21 Eylül 2010 Salı

GELENEKÇİLERE GÖRE NAMAZ VE KUR’AN’A GÖRE NAMAZ

Gelenekçiler, Kur’an’da beş vakit namazın olduğunu göstermek için Allah’ın ayetlerini tahrif etmekten ve yanlış yorumlamaktan asla çekinmezler. Kur’an’da beş vakit namazın olduğunu göstermek için şöyle bir kandırmacaya gidiyorlar.

Güya, Kur’an’da ifade edilen “tesbih etmek” ile “secde etmek” aynı anlama gelir. Ve güya “Secde etmek” de “namaz kılmak” ile aynı anlama geldiğinden, Kur’an’a göre tesbih edebilmek için namaz kılmış olmak bir mecburiyettir. Bu şekilde, ayetlerde namaz ile ilgili bir ifade geçmese dahi, ayette sadece tesbih kavramı geçiyorsa o ayet, “namaz vakti” olarak algılanacak ve bu şekilde kendi mantıklarına göre beş vakit namazın Kur’an’da olduğunu ispatlamış olacaklardır. Hâlbuki namaz, kıyam+ruku+secde+kade’den oluşur ki, “secde hali” namazın şartlarından sadece bir tanesidir. Yani “secde etmek” namaz kılmak anlamına gelmiyor. Namazların bir vakti vardır, ancak secde etmenin ve tesbih etmenin bir vakti yoktur. Bu nedenle istediğiniz zaman, Allah’ın şanını yüceltmek, O’nun aciz bir kulu olduğunuzu belirtmek için secde edebilir, O’nu tesbih edebilirsiniz.

Şimdi namaz kavramına delil olarak sunulan ayetleri inceleyecek olursak:

Secde 15:  Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve  Rablerini hamd ile tesbih ederler.

Ayete baktığınızda, Allah öyle kimselerden bahsediyor ki; o kişiler, Allah’ın ayetlerine sorgusuz, sualsiz inanırlar, hadisleri Kur’an’ın önüne geçirmezler. O kişiler kendilerini çok bilge kişiler görmezler. Kur’an’ın en büyük bilgin olduğunu bilir ve kafalarına takılan her sorun için ona başvurmaktan çekinmezler. Kur’an’ı inceleyip kafalarına takılan, merak ettikleri, çözemedikleri soruların da çözümünü, Kur’an’da bulduklarında derhal secdeye kapanır (secdeye kapanmak Allah’ım sen yücesin senin gücün bilgin önünde eğiliyor ve büyüklüğünü kabul ediyorum anlamına gelir), Allah’a teşekkür eder, O’nu her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederler (tesbih ederler).

Şimdi ayete tekrardan bakın bakalım. Sizce ayette geçen “tesbih” kelimesinin namazla alakası var mıdır? Sizce Allah’ı tesbih etmek yani “O’nu her türlü noksan sıfatlardan tenzih etmek” sadece namazlardan sonra yapılması gereken bir şey midir? Tabiki hayır. Secde ile tesbih arasında bir ilişki yoktur. Allah’ı istediğiniz zaman tesbih edebileceğiniz gibi O’na istediğiniz zaman da secde etmekte özgürsünüzdür. Yani ayette; secde etmek, ne namaz anlamına geliyor, ne de sadece secde durumunda, Allah’ın tesbih edilebileceği anlamına geliyor. Bu anlamı, sadece gelenekçiler uydurma hadisleri doğru göstermek için ayeti çarpıtarak ve Allah adına yalan uydurarak çıkartıyorlar. 

Gelenekçilerin, “tesbih” kavramını secde ile ve secde kavramını da namaz ile ilişkilendirdikleri diğer ayetlere bakacak olursak:

Enbiya 19: Göklerde ve yerde kimler varsa O'na aittir. O'nun huzurunda bulunanlar, O'na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar.

Enbiya 20: Gece gündüz O'nu tesbih ederler, usanmazlar.

Fussilet 37: Gece ve gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir. Eğer Allah'a ibadet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin!

Fussilet 38: Eğer büyüklük taslarlarsa; bilsinler ki, Rabbinin nezdinde bulunanlar gece gündüz O'nu tesbih eder dururlar ve onlar hiç usanmazlar.

Ayetleri inceleyin bakalım. Tesbih şartı için namaz kılmanın şart olduğu, bir ibare bulabilecek misiniz? Bulamazsınız. Ancak gelenekçiler ard arda gelen ayetlerde “tesbih etmek” ile “secde etmek” kavramlarının ard arda kullanılması nedeniyle “tesbih edebilmek” için “secde etmiş” olmak gerekliliğine inanırlar. Kendi mantıklarına göre de, “secde etmek” sadece namazda yapılan bir şeydir. Yani onlara göre secde etmek, namaz kılmak anlamına gelir. Bu şekilde, secdenin sadece namaz da yapılabileceğini savunan gelenekçiler, tesbih kelimesinin geçtiği her ayetin namazla alakalı olduğunu savunur ve bunları beş vakite delil gösterirler. Hâlbuki tesbih demek “Allah’ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih etmektir.” Bu açıdan baktığımızda, Allah’ı her türlü noksanlardan tenzih etmek için secde şartının aranmasının ne kadar mantıksız olduğunu görebiliriz. Şimdi gelenekçilerin beş vakite delil olarak gösterdikleri ayetleri inceleyelim:
Ali İmran 41: Ya Rabbi! Bana bir alamet ver» dedi, «Alametin, üç gün, işaretle anlaşma dışında insanlarla konuşmamandır; Rabbini çok zikr et, sabah akşam tesbih et» dedi.

Nur 36-37: (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki; Bir ticaret de bir alış-veriş de onları Allah'ın zikrinden/Kur'an'ından, salât’ı ikame etmekten, zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerle gözlerin döneceği/yer değiştireceği günden korkarlar.

Taha 130: Onların dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et; gece saatlerinde ve gündüzleri de tesbih et ki Rabbinin rızasına eresin.

Mümin 54-55: O (Tevrat), akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberidir. (Resûlüm!) Şimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın vâdi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ile tesbîh et.

Fetih 9: Ta ki (ey müminler!) Allah'a ve Resûlüne iman edesiniz, Resûlüne yardım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah'ı tesbih edesiniz.

Furkan 58: Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter.

Rum 17: Öyle ise akşama girdiğiniz zaman ve sabaha erdiğiniz zaman Allah'ı tesbih edin.

Rum 18 Hamd O'nundur; göklerde de, yerde de, günün sonunda da ve öğleye erdiğiniz vakit de.

Ahzap 41-42: Ey iman edenler; Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah ve akşam tesbih edin.

Gelenekçiler, Allah’ı anmanın sadece namazdaki secde de yapılabileceğini sandıklarından ya da hadisleri doğru göstermek için ayetleri bu şekilde çarpıttıklarından kendi düşüncelerine göre bu ayetlerden çıkarılacak tek sonuç şudur:

Secde ile ifa edilen Tesbihlerimizin Güneş’in doğmasından ve batmasından önce, gece ve gündüz Hamd içerikli biçimde yapılması gerektiği emredilmektedir: Evet tesbihatımızı yani ibadet olan ve secdelerle ifade ettiğimiz zikir ve salât ettiğimiz hamd ettiğimiz yönelişimizi Akşam-Sabah-Günün sonu(ikindi) ve Öğle yerine getirmemiz emredilmektedir.”

Ayetlerde, bu vakitlerde namaz kılın emri geçmemesine rağmen kendi kafalarına göre tesbih kavramının secdenin arkasından yapılması gerekliliği ve secdenin de namaz kılmak anlamına geldiği gibi bir kural koyarak ve böylelikle Allah adına yalan uydurarak, ayetlerin; akşam-sabah-öğlen-ikindi-yatsı namazlarını ifade ettiğini beyan etmektedirler.

Kaf 39-40: Onların dediklerine karşı sabret. Güneş doğmadan önce ve batmadan önce Rabb’ini hamd ederek tesbih et! Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et.

Gelenekçilere göre bu ayet gurubu şunu söylemektedir: “Tesbih geniş bir kavram olup hem secdelerde (32/15) hem de secdelerin ardından yapılması gereken bir eylemdir. Dolayısıyla tesbih yapabilmemiz için secde etmemiz zorunludur ki secde arkasından tesbih yapabilelim. O halde 50/39-40. ayetler de bizlere Sabah ve İkindi vakitlerinde secde etmemizi emretmektedir ve dolayısıyla secdelerin ardından tesbih etmemizi.”

Görüldüğü gibi dar kafalılar, hadisleri doğru çıkarmak uğruna tesbih kavramını, hamd kavramını “secde” haline “secde” halini de “namaz” haline özgü kılarak beş vakiti ispatlamaya çalışıyorlar. Kendilerine göre de “secde” sadece namazda yapılabilen bir eylemdir. Yani sizin “tesbih” (Allah’ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih etmek) yapabilmeniz için namaz kılmanız gerekmektedir. Siz ancak farz namazlarının arkasından Allah’ı anabilirsiniz. İşte sırf olmayan beş vakiti ispatlamak için Allah adına böyle yalan uyduruyorlar.

Ayetler, belirtilen o vakitlerde Allah’ı anın, O’na şükredin, O’nu her türlü noksanlardan tenzih edin diyor. Çünkü o vakitler şahitlidir. O zaman aralıklarında, gökyüzünden inen melekler yapmış olduğunuz bu hamd, tesbih ve dualara şahit olurlar. İşte bu nedenle o vakitlerde Allah kendisini anmamızı istiyor. Yoksa o vakitlerin namaz vakitleriyle alakası yoktur. O vakitler Allah’ı anmanın en kutsal olduğu vakitlerdir. Meleklerin yakarışlarımıza şahit oldukları vakitlerdir.

Tur 48-49: Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen bizim gözetimimiz altındasın, kalktığında Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra da O'nu tesbih et.

İnsan 25-26: Sabah, akşam Rabbinin adını zikret. Gecenin bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O'nu tesbih et.

Gelenekçiler, yukarıdaki ayetlerde “gecenin bir kısmında” ifadesini yatsı namazı olarak çeviriyorlar. Halbuki, orada yatsı namazı diye bir ibare olmadığı gibi orda bahsedilen peygamber efendimize farz olan vitr namazı (teheccüd namazı=gece namazı) dır. O namaz kendisine farzdı ve gecenin bir bölümünde kalkıp o namazı kılardı. Nitekim Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:

İsra 79: Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin.
Şuara 218: O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor.
Müzzemmil 2-4: Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt. Ya da bunu çoğalt ve Kur'an'ı tane tane oku.
Müzzemmil 20: Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir)…
Zümer 9: Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler."
Gelenekçiler, Kur’an’da ikindi namazının, ayrıca şu şekilde bulunduğunu iddia ediyorlar: İkindi demek ASR demek dolayısıyla ASR Suresi=İKİNDİ namazı oluyor (muş). Süreye bakalım öyle bir şey var mı?
1. Asra yemin ederim ki
2. İnsan gerçekten ziyan içindedir.
3. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.
Şimdi sureye bakın,
1. Burada ikindi namazı nerede, nasıl geçiyor
2. Nasıl kılınır
3. Salât, veakimetüssalat var mı?
Açın bakın. ARAPÇAsını yazınız. İkindi namazı olmadığını göreceksiniz... Ayetin Türkçesini bozarak bizi GELENEKÇİLER kandırıyor... Oysaki Arapça ASR=ASIR=YÜZ YIL, AŞR=ON YIL demektir (Aşar, öşür, aşure ondalık ve on malzeme demektir).
Dolayısıyla ayetleri incelediğinizde ne yatsı diye bir namaz ne de ikindi diye bir namaz bulabileceksiniz. Buna rağmen Gelenekçiler, yukarıda incelediğimiz ayet gruplarından şu sonucu çıkartabilmektedirler:

Sabah güneş doğmadan önce, öğleyin, güneş batmadan önce günün son saatlerinde (ikindi), Güneş battıktan sonra (akşam) ve Gecenin ilerleyen saatlerinde (yatsı/leyl) Tenzih ederek, hamd ederek secdelerle ve secdelerin ardından tesbih-zikir ve salât etmişlerdir. Bu bütünsel eylem daha sonra da “namaz” olarak adlandırılmıştır.”

İşte Gelenekçiler, Allah’ın ayetlerini böyle çarpıtıp sözde beş vakiti ispatlamış olmaktadırlar. Ayrıca Gelenekçiler, içinde “salât” kelimesi geçen bütün ayetlerin de namaz ile ilgili olduğunu savunurlar. Hâlbuki “salât”  dua anlamı taşımaktadır. Nitekim Kur’an’da:

Ahzap 56: Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.

Buyurulmaktadır. Eğer salâtın anlamı namaz olsaydı, bu durumda “Allah ve melekleri peygambere namaz kılarlardı” şeklinde bir şirk oluşurdu. Salât=namaz olsa idi, Melekler şöyle dursun, hâşâ Allah'ın bir mabudu, taptığı bir üst tanrı olurdu. Allah, hâşâ "Resulüne" kendi yarattığına "Secde" etmiş olurdu. Hâlbuki salâtın anlamı duadır (aslında tam anlamıyla dua değildir. Dua ile salât arasındaki ince fark sonra anlatılacaktır. Ancak şu aşamada salâtı, dua anlamında ele alalım). Yani ayet “Allah ve melekleri peygambere dua ederler” diyor.
Bir ayet içinde “EKIYMETÜS-SELAT” kelimesi geçiyorsa o bildiğimiz anlamdaki NAMAZDIR. Ama “Selat/Salat” ın yanında “Akıyme (İkame, Kaim)” kelimesi geçmiyorsa o zaman o NAMAZ DEĞİL, DUA anlamına gelir.
[Ahzap 56: İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezıne amenu sallu aleyhi ve sellimu teslıma.
Ayetin klasik meali şu şekildedir:
Ahzap 56 : "Allah ve melekleri nebileri için DUA ederler. Ey iman edenler, siz de ona teslimiyetle salât ve selam getirin."
Aslında “salât” kelimesini direk dua olarak çeviremeyiz. En uygunu, Allah’ın DUA etmesi yerine SALÂT etmesi, kelimesini kullanmamızdır. Çünkü Allah dua eder mi? Allah’ın dua etmesi için üzerinde hâşâ ÜST bir mabudun olması gerekir. Ve unutmayın ki, Hamd ve Şükür, Tesbih ve Zikr, Dua ve Salât bunlar ÇOK farklı şeylerdir. Asla biri ötekisi değildir. Ne Hamd şükürdür ya da tersi, ne de tesbih zikrdir ya da salât tam anlamıyla dua değildir. Farklıdırlar. Bu kavram kargaşaları bize ARAPLARIN kazığıdır ve çıkarılması çok zordur. Ayet, aslında “Allah ve melekleri NEBİLERİ (elçiler) için SALÂT dilemektedirler. Yani elçilere iyi dileklerde, barış dileklerinde bulunmaktadırlar. Ey iman edenler siz de ona SALÂT VE SELAM [ayette geçen SELLİM, selam demektir. Süleyman, Selim... Bunların tamamı SELAM demektir (Tıpkı İslam, teslim, müslim gibi). Sellim >>> Solomon (Süleyman), ya da SELİM, hepsinin kökü “selamet”tir] getirin...” şeklinde meallendirilmelidir.
Haniflik; Allah’ı aklen bulmak, onu bilimle idrak etmek, O’nun varlığının ve yüceliğinin anlaşılması yolunda O’nu dahi sorgulamayı esas almaktır… Bu açıdan baktığımızda İbrahim(as) hariç hiçbir peygamber Allah’ı sorgulama noktasına gitmemiştir. İbrahim(as) haricindeki diğer tüm peygamberler doğdukları anda peygamberlik fıtratıyla doğduklarından hiçbir şekilde, kendi dönemlerinde Allah’tan başka hiçbir şeye tapmamışlardır. İbrahim(as) ise Allah’ı bulma noktasında, aya-güneşe ve yıldızlara tapmış ve bunların Rabbi olmayacağına kanaat getirerekten daha 13 yaşında iken Allah’ı aklen bulma yetisine ulaşmıştır. Bu nedenle kendisine diğer peygamberlerden farklı olarak sonradan peygamberlik unvanı verilmiştir.  Allah, O’nu dostu edinmiş ve O’nu yüksek bir makama yükseltmiştir. İbrahim(as); Bilim, sorgulayıcık ve aklen Allah’ı bulmaya dayalı olan bir anlayışı, üç vakit namaz (aya-güneşe ve yıldıza taptığından kendine ceza olarak)-oruç-zekât vb. dini emirlerle birleştirip bir din anlayışı olan Hanif İslam öğretisini oluşturmuştur. Allah(cc) ise bu öğretiyi kabul ederek tüm insanlığa bu dini emirleri farz haline getirmiştir. İşte bu nedenlerden dolayı Allah(cc), Muhammed(as)’in de İbrahim(as) gibi olmasını, Allah’ın varlığını aklen sorgulamasını ve idrak ederek O’na ulaşmasını istiyor. Bu şekilde umulur ki, Peygamber efendimiz, İbrahim(as) gibi Allah’a yakın olan bir makama alınır. Nitekim ayetler de:
İsra 79: Gecenin bir kısmında kalk, sana aid nafile olarak onunla (Kur'an'la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.
Nahl 123: Ey Resul! Sana Hanif ol, İbrahim'in dinine uy diye vahyettik.
Buyurmaktadır. İşte Ahzap 56. ayette geçen “salât” ifadesi bunun için kullanılmıştır. Yani, Allah ve melekleri nebilerinin o makamlara ulaşmalarını isterler. Bizlerin de onlar için dua etmemizi ve umulur ki bu dualar vesilesiyle oraya alınabileceklerini söylemektedir. O halde, Peygamber efendimizin Makam-ı Mahmud’a ulaşabilmesi için sizde dua edin ve Ona bolca “selam ve selam” deyin…]
Yukarıda bahsettiğimiz konulara iyice baktığınızda, bazılarımıza namaz diye yutturulan çoğu ayetin aslında "ZİKR=ALLAHI ANIN" olduğunu, ya da Allahı TESBİH ETME ZAMANLARI olduğunu anlarsınız. 5 vakit şaşırtmacası buradan çıkıyor. Şimdi “namaz” ifadesinin gerçekten geçtiği ayetlere bakacak olursak:
Hûd 114: ve ekıymetüssalate tarafıeyninnehari ve zülefen minelleylinnelhasenati yüzhibnesseyyiat zalike zikra lizzakiriyn.
İsra 78: Ekımes salate li düluküş şemsi ila ğasekıl leyli ve kuranel fecr inne kuranel fecri kane meşhuda.
Ekıymetüssalat= İkame edilen (Yerine konan) ve abdest alınarak tüm farzlarıyla ve Kıyam, Rükû, secde ve Ka'de haliyle kılınan namaz anlamına gelir. O bir kredi borcudur ve borcu zamanında ödeme zorunluluğu vardır. Vakitleri belli olan bu namazları vaktinde iade etmek bir mecburiyettir. Bu Kalu Belada verilmiş bir sözümüzdür.
Ekıymetüssalat, işte gerçek namaz anlamına gelen ifade budur. Yoksa Gelenekçilerin belirttiği zikr, tesbih, salât değil. Yani Allah kelime oyunları yapmıyor ya da namazları saklayıp bulmamızı engellemiyor. Her şey açık bir şekilde ortada duruyor. Ancak Gelenekçiler görmemekte ısrar ediyor ve hadisleri doğru göstermek pahasına Allah’ın ayetlerini çarpıtıyorlar. Kur’an, bunlara binaen şöyle buyrulmaktadır:
Yusuf 111: Bu Kur’an, udurulabilecek bir söz (HADİS) değildir.
Zuhruf 44: Doğrusu o Kur’an, senin içinde, kavmin içinde bir öğüttür ve siz de ondan sorguya çekileceksiniz.
Bakara 99: And olsun ki Biz sana ap açık ayetler indirdik.
Fussilet 2-4: Bu kitap, bilen bir topluluk için Allah’ın rahmetiyle müjdeleyici ve Onun azabından sakındırıcı olmak üzere, ayetleri açıklanıp ayırd edilmiş Arapça bir Kur’an olarak Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirdiler; artık hakka kulak vermezler.
Zümer 27: And olsun ki Biz bu Kur’an’da, güzelce düşünüp öğüt alsınlar diye insanlar için her türlü misali verdik.
En’am 38: Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.
Maide 15: …Gerçekten size bir nur ve hakkı ap açık bildiren bir kitap gelmiştir.
Maide 16: Allah, Kendi rızasına uyan kimseleri o kitap vasıtasıyla selamet yollarına eriştirir, İlahi izin ve iradesiyle onları inkâr karanlıklarından çıkarıp iman nuruna kavuşturur ve dosdoğru bir yola iletir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder