Bu yüzden en erken Sabah namazı, Şahitli namazdır. Kesinlikle Şeytan yoktur ve sizin tek tanığınız Devir teslim (Gündüzü geceye devreden, yani nötrino girdi-çıktı) melekleridir. Bu denge içinde vesvese ortamı kalkar ve yine nötr olan (Nefsleri, cinsiyetleri vb. olmayan) melekler ile şeytani parazitsiz, vesvesesiz İDEAL ortam oluşur. Melekuti konversiyonlar (Holo-İdeo magnetik plazmik saf akımlar) ilham olur. Mahmurluğun (Sabai makam) ardından gelen zindelik, dinginlik, esenlik, çeviklik ile mutlulanırız. Nötrino akımının ya da vesvese rüzgârının durduğu en seçkin andır. Görevi, MELEKLER ve ŞEHİDLER, yani rahmani vibrasyonlar, titreşimler ele almıştır. Şeytanların şerri ve vesvesesi sabahın Saba rüzgârının Sabai Makamı ayazında birden huşu ile dolar (Devir teslim meleklerinin şehadeti ve ilhamları için sabah namazını mutlaka başlangıçta yani o vakitlerde kılmalıyız. Yok, kılmıyorsak zaten öğlen dikmesine=Salâtı Vusta=Gölgenin en kısa olduğu, direğin gölgesinin en küçük haliyle yere düştüğü, gün ışığının en dik geldiği saate kadar vaktimiz vardır. Sabah namazını o ana kadar kılabiliriz).
Buraya kadar Şeytan'ın yüklü, cinlerden bir yüksüz cin ırkı olduğunu, CANLI nötrinolardan yapıldığını, bu yüzden CANSIZ nötrinoları da "Vesvese" biçiminde organize edebildiğini biraz olsun anlamış olduk.
Nahl 98: Kur'an'ı okuduğun zaman, o kovulup taşlanmış şeytandan Allah'a sığın!
Şeytandan ve onun vesveselerinden korunmanın en iyi yollarından biri Euzü besmele çekmektir. Bu nedenle Kur’an okurken ve namazda okuduğumuz her ayetten önce Euzü besmele çekilmesi, Allah tarafından tavsiye edilmektedir. Nitekim "Euzü Billah, Bismillah!" der demez, sanki bir korunma kalkanı oluşur ve bırakın vesvesenin içinize girmesini, vesveselerin çarpıp geriye dönmesini ve şeytanın kendisini vurmasını sağlar.
Sabahın şahitli olması gibi şahitli=şehidli burc devirleri de vardır. Mesala Güneş BURÇ değiştirirken ARA BURCA girmesi böyle şahidli bir evre olup bu zamanlarda da GÖK kapısı açıktır. Bol bol dua ediniz. Bu ara burç devri geçene kadar DEVİRLİ/ŞAHİTLİ olarak kayıt altında olursunuz. Yılda bir kez olmak üzere ŞEHİDLİ/şahitli bir dönem daha vardır: Kadir gecesi! Ayrıca on iki ayın her birinin de bir ŞEHİDLİ GEÇİŞİ vardır. Gökteki dişli çark/vites kutusu böyle çalışıyor. Ve sabah namazı ise, 365 gün, bu işin ŞEHİTLİ Mir'acını üstleniyor. Günün önemli saatleri de vardır. Hani şu Gelenekçiler tarafından bize namaz olarak yutturulan, içinde zikr, tesbih ifadelerinin geçtiği ayetlerdeki zamanlar…
Rum 17-18: O halde tespih Allah için. Akşama erdiğinizde de sabaha erdiğinizde de...  Göklerde ve yerde hamd da O'na; gün sonunda da öğleye erdiğinizde de.
Nisa 103. Korku halindeki namazı tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Namaz, müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur.
Ayetler ve yukarıdaki açıklamalar ışığında şunu diyebiliriz: Kadir gecesinden 12 burç geçişine ve her sabah namazından günün SAYILAN TESBİH/ZİKR vakitlerine kadar birçok ŞEHİTLİ anlar bulunmaktadır. O zamanlarda mutlaka dua etmeli, ilmimizin artması için Allah’tan yardım istemeliyiz.
İsra 78. ayetteki  “kuranel fecri kane meşhude” ifadesinin açılımı ve önemi hakkında biraz daha bilgi verecek olursak:
Fecr, gündüzün hayrı'dır. Ve o ANda, sıfır şeytan etkisi vardır; Gecenin şerri bitmiştir! Bir kaç salise sonra yeniden vesvese başlayacaktır. O AN çok önemli! O ANDA Schrödinger'in Kedisi DALGACIK oluyor. Yani o saliselik dilimde bir ŞEHİDLİK kaçamak noktası bulunuyor. Meşhude=ŞEHİTLERİN kapısı… Fecr'in içinde bir yerde bir kaç saliselik dilim içinde saklı... Şehitler o kapıdan DÜNYA SİSTEMİNE dâhil olurlar. Ta “Leyl'in ğasekıl”ına kadar bu Dünya’da kalırlar. Bunu yapamayan şehidler de "Kehf" sürecinde beklerler.
Kur'an, vahy ahlinde önce Levhi Mahfuz’dan, 23 adet Kadir gecesine sevkedildi (Nüzul). Her bir ayet de her SABAH MEŞHUT (Müşahitli) saniyelerde SABA rüzgârına indirildi. Ki ŞEYTAN ve VESVESESİ'nden TAM FİLTRE EDİLSİN DİYE... Sonra ayetler gün içindeki TESBİH/ZİKR özel saatlere (Vahy inme noktalarına) dağıtıldı. Bu noktaların en başı ise öğleden sonra HİRA'ya inen ayet! O ayet, SABAH NAMAZI ile indirilmişti. Vahy bir sindirim/özümseme süreci olduğundan, ÇEVRİMİ öğleni bulmuştu. İKRA >>> HİRA. Hira, parçacık (Particle) yani KEHF sistemi. İkra ise dalgacık (Vibration). VAHY bir titreşimdir. Resulullah ŞEHİD edildi. Hira’da TAM BİR KEHF idi. Ve orada İKRA (Rakim, rakam ve SES dönüşümü yani vahy dekoderi) çalıştırıldı. Melekler "Rakim" ile konuşurlar. Âdem ise KEHF diliyle. Bunun dönüşümü için dekoder gerekli. Rakim ve Kehf'in birbirine (Matematik-geometrik biçem) biçiminde dönüştürülmesi gerekli. Resulullah ŞEHİD edilmeseydi MELEK görmezdi. İsra suresi bu anlama geliyor. İSRA >>> İKRA. Cibril (Zorlu melek, Allah'ın yaptırımcısı melek).
Necm Suresi:
7. En yüksek ufuktadır o.
8. Sonra iyice yaklaştı ve sarktı,
9. İki yayın beraberliği gibi, belki ondan da yakındı.
10. Böylece vahyetti kuluna vahyettiğini.
11. Kalp yalanlamadı gördüğünü.
12. Onun gördüğü şey hakkında kuşkuya düşüp onunla çekişiyor musunuz?
13. Yemin olsun ki onu bir başka inişte de görmüştü.
14. Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında.
15. O ağacın yanındadır sığınılacak bahçe.
16. O vakit kuşatıp sarıyordu Sidre'yi kuşatıp saran,
17. Göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı.
18. Yemin olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.
GÖRDÜ, en büyük delillerden birini GÖRDÜ; görmek >>> ŞEHİTLİK değil midir? Şahitlik, tanıklık... “Yemin olsun ki onu bir başka inişte de görmüştü”. Resulullah efendimiz o an ŞEHİD olmuştu! Muhteşem efendimiz! Şehid olduğu için İSRA ile Mir'ac'a gitti. Yani, oraya vardığında bize göre ÖLÜ ve aslında DİRİ idi. Çünkü asıl ölü, bu sanal matris âlemi (Hologramı) yaşayan biz, düş görenleriz. Biz ölüyüz, diri olan EBEDİ âlemde olanlardır. Ufak bir rüya görüyoruz. Buna ömür diyoruz. Ömür ise, HAYAT'ın, yani sonsuzluğun yanında sıfır bile değil! Dervişler (Yesevi ekolü) HAKLIYDI. Evren bir rüyaydı. Bir hayal. Bir hologram. Resim değildi ama üç boyutlu bir laser düşüydü. (Tasavvuf KAYNAĞINDAN çıkış ile haklıydı. Fakat onu şuara delileri dejenere ettiler. Ve de unutmayın ki, bir Hanif önce bilimle yontulmalı sonra dervişliğe adım atmalıdır. Tevazu sahibi olmalı, sevgiyi, dürüstlüğü, adaleti ve insancıl kimliği öne çıkarmalıdır. Tarikat, Marifet, Şeirat ve SAHTE Hakikat lafları etmeden, gururla YESEVİ'nin açtığı yolu, bilimin eşliğinde deruhte etmelidir).
Yukarıda namaz vakitleri ile ilgili olarak ele aldığımız Hud 114. ayet Gelenekçiler tarafından sırf hadisleri doğru göstermek adına çarpıtılmış, mealine eklemeler yapılmış ve bu şekilde beş vakit namaza delil olarak sunulmuştur. Şimdi Gelenekçilerin Hud 114’ü nasıl çarpıttıklarına bakalım:

Hud 114: Ve ekımıs salate tarafeyn nehar ve zülefen minel leyl innel hasenati yüzhibnes seyyiat zalike zikra liz zakirın.
Hud 114’ün klasik meali şudur: “Ve namazı kıl ve kıldır, gündüzün her iki tarafında ve gecenin zülfelerinde yani gündüzün başlıca değişme saatlerinin ikisinde ve gecenin zülfeleri, saçakları demek olan eteklerinde, gündüze yakın olan saatlerinde.
Gelenekçi yorum: “Zülef, Zülfe'nin çoğuludur ve Arapça'da çoğul en az üç sayıdan oluştuğu için bu âyetteki ifadeden anlaşılan sonuç, ikisi gündüzün taraflarında, üçü de gecenin eteklerinde olmak üzere tam beş vakit namaz emredilmiş olduğu açıkça bellidir.”
Cevap: Öncelikle basit mantıkla bakalım: Gelenekçilere göre zülef, zülfenin çoğulu olup en az üç sayıdan oluşuyormuş. Peki, Gelenekçilere soruyoruz: Neden peki en az üç denmesine rağmen ayetin mealinde direk üç alınıyor? Neden zülef kelimesi 4, 5, 6 vb. vakit diye alınmıyor? Ayrıca ayette zülef kelimesine direk 3 vakit anlamı verilmesine delil nedir? Bu soruların cevabı yoktur. Çünkü Gelenekçiler, sadece Hadisleri doğru göstermek adına bu şekilde yalan-yanlış ifadelerle Allah adına yalan uydurmaktadırlar. Kaldı ki, Zülef "Zulfe"nin çoğulu olamaz. Çünkü Araplar, Kur’an’da geçen bir SANSKRİTÇE kelimeyi alıp, bunu kendilerine göre değiştirirler. Örneğin: Dünya, Sanskritçe bir kelime olup Hind-Fars dillerinin tamamında bulunmaktadır. Kur’an’da FİDDÜNYA şeklinde geçmekte olup ARAPÇA değildir. Allah, bunun gibi yaklaşık 2000 Sanskritçe kelimeyi Kur’an vasıtasıyla Arapçaya eklemiş ve bu kelimeleri Arapçaya kazandırmıştır. Ama Arap gramercisi bu tip kelimeleri Sanskritçe kabul etmeyip, bu kelimeleri kendi gramer kalıbına sokup, bu tip Sanskritçe kelimeleri Arap gramer mantığıyla yorumlamaya çalışır. Hele Kur'an'da da, kendi mantığına göre yorumladığı kelimelerin benzerini yakaladı mı, bunu delil sayar. Dünya >>> Denii >>> Edna gibi... Oysa Kur’an’da geçen bir kelime Sanskritçe ise, o kelime Sanskritçeye göre yorumlanmalıdır. Eğer o Sanskritçe kelimenin çoğulu yapılacaksa, o kelimenin Sanskrit GRAMERİNE göre çoğulu yapılmalıdır, Arap Gramerine göre değil.
Örnek olarak: Ketebe (Mastar/Yazmak) Kitab/Mektub (Yazılan şey) kitaplar >>> ÇOĞULU >>> KÜTUBdur (Ketba değil!).
Buna göre: Zulef TEKİLDİR, ZULFE de tekildir. Bunun anlamını verebilmek için öncelikle İngilizce bilenlerden yola çıkalım: Sıvılar için: Some water/Any Water >>> BİRAZ SU... Ama SU TEKİLDİR burada! Onu sanki some/any kelimesi ÇOĞULUMSU yapmaktadır. Katılar için: A piece of (Bread gibi) ya da A lot of... gibi tek bir şeyi PARÇALAYAN, yani çoğul yapmayan (FULL veya ALL=Tamamı demeyen) kural Zülef ve Zulfe için de geçerlidir. Yani ÇOĞUL yapmıyor, sadece "BİR KISMINI" kesir olarak alıyor (“a piece of chalk” gibi). Kelimenin kökü=Zülf'dür. Zülf bir SAÇ bütününün, alına, yanağa düşen uzun perçeminin adıdır. Zulef (Zülüf) dediğinizde (Karacaoğlan şiirlerindeki gibi ela gözlü nazlı dilberin, hotozlarından dışarı çıkan perçemler) bunun Türkçe’deki karşılığını zaten anlıyorsunuz. Bir tutam saç, bir tutam tuz gibi. Zulfe ise kendisi ZÜLFİ (Zülfü Livaneli, Zülfikâr gibi) APAYRI bir kelimedir. Yakından uzaktan Zülf/Zulef ile ilgisi yoktur.
Şimdi Zulef'in 7 anlamını verecek olursak:
a- Akşam sularının PERÇEMLENEREK günü bitirip geceyi başlatması. Akşam vaktinin girmesi…
b- Bu vakit günün İKİ TARAFINDA AYNI İŞLEVİ YAPAR: Tan ağarırken günün şuaları, şafak alacakaranlığı YİNE ZULEF'dir (Zulfe değil). Ayette hem ŞAFAK hem de GURUP (Günbatımı) zülf'leri verilmektedir. Sadece GECENİN HABERCİSİ OLMAYA MAL EDİLEMEYECEĞİNİ dikkatli bir Hanif derhal anlayacaktır.
c- Zulef saçınızdan koparılmış bir çift saçtır: Birisi siyah (Genç) diğeri ise ak/kır/beyaz yani ağarmış yaşlı saçı: Bu ikisini yanyana korsunuz: Ak ve kara iplik (Aslında saç) birbirinden ayırt ediliyorsa, artık SABAH NAMAZI VAKTİ girmiştir. Tersine eğer bu iki saçı (Ak ile kara ipliği) birbirinden ayırt edemiyorsanız, artık GECE NAMAZI VAKTİ başlamıştır. Namazı da ORUCU da bu ak-kara SAÇ'ın belirteçliği üzerine başlatır, ya da bitirirsiniz.
d- Zülef, orijinali olan Jüleva biçiminde yazıldığında "Şahidi-şurası olan mahkeme, jürisi olan" demektir. Çünkü kelime kökü itibariyle JÜRİ bulunmaktadır. Jüri ise hem bizdeki şura, hem de orijinalindeki gibi ŞAHİTLİ demektir. Sabah namazı özellikle burada ayrıntılanmıştır. O zaman AKŞAM ZÜLEF'inde şahitli namaz olan SABAH namazının ne işi var? Çünkü Zülfe'nin çoğulu ve dişisi olur: Zülfi, Zülfiye gibi... Ama Zulef'in çoğulu (Some tea, a piece of... Too much, more... daki  gibi) olmaz. Zulfe diyelim ki bir EKMEK ise, 2-3 ekmek olur. Ama Zülef bir ekmek ise, "A piece of bread" gibi, BİR PAYDANIN/bütünün zaten PAYI, bir kısmı, bir parçasıdır. Some Water nasıl ki çoğul olmazsa (The Some Waters denmezse) zülef de TEKİLDİR. Oysa buna Zulfe anlamı verdiğinizde, hem ÇOĞUL olur hem de günün ortasında bir kaç kez (Mesela ikindi'de) HAVA KARARMASI, sonra yeniden aydınlanıp tekrar kararması gerekir ki böyle bir şey görülmemiştir.
e- Daha ileri anlamlarda Zülef "Güneş tutulması" ve "Ay tutulması"dır ki, bunun sadece havanın ne kadar karardığı ile ilgisi var. Bir ölçüt olarak ayete aydınlanma birimi/lümen saklanmıştır. Gece ay olduğunda, sedef ışık verdiğinden ortalık görünür haldedir. Yani, ak saç ile kara saç AYIRT EDİLEBİLİR. Ama istenen bu değildir. İstenen AY'ın bulut arkasına saklanıp, karanlığın gerçek gücünü göstermesiyle kriter edilebilir.
f- Kutuplardaki magnetik ışımaya (Yalancı şafak denen) da Kur'an Zulef demektedir. Kutup noktasına gün ışığının ekvatordaki gibi dik değil; 180 açı derecesi yalayarak geçmesi nedeniyle ve de Dünya ekseni 23 derece eğrildiğinden 6 ay gece 6 ay gündüz olması hali ayette ayrıntılanmıştır (Bu konuya şimdi girmiyoruz).
g- Güneşin batıdan doğması yine Zulef'dir ve bu konumuzdan oldukça uzaktır. Ama ilgisi nedir, diyen için, kıyamet alametinden olan Güneş’in batıdan doğması 3 gün sürecektir. Güneş yeniden doğudan doğduğunda ise TEVBE KAPILARI kapanacaktır. O üç günlük alaca karanlıkta TEVBE için sürekli namaz kılınması ayette tavsiye edilmiştir (49 anlamının sadece 7 tanesini yazdım. Diğerleri gökbilimini, Kıyamet senaryolarını, bozonları, ışımayan gölge maddeyi, karanoktacıkları vb. içermektedir).
Gelenekçi yorum: Gelenekçiler, zülef kelimesine 3 vakit anlamı verdiklerinden ve bu zülef gece periyodundaki vakitleri belirttiğinden dolayı sabah namazının vaktini de gece periyodundaki bir vakit olarak kabul ederler ya da uydururlar. Bunu da haklı göstermek için şöyle bir şey uyduruyorlar: Gündüz namazlarının kırâetinde cehir (sesli okuma) meselesinde, sabah namazı gece namazlarından sayıldığı için...” güya sabah namazı, gece namazından sayılmalıdır.
Cevap: Böyle bir ayet yoktur: Her namaz, kendi fısıltını, kulağının duyacağı bir fısıltıyla okunur. Nitekim Kur’an’da İsra 110: De ki: "İster Allah diye yakarın, ister Rahman diye yakarın. Hangisiyle yakarırsanız yakarın, en güzel isimler O'nundur. Namazda sesini yükseltme, kısma da. İkisi ortası bir yol tut." Buyurulmaktadır. Sadece Resulullah'a ait olan ve yalnızca kendisinin kıldığı (kendisine farz olan gece namazı=vitr=gecenin bir yerinde kalkıp kıldığı), bize düşmeyen, farz olmayan (sakıt) olmuş namazda yüksek sesle (Cehren, açıkça) kıraat ettiği yani Kur'an okuduğu Siyer’de yer almaktadır. Üstelik şu not düşülmüş: "O esnada Resulullah'ın namaz mı kıldığı, yoksa namaz dışı Kur'an mı okuduğu, yoksa bir yeni ayet mi geldiğine ilişkin sahabe tartışma yaptılar" (Bunun için Müzzemmil 6’ya bakabilirsiniz). Sesli namaz kılmak EBU SÜFYAN/Emevi soyuyla peydah olmuştur. Namaz asla sesli kılınamaz, fısıltı şeklinde sadece kendi kulağımızın duyabileceği ölçüde sesimizi çıkarmamız gerekir. Sözde Resulullah namaz kıldırırken, Semiallahü limen hamideh" demiş,  Ebu Süfyan da"Rabbena lekel Hamd" diye bağırmış. Resulullah da dönüp, "Bunu beğendim, bu lafzı namaza alalım" demiş. Bir başka hadis de ise Allahüekber diye rükûdan doğrulan Resulullah'a Ebu Süfyan "Semiallahü limen hamideh" demiş ve ileride Muaviye'de imam olarak böyle namaz kıldırırken oğlu Yezid "Rabbena lekel Hamd" demiş-miş-miş. Resulullah niçin namazı bozup "Bravo sana Ebu Süfyan!" desin? O namazın halini düşünebiliyor musunuz? Ah şu maskara eğlencelik hadisler, ah şu iftira hadisler!
Gelenekçi yorum: "Tarafeyi'n-nehar’dan murad öğle ve ikindi vakitleridir.”
Cevap: GÜNÜN ORTASI >>> VUSTA (vasatlama, ortalamak için dikilen direğin gölgesinin EN KISA olmasıyla bulunur. İKİNDİ denen uydurma zamanın BİLİMSEL bir açıklaması var mı? Yoksa yine ASR suresiyle mi açıklayacaksınız?
Gelenekçi yorum: "Zülefen mine'l-leyl’den maksat da akşam, yatsı ve sabah namazları olmak lazım gelir ki…”
Cevap: Gelenekçiler, hadisleri doğru göstermek adına ayette ne yatsı, ne akşam ne de sabah namazı geçmemesine rağmen, meale bu şekilde bir anlam yükleyerek Allah adına yalan uyduruyorlar. Hâlbuki "Zülefen mine'l-leyl” ifadesinin gerçekte ne anlama geldiği önceki kesimlerde verilmişti. Tekrardan dönüp bakarsanız, hiçte Gelenekçilerin uydurduğu gibi bir anlama sahip olmadığını göreceksiniz.
Gelenekçi yorum: ”Böylece öğle ile ikindiye tarafeyi'n-nehar denilmesinin sebebi şudur: Sabah gündüzün kökü, güneşin doğuşundan öğleye kadar geçen vakit ise gövdesidir. Zevalden sonra öğle ile ikindi de, ta batıncaya kadar olan kısım da taraflarıdır.”
Cevap: UFAK AT CİVCİVLER YESİN! Günün tamamı, öğlen gölgesinin en kısa olduğu zamandan önce ve sonra diye İKİYE ayrılmış... İKİNDİ'nin bilimsel bir direği, gölgesi var mı? Hayır yok. Gelenekçiler, HERHANGİ BİR ZAMANA İKİNDİ demişler ve bu yalana devam ediyorlar. Kaldı ki, Gelenekçiler, ayetlerden yola çıkarak ne İKİNDİ için, ne de YATSI için bir zaman aralığı (Direk, gölge, geceyarısı gölgesi vb.)  verememişlerdir. Çünkü Kur’an’da bu namazlar olmadığı için, bu namazlar içinde tanımlanmış bir zaman aralığı yoktur.
Gelenekçi yorum: ”Şer'an de gündüz vaktinin sabah, öğle ve ikindi olmak üzere başlıca, üç bölümü, üç tarafı vardır.”
Cevap: Gelenekçiler, zaten yukarıdaki açıklamalarıyla, düşüncelerinin, inançlarının ŞER'AN, yani KUR'AN DIŞI, yani ŞERİAT olarak, yani HADİSLERE dayanılarak yapıldığını da itiraf etmişlerdir zaten!
Gelenekçi yorum: Nitekim bir başka âyette "Gündüzün tarafları" (Tâhâ, 20/130) diye gündüzün üç tarafından söz edilmiştir.
Cevap: BÜYÜK YALANCILIK: Tüm ayetlerde Etrafen (karşılıklı iki taraf/futbol iki takımla oynanır gibi) ve TarafEYN (İki taraf) şeklinde bir açıklama yapılmasına rağmen Gelenekçiler, meallerde hala bu ifadelerin üç vakit anlamına geldiğine ısrar etmektedirler. Ayetleri inceleyin bakalım. ÜÇ İFADESİ NEREDE? BULABİLECEK MİSİNİZ?
Gelenekçi yorum: Sabah namazı güneş doğmadan önce olduğu için, sabah ve akşam namazları "zülefen mine'l-leyl" in kapsamı içinde kalmış olurlar.
Cevap: SABAH NAMAZI GÜNEŞ DOĞMADAN ÖNCE DEĞİL; En uzun gölgenin ortaya çıkmasıyla yani, AK ve KARA İPLİĞİN ayırt edilmesiyle başlayıp, bu gölgenin; aynı gölgenin Öğlen bir direğin dibindeki EN KISA konumuna gelmesiyle biter. Gölge yeniden uzadığında ikinci GÜN VAKTİ girmiş olur.

7 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. YUKARDAKİ YAZIYI OKUDUĞGUMDA BU AYETİN MEALİ ŞÖYLE OLMALI İNŞAALLAH.

    HUD 114: Slatlarını (namazlarını) ikame et (kıl) !!! (NEHAR) gündüzün geceye yakın olduğu ve (ZULEFEN MİNEL LEYLİ) geceninde gündüze yakın olduğu (vakitlerinde*UÇLARINDA*) taraflarında. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Işte bu, öğüt alanlara bir öğüttür.

    ELBETTEKİ ALLAH EN DOĞRUSUNU BİLİR.

    YanıtlaSil
  3. İlginç ve güzel bir yaklaşım...Tebrik ederim

    YanıtlaSil
  4. Ayette selat=salât vakit anlamına geliyor demişsiniz. Bunu nereden çıkardığınızı yazmamışsınız. Uzun bir yazı olmuş. Herkesin yapması gereken bir vazifeyi bu kadar uzun ve felsefik bir şekilde karmakarışık hale getirmeniz sizin için başarı olabilir. Ben okurken yeni ve farklı bir yaklaşım diye okudum. Ama mealcilerin verdiği anlamları ayete bakın bakalım orada o kelime var mı? diye eleştirip, kendiniz salat=vakit anlamına geliyor diyerek eleştirdiğiniz duruma düşmüşsünüz. Selam ve dua ile

    YanıtlaSil
  5. İlginç değil tamamen haklı tek seferde kilabilirsiniz bir hadis te hz Muhammede kaç rekat namaz kılalim diye sormuşlar 50 demiş çok değil mi deyince 5 e bölün o zaman demiş. 5 vakit burdan gelmiştir. İsterseniz bir oturuşta kilin rabbimiz onuda Kabul eder insaallah

    YanıtlaSil
  6. Kuranda belli 4 VAKİT namaz var 3+1 asr yok ayetlerde diğerleri belli vakit girişi ve cıkışıyla gündüzün iki ucu sabah ve güneş batandan soraki zaman 2 namaz burda ve gece öğle gecenin ve gündüzün ortası bu kadar basit.

    YanıtlaSil