21 Eylül 2010 Salı

NAMAZ NASIL KILINIR

Hac 26: Hani biz İbrahim'e Evin (Kabe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) "Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut."
Namaz, dört hareketlidir. Kıyam ile rekât başlar, rükû ile eğilir, secde ile rekâtı tamamlarız. Ayağa kalkarız ikinci rekâta başlarız, namaz bitince de oturur KADE ederiz, yani dördüncü hareketi yaparız. Bu dördüncüsü namazı bitirir. Secde ise rekâtları ayırır. Kıyam dik duruş, Rükû 90 derece eğiliş, Secde 180 derece eğiliş (Yer ile bir olmak), Kade=Oturuş. Yani sağa sola selam verirsin ve namazı kade halinde tamamlamış olursun.
Namazın şekli şudur: Önce dışındaki şartları yerine getiriyorsunuz. Yani niyet edip vaktin namazı için abdest alıyorsunuz (Niyet ettim Allah rızası için vakti gelen salât için abdest almaya).
Maide 6: Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da. Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayakyolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız bu durumda temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.
Nisa 43: Ey iman edenler sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz, ya da biriniz ayakyolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahut kadınlara dokunmuş da, su bulamamışsanız bu durumda temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır esirgeyendir.
Eğer suyu kullanmanızda herhangi bir sakınca yoksa (hasta değilseniz, su çok soğuk değilse, su kirli, mikroplu vb. değilse) niyet ettikten sonra Maide 6’da belirtildiği gibi yüzünüzü, dirseklere kadar ellerinizi, saçınızın ön tarafını yani perçemlerinizi ve her iki ayağınızı, topuklara kadar su ile ıslatın. Aslında bu bölgeleri çok su ile yıkamanıza da gerek yoktur. Sadece yüzeysel olarak suyun değmesi ya da ıslak bir bezle bu bölgelerin mesh edilmesi yeterlidir.
Diyelim ki, siz su ile abdest alıyorsunuz. Yüzünüzü, başınızı ve kollarınızı mesh ettiniz ama su soğuk olduğu için veya üşendiğiniz için çoraplarınızı çıkarıp yıkamak istemiyorsunuz. Bu durumda isterseniz, çoraplarınız üzerine mesh edebilirsiniz (elinizdeki nemi-ıslaklığı çarap üzerine sıvazlayacaksınız). Yani sürekli çoraplarınızı çıkarmanıza gerek yoktur. Unutmayalım ki, Allah bize dini çok kolaylaştırmıştır.
(Gelenekçilerin dediği gibi üç defa yıkayacaksın ve yıkadığın her bir bölge için bilmem ne duaları okuyacaksın diye bir şey yoktur. Bunların hepsi uydurma ve kolay olan dini tamamiyle zorlaştırıp, insanları dinden uzaklaştırmaya dönük uygulamalardır. Ayete bakın bakalım, orada yok üç defa yıka, yıkadığın her bölge için şu duaları oku diye bir şey bulabilecek misiniz? Allah, peygambere namaza durmadan önce sadece ayette belirtilenleri yap demiştir… Bunun üzerine başka bir şey eklemek ve bunların farz olduğunu iddia etmek münafıklıktır. Şu ayet çok önemlidir: "Allah size zorluk çıkarmak istemiyor". Bizim Gelenekçiler ise daha nasıl zorluklar çıkarırız diye günden güne şeriat mahkemelerinde yeni kanunlar çıkarıyorlar.)
Suyu kullanamayacak şekilde bir hastalığımız varsa, su çok soğuk ise, kirli, mikroplu vb. olacak şekilde hastalığa sebebiyet verecek durumda ise ya da suyun kullanılmasını engelleyecek herhangi bir neden varsa o zaman Allah, bize teyemmüm alarak namazımızı kılmamızı emrediyor. Teyemmüm, tıpkı bir joker gibi olup su kullanılamadığında abdest yerine geçer.
Teyemmüm şu şekilde alınır: Hangi namaz kılınacaksa o namazın abdesti için niyet edilir [Niyet ettim Allah rızası için vakti gelen salât için teyemmüm (teyemmüm abdesti) almaya]. Eller, kuru ve temiz bir toprağa değdirilerek önce yüz meshedilir sonra eller tekrardan kuru ve temiz toprağa değdirilerek bu sefer iki kol dirseklere kadar meshedilir.
Bulunduğunuz bölgede kuru ve temiz toprak yoksa ya da kullanamayacak durumda isek, pencerenin diplerinde biriken tozlar, ayakkabınız altındaki tozlar hatta duvarlarımızdaki tozlar bile teyemmüm almamız için yeterlidir. Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki, günde en az bir defa teyemmüm almak zorunludur. Bu bir farzdır. Allah’ın emridir. Bu farzı mutlaka yerine getirmemiz gerekmektedir. Ve unutmayın ki, su vücudumuzdaki aşırı ısıyı, teyemmüm ise vücudumuzdaki aşırı elektriği alarak vücudumuzun rahatlamasına ve zinde kalmasına yardım eder.
(Her zaman çift abdestle gezmeniz tavsiye edilir. Önce normal abdest alın ve arkasından da teyemmüm alınız).
Eğer cinsel olarak abdestsiz isek bile (gusül abdesti yok ise) teyemmüm denen joker bizi yıkanana kadar ANINDA abdestli kılar. Suyun ısınmasını beklemeye falan hacet yok... Teyemmümü çok ama çok sık kullanın (Namaz abdesti üzerine alabilirsiniz, tuvaletten çıkınca alabilirsiniz ve bu şekilde sürekli abdestli olursunuz). İsterseniz çöpçü olun, teyemmüm, ELBİSENİZİ ve bedeninizi anında TEMİZLER (görünmez, ruhani temizlik).
 Şimdi Maide 6’dan yola çıkarak konuyu biraz daha irdeleyelim:
“Ey iman edenler, namaz kılma niyetine (moduna) geçtiğinizde, yüzlerinizi=Kılsız bölge, saçsız bölge sınırları içinde ve parmaktan-dirseği de kapsayan iki kolunuzu ve erkekte saçın döküldüğü ön bölgeyi/kadında da aynı miktarı, ellerinizin ıslaklığıyla (meshetmek budur) ve ayaklarınızı (Aşık kemiği, bilek kemiği+topuk meshedin (Islaklık yeterli).”
FAĞSİLÜ=Islatmak demek, yıkamak demek değil... Ayet, bir ıslak bez bile aynı topraklama işlemini görür ve abdest almak için yeterlidir, diyor. Ancak bu durum "O SUYUN, O ISLAK BEZİN TEMİZ OLDUĞUNA EMİN İSENİZ" geçerlidir. Eğer emin değilseniz, TEYEMMÜM'e niyet edeceksiniz. Teyemmüm otomatikman tüm temizlik çabalarının yerine geçen bir jokerdir.  Eğer çamaşırınız, üstünüz necis ise temizlenmesi zaman ve teknik açıdan mümkün değilse teyemmüm jokeri ile Allah indinde yine tertemiz sayılırsınız (Karanlıkta lağım çukuruna düşsek bile teyemmüm geçerlidir ve sizi tertemiz yapar).
Teyemmüm olanaksızlıklar için geçerli... Yolculukta, su bulunmadığında, hava şartları elverişli olmadığında, savaşta, korku durumunda, hastalıkta, cünupluk da dâhil su bulunamıyorsa kullanılabilir. Teyemmüm için, DUVARLAR, pervaz pencere önlerinde birikenler, yani topraksı şeyler, hiç bir şey bulamazsan evin temiz duvarı bile yeterlidir.
Allah, teyemmüm için toprağın tozlu ve pisliksiz olması şartını getiriyor. Toz (Duvar bile geçerli bir tozdur) şart. Amaç bir elektrik deşarjı, negatif elektriğin topraklanması (Teyemmüm=Topraklanma demektir). Teyemmümü de yüz ve el için kullanacaksın. Başka bir şartı yok. Ayet, "Allah size zorluk çıkarmamaktadır, sizi teyemmüm ile TERTEMİZ kılacaktır. Bu bir kolaylık nimetidir ve umulur ki siz buna bile şükredersiniz de dini zora koşmazsınız" diyor.
SU OLSA BİLE, suyu alenen kullanmanızda sakınca varsa, TOPRAK İLE TEYEMMÜM alabilirsiniz. Üstelik toprak ile teyemmümde ÇAMAŞIR da aynı SANAL yöntemle TERTEMİZ oluyor. Sürekli kanayan, ödem akıtan insanların TOPRAK ile teyemmümü ya da geçici bir şeyse SARGI üzerinden mesh ile abdest almaları gerekir. SUYU GÖRDÜĞÜNDE abdestin bozulması durumu ise palavradır. Dışarıda kar yağıyor, her yer su (kar ve buz). Bizim borular donmuş durumda... Şimdi söyler misiniz nasıl güsul alacaksınız. YAĞMUR yağdığında, yani şiddetli çamur yaptığında CİHAD savaş bile Kur’an’a göre durdurulurken, KAR İLE Mİ BOY ABDESTİ ALAYIM YANİ?
Cünupluk halinden sonra mutlaka güsul abdesti alınması gerekmektedir. Önce güsul abdesti için niyet edilir (Niyet ettim Allah rızası için Güsul abdesti almaya). Su varsa ve kullanılmasında her hangi bir sakınca yoksa vücutta dışa dönük-dışla bağlantılı olan vücudun bütün kesimleri ıslak yer bırakılmamak koşuluyla su ile mesh edilir. Güsül abdesti için, isteyen bol su ile vucudunun her yerini kuru yer kalmamak koşuluyla ıslatır ya da ıslak bir bezle aynı şekilde kuru yer kalmamak koşuluyla mesh eder. Ancak her iki durumda da buruna ve ağza su verip garagara ve mazmaza yapılmalıdır. Çünkü bunlar da, vücudun dışa dönük-dış ile bağlantılı olan noktalarıdır. Eğer kullanılabilecek su yoksa teyemmüm alınır (Niyet ettim Allah rızası için güsul niyetine teyemmüm almaya denilip, teyemmümün şartları yerine getirilir).
Haniflikte, güsulsüz gezmek mümkün değildir. Hemen teyemmüm alınır, suya ve suyu kullanacak rahatlığa erişene kadar da o, gerçek bir abdest olarak bizi güsulsüz olmaktan kurtarır. Namaz da kılınabilir o teyemmümle... Kimse güsulsuz gezmesin. Ayrıca, Hanımların peryodlarında (ay hallerinde) da "boy abdestleri" kaybolmaz. Dilerlerse her namaz için ayrı ayrı abdest alıp namazlarını kılabilirler, dilerlerse kılmazlar. Ama kılmaları tavsiye edilir.
{İnsanda paratonerler vardır. Bunlar "ter bezeleri" yanında bulunan tüylerimizdir. Ter içinde "Dipiezo yağ elektriği" bulunur. Tüylerimiz ise gerçekten bir paratonerdir. Vücudumuzda, vücudumuzun üretmiş olduğu elektrik fazlası iki şekilde atılır: Ter bezleriyle (toksinler akü içindeki asit gibi elektrik üretirler) ve tüylerle... Temizlendiğimizde tüylerimiz, dışarıya bir buçuk elektron volt kadar "elektrik" verir. Bu vücudumuzu rahatlatır. Tersine, aspiration (gerek vücut sıcaklığını korumak, gerekse deri solunumu yoluyla oksijen transferi) sonucu "toksin ve yağ atıldığından" derimiz kendi toksininden etkilenir ki, karaciğer bunlara karşı çok alerjiktir. Kaşıntı tutar insanı (Kaşınma mekanizmasından deri değil, karaciğer sorumludur) [Mesela küçük fauna asalakları karaciğere alerji veren bir takım şeyler üretirler (Sivrisinek de öyle: Önce narkoz salgılar,  sonra da orası kaşınır). Buna karşılık fiona türü canlılar ise doğrudan astmaya neden olurlar. Yani karaciğerin neredeyse kalp kadar büyük önemi var. Mide alınsa bile bağırsak bu görevi yapar ama karaciğer için "Alternatif" yoktur]. Kirlian alanında, insanlar kibir, öfke ve seks halinde vücutlarında 12-24-36 voltluk bir enerji üretirler. 36 volt elektrik önemsiz gibi görünebilir ama onun muhatabı "hücreler"dir. Yani bu enerji hücrelere, elektronik devrelere pil/adaptör cereyanı verilecek yerde şehir akımı verip onları yakmak gibi etkimektedir. Sekste 36 volt hücrelere yıkıcı etki yapar. Görme duyumuz, işitmemiz vb. zayıflar. Beyinden kan çekilmiştir vb. Ve o her nasıl bir dans ise o, çok yorulduğumuzu bilmeden yorar bizi... O ritmlerde bir dinamo gibi "doğru akım" üretiriz. Onun PARALEL olması gerekmektedir (çiftler). Seri bağlandığında (yalnız başına) değişik değerleri vardır… Bu aşırı elektrik hemen ardından ter bezlerini ve tüyleri harekete geçirir. Yağ dokusu elektriği dışarıya atmayı dener. Ama ortam yeterince sıcak değilse bu kez terleme gözeneklerden değil, başka yerlerden oluşur (Bartolin vb. gibi ifrazatlar çoğalır, vb.). İşte o an, tüyler biraz dikelir ve elektriği "Dışarı" veren bir paratoner durumuna girerler. Yani seksüel elektriğin adresi "kıl dipleri"dir ve bu elektriğin derhal oradan atılması gerekmektedir.
Bunun için TOPRAKLAMA (teyemmüm) ve SU (gasil) tüm kitabi dinlerde önerilmiştir. Musevilikte, "Mırdarlık" vardır. Yani cima denen cinsel buluşmadan sonra iyice temizlenirler. Hristiyanlarda ise mırdarlık ve abdest kavramları yoktur, ama TEMİZLİK şartı vardır. Hem cimadan önce hem de sonra duş alır Kuzey-Batı Avrupalılar…
İnsandaki enerji tehlikelidir. Biyoelektromagnetiktir. Nazar edebilir. ÖLDÜREBİLİR. Bir insanda inanmayacağınız kadar esrarengiz güçler vardır. Bunlardan biri Biyoseksüel elektriktir. [Diğerleri Biyo-elektromagnetik alan (Kirlian-Nefsimizin gücü ya da alanı da denebilir. Nefs denen şey için, daha doğrusu resimlerini görmek için "Kirlian photograpy" şeklinde google da aratıp inceleyiniz. Bulucusu Ermeni Semyon D. Kirlian’dır), İdeoplazma, biyoelektroplazma vb. Bunların tuhaf tuhaf adları da vardır. Perisperi, suptil duble gibi…]. Bunlar 12-36 arasında değişen biyolojik voltajlardır (Gerilim farkı). Öfke de, bu fark bizi saldırgan yapar. İki cins arasındaki buluşmada ise bu güç, tarafları hyperaktif kılar. İşte, cinsel buluşma ile açığa çıkan bu voltaj farkı, gusül (ıslanma) ile topraklanma (ground) olmazsa; faz, kondanse olur ve kendini yiyen, yani artı ve eksi kutupları birbirine değdirilmiş pil gibi ısınarak kendini tüketir, hem de çok büyük bir hızla... Hatta pilin kimyasını bile bozar... Öfke, seksüel yaşam vb. gibi durumlarda anormal bir şekilde yükselen bu elektrik voltajı, vücudu terk edemez. Vücutta biriken bu voltaj, insanı rahatsız ve stresli bir biçime sokar. Bu nedenden dolayı, vücudun kendini topraklayabilmesi için, bu elektrik farkının su ya da toprak (TEYEMMÜM) ile atılması gerekmektedir.
Hepimiz yalınayak olmanın dayanılmaz hafifliğini hissetmişizdir. Hele bir plajda... Sabah ezanında o yürüyüş… (Eğer imkânınız varsa, sabah namazını illa ki kumlarda kılmanızı tavsiye ederiz) Zavallı ayaklar… Naylon çoraplarla işkence... Sıkan ayakkabılarla işkence, hele elektriği hiç ama hiç toprağa geçirmeyen LASTİK ayakkabılarla tam bir işkence… Elektriğimiz BİZDE kalıyor. Biri bize dokununca "ÇAAT!" diye bir ses ikimiz de çarpılmışız… Hiçbir şey yapamıyorsak mutlaka vakit buldukça teyemmüm alıp bu şekilde vücuttaki valtaj farkından kurtulmamız gerekiyor. Göreceksiniz ki bu şekilde rahatlayıp, stresten arınacaksınız.}
[Bilgisayar ekranı önüne, zararlı radyasyonu kesmesi için koyduğunuz Monitör filtrelerinin aslında hiçbir etkisi yoktur. Ta ki bir ucundan bir kablo çıkarıp, metal bir yere (kasaya, kalorifere vb.) bir maşa ile boşaltılıncaya kadar. Eğer öyle yapılırsa o zaman FAYDALI olur ve radyasyonu keserler. Aksi halde hiçbir işe yaramazlar. Bu nedenle bu monitörlerden TEL ile satılanları kullanınız (Bu onun güslu ve teyemmümüdür. Bu şekilde kendini topraklar). Eğer aldığınız o monitörlerin bu şekilde bir düzenek yoksa o monitör bir aldatmacadır.
Ayrıca, şu kazıkçı yerli otomobil patronlarımız var ya... Onların imal ettiği hiç bir otomobilde "Topraklama" yoktur. Özellikle TAKSİ modellerinde, camları lastik ile yalıtıyorlar. Sonra yerli otonun kapısına dokunduğunda yine o "Çaaat!" sesi... Statik elektriğin oyunları… 2 kuruş daha kâr etmek için taksi şoförlerinin canına okuyorlar. Kışın kapı donduğunda, bu elektrik, kapı kolunu ilk tutanın doğrudan kalbine gidebilir ve kalbi durdurabilir. Bu nedenle dikkatli olun (Bunu önlemek için bir jiletle, camların yanındaki lastik kılıfa birkaç çizik atarsanız bunu topraklamış olursunuz)].
Burada şu gerçeği de belirtelim: Kur’an’a, abdestsiz dokunabilir ve onu okuyabilirsiniz. Çünkü Kur’an’ın hiçbir ayetinde Kur’an’a abdestsiz dokunamazsınız şeklinde bir ibare/açıklama/ayet yoktur. Allah(cc), eğer böyle bir şey emretmek isteseydi şüphesiz bunu kitabında apaçık bir şekilde belirtirdi. Nasıl ki namaz için abdest almamız gerektiğini belirtmiş ise,  gerekli görseydi aynı emri Kur’an içinde verirdi. Vermedi, çünkü Allah, Kur’an’ın her an okunmasını, tefekkür edilmesini istemiştir. Yatarken, yan üstü, ayakta iken, her an…
Eğer Kur’an okumak için abdesti zorunlu tutsaydı, insanlar üşengeç davranıp Kur’an’a pek sarılmayacak, onu pek okumayacaklardı. Nitekim şu anda da uydurma hadislerle Kur’an, evin en yüksek ve en ulaşılmaz yerine konulmuş, muşambalarla sarmalanmış böylelikle de açılması zorlaştırılmıştır. Abdestsiz dokunamazsınız ibaresiyle de Kur’an tamamiyle okunmayacak hale getirilmiştir. Yahudi ve Hiristiyan din adamlarının amacı olan İslam ümmetini Kur’an’dan uzaklaştırma, onları Kur’an’a karşı yabancılaştırma politikası bu şekilde gerçekleştirilmiştir.
Kur’an, sadece gusul abdestinin gerektiği koşullarda, yani cinsel ilişki sonrasında gusul abdesti alınmamışsa okunmamalıdır/dokunulmamalıdır. Nitekim bu durumda iken, insan hiçbir şey yapmadan Allah’ın emri gereği derhal yıkanmalıdır. Su bulamazsa, ya da yıkanmak için musait bir durum oluşmamışsa derhal teyemmüm almalıdır (bulunulan bölgede su varsa ve bir nedenden dolayı yıkanamıyorsa kişi teyemmüm alsın, bu teyemmüm gusul abdesti yerine geçer. Ancak sonradan mutlaka su ile normal gusul abdesti almalıdır).
Kur'an'a abdestsiz dokunamazsınız diyenler Vakıa suresi 79. ayeti delil olarak gösterirler. Ezbere veya Kur’an’a dokunmadan ayetlerin okunabileceğini söylerler. Peki, soruyoruz: Kur’an’a dokunmadan onu okuyabiliyorsak, ezberimizden onu okuyabiliyorsak neden ona dokunarak okuyamıyoruz? Kağıdı mı kutsuyoruz yoksa ayeti mi? Mekke’de inen Vakıa suresi'nin 79. ayeti söylendiği gibi Kur'an'a dokunmakla veya abdestli olmakla ilgili değildir. Ayetin ifâde ettiği anlam, vahyi Hz. Muhammed’e kimin getirdiği ile ilgilidir. Bu konuda müşrikler peygamberimizin cinlenmiş biri olduğunu (mecnun), ağzından çıkan bu hikmetli sözleri de, ona cinlerin getirdiklerini söylüyorlardı. Bu nedenle Allah:
Tekvir 25-26: O Kur’an, kovulmuş şeytanın sözü olamaz. O halde siz nereye gidiyorsunuz?
Vakıa 75-81: Yıldızların battığı yerler üzerine yemin ederim ki bilirseniz bu büyük bir yemindir. Şüphesiz bu korunmuş kitapta bulunan şerefli bir Kur’an’dır. Ona ancak günah kirine bulaşmayan (Melekler) erişebilir. (ve Muhammed’e melekler getiriyor.) O âlemlerin Rabbi’nden indirilmiştir. Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?
Diye buyurmuştur. Ayrıca Allah(cc), Vakıa 78. ayette de Kur’an’ın Levh-i mahfuzda korunduğunu belirtmiştir. Devamındaki ayetle de Levh-i mahfuzun ancak temizlenmiş/arındırılmış/günah kiri sıfırlanmış/hata yapması sıfırlanmış/hatasız kişiler tarafından okunabileceğini, o bölgeye ancak bahsedilen kişiler ve görevli olan kişiler tarafından ulaşılabileceğini ifade ediyor (mesela Hz. Hızır, Hz. Cebrail gibi kişiler).
Vakıa 78: O Levh-i Mahfuzda korunmuştur.
Vakıa 79: Lya yemessuhu illelmutahherune.
Vakıa 79: Ona ter temiz olanlardan başkası dokunamaz.
Vakıa 79: Lya yemessuhu illelmutahherune.
Nitekim Vakıa 79. ayetin, abdest veya Mushaf’a dokunmayla hiçbir ilgisinin olmadığı, birazcık Arapça gramer bilgisi olanın anlayabileceği basitliktedir. Şöyle ki; Ayette geçen Lâ harfi olumsuzluk anlamına kullanılan "Lâ-i nehiy" değil cinsi hükümden nefyeden "Lâ-i nafiye’dir." Bu, "dokunmayın" anlamında değil, "dokunamazsınız" anlamındadır. Yani isteseniz de o işi yapmaya güç yetiremezsiniz demektedir. Bir kimseye yapamayacağı bir işi söylerken "yapma" denmez, yapamazsınız denir; "gökyüzüne dokunamazsın" örneğinde olduğu gibi... Bu ifadeyi Kur’an için kullandığımızda "Bu kitaba dokunamazsınız" olur ki o zaman bunca abdestli ve abdestsiz insan dokunduğuna göre Gelenekçilerin, “Kur’an’a abdestsiz dokunamazsınız” ifadesi havada kalır. Oysa ayetin söylediği, “Dokunulamayan Allah katındaki vahiylerdir.” Yani o ayetleri, cinler alıp getiremezler demektedir.
Ayrıca, ayetteki "mutahhar" kelimesi, su ile yıkanıp temizlenen insan anlamında değil, günâh kirine bulaşmayan yani günâh işlemeyen melekler anlamında kullanılmıştır. Burada bahsedilen temizlik maddi temizlik değil manevi temizliktir. Aynen Tevbe 28. ayetinde bahsedilen "müşrikler pisliktir/necistir" de olduğu gibi. Buradaki necis ifadesi de maddi pislik anlamında değil akidede ki düşüncede ki manevi pislik demektir. Bu açıklamalardan sonra "La yemessuhu illel mutahharun" ayetinin açılmış anlamı şöyle olur;
"Kur’an’a günah kirine bulaşmayan meleklerden ve görevi gereği Levh-i Mahfuzu okuyabilen Hz.Hızır’dan başkası (yani sizin zannınız olan cinler) Kur’an’ın korunduğu bölge olan Levh-i Mahfuz’a erişemez ve Kur’an’ı getirmeye de meleklerden başkası güç yetiremez."
Bu ayetin ifade ettiği gerçek bu iken, hiç alakası olmayan "Kur’an’a abdestli olmayan dokunmasın" şeklinde ifadelendirmek gerçekle bağdaşmamaktadır. Abdest namaz için gereken bir temizliktir.
"Ey iman edenler! Namaz için kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar da ellerinizi, başınızı meshedip topuklara kadar ayaklarınızı yıkayınız. Eğer cünüp iseniz temizlenin…" (5/06) Allah Kur’an okumak için de şu tavsiyede bulunmuştur;
"Kur’an okuyacağın zaman (Ey Muhammed) kovulmuş şeytandan Allah’a sığın." (16/98) Yani "Euzu billahimineşşeytanirracim" de.
Bu nedenle, namaz için abdest, Kur’an okumak için "Euzu besmele" gerekmektedir. Abdestli, abdestsiz, ayakta oturarak ve yanları üzere yatarak her halükarda Kur’an okunabilir. Ayrıca Kur’an sadece Müslümanlar tarafından okunması istenen bir kitap değildir. Kur’an, kendisini bütün insanların okumasını istemektedir.
Gelenekçilerin, Allah’ın koymadığı bir takım şartları, güya Kur’an’a saygı adına koyarak, insanları okumaktan, öğrenmekten uzaklaştırmayı nasıl becerdiklerini görüyoruz. Öyle bir korku verilmiştir ki Kur’an’ı okumak için değil, O’na dokunmak için bile birçok merasim gereklidir. Bu nedenle insanlar Kur’an’ı ellerine alıp okumamış, evlerinde süslü kılıflar içinde yüksek bir yerde koruma altına alıp hayattan uzak tutmuşlardır. Hastalığımız bununla da sınırlı kalmamıştır. Gazali’nin de şu sözleri İslam ümmetinin benliğine işlemiştir: "Müslümanlar Kur’an’ı sadece okumak için öğrenirler. Dinlerini öğrenmek için okumazlar." Hâlbuki dünyanın her yerinde insanlar öğrenmek için okurlar. İşte Müslüman toplumun hali perişanının altında bu temel yanlış yatmaktadır. Allah kullarına hallerini düzeltmek için kitap gönderiyor. Onlar o kitabı öğrenmek için okuma zahmetine katlanmıyorlar. Bunların içinden, kabuğunu çatlatanlara karşı da birileri çamur atma, tekerlerine çomak sokma kampanyası yürütüyor ve "Kur'an herkes tarafından anlaşılmaz, el sürülmez, hayata tatbik edilip kirletilemez" gibi hezeyanlar saçıyorlar. Bu tür sözler, ne Kur’an’a saygılarından ne de İslam’a itaatlerinden kaynaklanıyor. Bunlar, İslam'a mani olmanın bir başka yolunu tutmaktadırlar.
Bu arada elimizde bulunan Mushafları, Levh-i Mahfuz’da bulunan Kur’an’a kıyas etmek ve bunlara saygı amacıyla abdestli dokunmayı elzem görmek “saygı” kavramını bir kere daha gözden geçirmeyi gerekli hale getirmektedir. Allah’ın saygısızlık olarak addetmediği ya da böyle bir şeyi açıkça izhar etmediği bir fiilden yola çıkarak Kur’an ile insanlar arasına girmek yakîn (kesin) bilgi varken zanna tabi olmaktır. Yani Kur’an yazılı bir nüshaya abdestsiz kişilerin dokunabileceğini sahih ve açık bir şekilde belgeleyen bir Herakliyus hadisi varken manası müphem bir ayet ve hadisin peşine düşmektir ki, bu hareketle Cenab-ı Hakkın: “Onlar sadece zanlarına tabi oluyorlar” [104]âyet-i kerimesindeki kınanan “zanna tabi olma” fiili işlenmiş olunur.
Saygı sebebiyle Kur'an'dan uzak kalma düşüncesi ilk bakışta önemsiz gibi gözükmesine rağmen belki de İslâm âleminin Kur'an'dan uzaklaşmasında en büyük rolü oynamış ve Kur'an'a yapılacak gerçek saygısızlığın tohumlarını atmıştır. Kur'an mü'minlerin rehberi, kılavuzudur ve oku emriyle başlayan kılavuz sadece okuyana kılavuzluk eder. Gerekçesi saygı da olsa rehberinden uzaklaşanların elde edeceği en iyimser sonuç yolunu şaşırmak olacaktır. İnsanların kılavuzlarına dokunmalarına birtakım engeller getirmek onları ya bu rehberden soğutacak ya da bıkkınlığa yol açan sıkıntılara girmelerine sebep olacaktır.
Müslümanlar olarak bizler düşmanın sözüne değil dostumuz olan Allah'ın sözüne kulak verelim. Genç, ihtiyar, kadın, erkek, her yaşta Allah'ın dinini öğrenmek için Kur'anı okuyup anlayalım, anladıklarımızı yaşamaya çalışalım. Allah'ın dinini yüceltenleri elbette Allah yüceltecek ve şereflendirecektir. Bilesiniz ki bütün şeref Allah'ın yanındadır. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
Şimdi gelelim namazın içindeki farzlara ve namazın nasıl kılınacağına:
Namaza başlamak için niyet ediyorsunuz. Kılmaya niyetlendiğiniz namazı zaten Allah bildiğinden, niyetinizi şu şekilde edebilirsiniz: "Niyet ettim, salâtı İKAME etmeye".
Ettiğimiz niyet içinde “namaz” kelimesi yerine “salât” kelimesinin geçmesinin nedeni şudur: Namaz Farsça’dır ve "Ateşe secde=Nomad” demektir. Selçuklular onu SALÂT kelimesi yerine kullanmışlardır. Ve günümüzde hala “salât” yerine bu “namaz” kelimesi kullanılmaktadır.
Niyetten sonra ise "Allahüekber" diyerek "GİRİŞ=İftitah tekbiri" yapıyorsunuz. Elinizi bağlayabilir ya da aşağı bırakabilirsiniz. İkisini de Resulullah yapmıştır. Yani sadece el bağlamak ya da elleri serbest bırakmak "Süreğen" değildir. "İçinizden geleni yapınız". KOLAY OLANI diyor Allah! İster elinizi bağlayın ister bağlamayın… Aynı şekilde daha önce Tekbir alırken de, ister ellerinizi, birini tutar gibi omuz hizasına kaldırın, isterseniz "Kulak memenize dokundurun, ikisi de Resulullah uygulamasıdır. Fark etmez. Hangisi kolayınıza geliyorsa onu yapın.
(İftitah tekbirinde, Allah’u ekber deyip ellerimizi kaldırmamızın manası, işaret diliyle, Allah’ın, bizden ve kâinattaki her şeyden daha büyük olduğunu ifade etmek içindir. Yani el kaldırmakla Kâinatı işaret etmiş oluyoruz. Dileyen kollarını kaldırır dileyen kaldırmaz. Namazda önemli olan kıyam-ruku-secde ve kade hareketlerinin yapılması ve Kur’an dışında bir şeyin okunmamasıdır).
(Kur’an’ın tabiriyle, 7 gök ve misli olarak 7 tane de Arz bulunmaktadır. Secde demek; Gökten (Kıyamdan) Yer'e (Arz) alnını koymaktır. Namaz mü'min'in mir'acıdır: Yani kıldığımız namazın KONSANTRASYONU ve dosdoğrulu ile ilgili olarak 1,2......7 kat'a yükselir, huşuya erer, namazın anlamını idrak ederiz).
Kadınları cinsel obje gören Emevici zihniyet, onlara tekbiri "KİBAR" aldırıyor.  Ellerini "Göğüs=MEME" üzerine bağlatıyor (Sözde mahrem bölgeleri bu şekilde örtülmüş oluyor. Sorarlar adama: Erkekte alt bölge mahrem oluyorda, kadında sadece memeler mi mahrem… Onların alt bölgesi mahrem değil mi?) Yağ tulumu kadınlarımızı, rükuya vardırırken eğdirmiyorlar bile (Bırakın da SPOR yapsınlar, eğilsinler). Sonra da İngiliz Lady'lerinin ata yan binmesi gibi "YERDE " kibar kibar oturtuyorlar. Çünkü amaçları "KADIN SEYRETMEK". Emeviye saraylarındaki cariye sayısı toplamı 1200dü. Ondan bir önceki Hz. Ali'nin ise bir tek Hz. FATIMA'sı vardı! Şu farkı görüyor musunuz? Kadın cariye ordusuna, namaz nasıl kıldırılıyor? Doğrumu bu? Kadın Hamile olur, hasta olur, tamam ama bu erkek için de geçerlidir. Zorlanmamak için "Kolay" namaz kılarsın. Hatta kaş-göz imasıyla… Fakat sapasağlam şişko kadını "Aman eğdirmeyelim, torpil geçelim" diyen o batasıca zihniyet? Doğru mu sizce…
Namazda kıyamda iken "DİLEDİĞİNİZ BİR SURE" okuyabilirsiniz. İllaki Fatiha okunacak diye DAYATAMAZSINIZ. İlla ki Fatiha derseniz, bidat yapmış olursunuz. Gelenekçiler, Fatiha’ya  "Andolsun sana şu yediyi verdik" ayetini delil göstererek namazda okunmasının mecbur olduğunu söylüyorlar. Ama bu delil değildir. Çünkü
1. Fatiha=Açılış=İlk sure anlamına gelir. Acaba Allah ilk sure olarak neyi gönderdi? Alak. Ne oldu şimdi? Alak=Fatiha. Birinci sure, ardından Kalem, Müzemmil, Müddesir ve sonra HAMDELE geldi. Hamdele dediğimiz süre şu bizim fatiha ve beşinci suredir.
2. Açın bakalım Kur'an'ı Fatiha kaç ayet? 7 mi? Hayır 6 ayet! "BESMELE” HEPSİNİN BAŞINDA VAR. Neden Fatiha'nın başındaki besmele AYET oluyor da, diğerleri değil? Asr suresi 3 ayet... O zaman besmeleyi de sayalım olsun 4 ayet. Ya hepsine uygulayalım besmeleyi ya da hiçbirine...
3. Fatiha süresine dikkat edin. "İKİ AYRI BÖLÜMDÜR". Maliki Yevmiddin ile ilk bölümü biter. İkinci bölüm birden DUA olur, "İyyake neabüdü ve iyyake nestain, ihdinassıratal..." sonuna kadar olan bölüm ise EBİ LEHEB suresinin başıdır. Yani tek başına Sure değildir. Üstelik olsa bile 6 ayettir.
Fatiha=Alak ilk beş ayettir. Yani Hira dağındaki mağarada inen ilk beş ayetin adı Fatiha=Açılış=Alaktır ve Kur’an bununla başladı.  Altıncı ayetten itibaren "Yine Ebi Leheb" süresidir. Zaten altıncı ayetten sonrasının “MEDİNE” de indiğini Gelenekçilerde itiraf ediyorlar. Öyleyse, o ayetlerin Alak süresi içinde ne işi var? Kim koymuş onları oraya? Güya  "Cebrail geldi dizdi, kontrol etti, gitti" diye HADİS uyduruyorlar. Peki, Allah neden en başında böyle bir sıralama olarak indirmedi ki Kur’an’ı?
Sonuç olarak Kıyamda iken fatihayı okumak zorunda değilsiniz. Herhangi bir süre okuyabilirsiniz. İllaki ben her rekâtta Fatihayı okuyacam derseniz dinden çıkarsınız. Çünkü Allah’tan başka kimse herhangi bir şeyi farz kılamaz.
Şimdi namazımıza dönelim. “Euzübesmele”yle niyet edersiniz, “Allahuekber” dersiniz ve Euzü besmeleyle birlikte bir kolay kısa sure –mesela nas-okursunuz. Sonra tekbirle (Allahuekber diyerek) Rükuya varırsınız. Rükuda, yaşınıza, zamanınız olup olmamasına, hasta-halsiz olmanıza bağlı olarak 1-3-5-7 gibi “Subhane rabbiyel azim” ya da “Subhanallah” dersiniz. Sonra tekbirle kıyama kalkar ve hemen tekbirle secdeye varırsınız. (Kıyama kalktığınızda Semiallahü limen hamideh, Rabbena lekel Hamd cümlelerini söyleyemezsiniz. Çünkü bunlar Kur’an’da yer almaz. Kur’an’da olmayan hiçbir şeyi namazda söyleyemezsiniz). Secdede 1-3-5-7 vb olmak üzere dilediğiniz kadar SübhanAllâh", "Sübhane Rabbiye" ya da "Sübhane Rabbiye l A'lâ" diyorsunuz. Sonra Allahuekber deyip kade yapıyorsunuz (Ka'de=Kaide=Poponun yere oturması) sonra yine secdeye varıp dilediğiniz kadar yine “SübhanAllâh", "Sübhane Rabbiye" ya da "Sübhane Rabbiye l A'lâ" dedikten sonra ikinci rekâta kalkıyorsunuz. İkinci rekâtta da aynı şeyleri yineliyorsunuz ve son kadenizi yapıyorsunuz. Burada (Kadede) bir zammı sure (Mesela ASR) okursunuz ve sonra sağa-sola “selam ve selam” diyerekten namazınızı bitirmiş olursunuz.
Namazdan sonra dua ederken de Sübhaneke, Salli Barik, Rabbenaları ve kunutlar dualarını okuyabilirsiniz. Ancak bunları namaz içinde okursanız namazınız bozulur.
Ankebut 45: Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir. Allah, yaptıklarınızı bilir.
Müzzemmil 20: …Artık, Kur'an'dan (namazda) kolayınıza geleni okuyun…
Ayet şunu diyor, Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Yani namazda Kur’an’dan okuyun diyor. Başka bir yerden değil. Bunu iyi bir şekilde idrak edelim ve Kur’an’dan olmayan hiçbir şeyi namazda okumayalım.
Sakın ola namazda, kadede iken, "Ettehıyyatü” yü okumaya kalkmayın. Değil namazınızın bozulması, Araplar gibi kâfirlikte ve münafıklıkta en şiddetli, en ileri gitmiş olursunuz. Çünkü “Ettehıyyatülillahi” kelimesinde “Tahiyyat” kelimesi, dizdize oturmak, dizlerin birbirine değmesi anlamlarına gelir ki bu durumda “Ettehıyyatülillahi”  ALLAH ile diz dize oturdum, anlamlarına gelir. Ne biz, Ne Resulullah ne İbrahim babamız (tek dost) ne Cebrail, ALLAH ile DİZDİZE-BİZBİZE oturmadılar ve de hiçbir VARLIK DAHA ALLAHI GÖRMEDİ! Allah’ı görmek sadece İMTİHAN sonrasında ve sadece Sabıkun denen özel bir Naim mekânda mümkündür ki, o da Allah’ın zatı değil Cemali Şerifi (Hoowel-ogram) olacaktır.
Ettehıyyat duası, güya Mirac ‘ta peygamber efendimize verildiği söylenerek Resulullah’a HADİS iftirası atılmıştır. Ettehıyyat duası, Allah ve Resulune atılmış büyük bir iftira olup bunun değil namazda günlük hayatta dahi söylenmesi munafıklık ve kâfirlikte en ileri gitmektir. Okunmamalıdır. Bunun yerine kadede ALAK okuyun, Kalem okuyun, Ayetel Kürsi okuyun, Ali İmran 56 okuyun, istediğinizi okuyun ama onu okumayın.
[Bugünkü kitaplarda yer alan Tahiyyat metni, hadis kitaplarına İbn-i Mes’ud kanalıyla geçen metindir. Bu metnin, bazı ilâveler ve değişmelerle birlikte yer aldığı, daha birçok rivayet mevcuttur. Bu uydurmacılara göre bu Ettehiyyatü, Mirac’ta Allah ile peygamberimiz arasında geçen diyalogtur:
Peygamberimiz, Allah’ın karşısına varınca selâm verir:
- Ettehıyyatü lillahi vesalavatü vettayyibatü
Allah da peygamberimize:
- Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetüllahi ve berekâtühü
Peygamberimiz sadece kendisinin esenlikte olmasına pek razı olmaz :
- Esslamü aleyna ve ala ibadillahissalihin 
Bu manzarayı izleyen Cebrail ve Melekler de:
- Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasülühü, derler.
Cebrail dâhil hiçbir meleğin giremediği o arş katında nasıl oluyor da melekler söylenen sözleri duyuyorlar.
En’am 103: “Gözler O'nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pekiyi bilen, her şeyden haberdar olandır.”

Buyurulmasına rağmen nasıl oluyor da karşısına bir ok mesafesinde yaklaşıyor ve onu görüyor (Bazı hadislere göre de onu görmüyor, yetmiş bin perde arkasından onunla konuşuyor. Bazı hadislerde de onunla diz dize oturmuş). Nasıl senaryo ama?(!) Evet, bunlar uyutmaca, uyuşturmaca şeyler. Amaç İslam dinine şirk ve fitneleri sokarak Allah’ın dinini parçalamaktır].
[Sözde mealcilere göre Tahiyyat, dil ile yapılan kulluk anlamına geliyormuş. Bu durumda Tahiyyat duası şu anlama geliyormuş: “Tahiyyat (Dil ile yapılan kulluklar) ve Salâvat (beden ile yapılan kulluklar) ve Tayyibat (Mal ile yapılan kulluklar) Allah içindir. EY PEYGAMBER! SELÂM, ALLAH’IN RAHMETİ VE BEREKETLERİ SENİN ÜZERİNE OLSUN. Selâm, bizim ve Allah’ın Salih kulları üzerine olsun. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh/ tanrı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın rasülüdür.” Diyorlar. Peki, “tahiyyat” a dizdize oturmak anlamını verdiğinizde dua ne anlama kayıyor bir bakın bakalım. Ayrıca o anlamı verirken bu duanın güya peygambere miracta verilmiş olduğunuda göz önünde bulundurun…]
["Allah bilinmez bulunan bir gizli hazineydi, bilinmeyi istedi ve bilmek BİLİMLE olacağından buna ABİDlik dedi... Bizden akit aldı ve imtihan sonucu bizi dünyada var etti... Akiti bize unutturdu (ilk nefese kadar biliyorduk oysa) ama doğarken AĞLIYORUZ ya, ondan itibaren (Sıvı solunumundan akciğer solunumuna geçince), o Allaha verdiğimiz sözü unutuyoruz. Ta ki son nefeste yeniden anımsıyoruz. Son nefes alınıp-verilen-alınıp-verilen dizgesinden, alınıp da verilmeyen ve/veya verilip de alınamayan SON NEFEStir. İLK NEFES ile SON NEFES arasında bize unutturuldu. Ama ayette bizi Allah Şahid olarak tutmuştur. Onun için ayet gereği, "Eşhedü enla ilahe illallah" diyoruz... O Kalu Bela da Ben, Sen, Peygamber Efendimiz dâhil tüm peygamberler, hayvanlar, bitkiler vb. hepimiz oradaydık. Orada hep birlikte EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH dedik. Peygamberde içimizdeydi… Bu nedenle şehadet getirirken,  Eşhedü Enne Muhammeden Resulullah demek yanlıştır. Onun yerine Eşhedü Enla ilahe İllallah-Muhammeden Resulullah demeliyiz. Eğer bu şehadette “Muhammeden Resulullah” yerine “Eşhedü Enne Muhammeden Resulullah” dersek Resulullullah efendimizi Kalu Belada sanki Allahın yanında ikinci bir tanrı gibi yaparız. Oysa oradaki şehadeti yapan BİZ HEPİMİZDİK... Resulullah da aramızdaydı... Tüm insanlar, Resulullah, karafatma ve Ayşekadın fasulya da... Herşey=Külli Şeyin orada "EŞHEDÜ=Gözümüzle gördük tanığız ki ALLAHtan başka ALLAHLAR yoktur dedik. Orada o Külli Akıl, Külli Ruh, Külli nefs birer birer yoktu. Global olarak vardı. Ben=Maydanoz idim, Mete=Muhammed idi. Yani PAYDA bir TÜMELdir. PAYDA bir bütündür... Benim ve Resulullahın ayrık olması için birer PAY olmamız gerekirdi. Vücudumuz hücrelerden oluşmuş bir BÜTÜNDÜR onların her birinin birer nefsi var ama... Bütün olarak (Payda olarak) ben hepsinin yerine geçiyorum. Amaç benim, hücrelerimin nefiscikleri birer ARAÇ. Biz Kalu Bela’da PAYDA olarak BİR TEK varlık idik. Bizi bir araya toplayan (Külli Şey’ini bir araya getiren) ya da sonsuzda-bir denen paylardan sonsuz tanesini bir araya getirip 1/1 tek PAYDA yapan ALLAHımız bize sordu: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?". KALU BELA=Evet Ya Rabbi, sen bizim Rabbimizsin dedik. Şahit misiniz? diye sordu. Evet, Yarabbi dedik, "ŞAHİDİZ". Ve Eşhedü Enla ilahe illalah dedik (Resulullah ve tüm resuller ile tavşan, kedi vb. hepimiz o külli şeyin içindeydik). O halde bizim şehadetimiz sadece ALLAHa dır. EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH, Muhammeden Resulullah demek gerekir. Biz ALLAHa şahidiz. Orada iki Tanrı yoktu. Resulullah efendimiz, SON elçidir ve biz Ona indirilen Kitapa tabiyiz. EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH, Muhammeden Resulullah... Daha önce İsa, Musa vardı... Yani ikinci cümle değişkendir ama birinci cümle aslolandır: "EŞHEDÜ EN LA İLAHE İLLALLAH; Muhammeden Resulullah...]
Unutmayın ki, namaz; yalnız ve yalnız Allah’a yönelinen, O’na niyaz edilen, bu niyazın gönülden ve bedenle huşu içinde ifade edildiği bir ibadettir. Dolayısıyla namaz ve niyazda Allah’ın yanında başka hiç bir şeye dua edilemez. Ve o namazda, Allah’tan başka hiçbir şey ve hiçbir kimse muhatap alınamaz. Tekbirden selâma kadar namaz içinde muhatap sadece Allah’tır. Ve o namaz içinde sadece Kur’an’dan okumak bir mecburiyettir. Peygamber de olsa, namaz içinde hiç kimseye seslenilemez, ona dua ya da yakarış edilemez. Namazdan sonra dilediğimiz kişilere dua edebiliriz. Ama namaz içinde asla… Nitekim Cin süresi 18. ayette:
 “Mescitler şüphesiz Allah içindir. O hâlde Allah ile birlikte bir başkasına yakarmayın.
Buyurulmaktadır. Bu ayet şunu da söylüyor: Cami içinde siyaset yapılamaz, fotoğraf, plaket veya bunun benzeri bir şey konulamaz, yapıştırılamaz. Bu ayet gereği, camilerde bulunulan, dört halifenin isimlerinin yazılmış olduğu levhalar, Muhammed isminin yazılmış olduğu levhalar tamamıyla kaldırılmalı ve caminin içi her türlü şirkten temizlenmelidir. Bunlar bir nevi putsal levhalardır. Unutmayın ki Camiler Allah’ın anıldığı ve sadece O’nun adının anıldığı evlerdir. Bu tip levhaları koyaraktan Allah’a şirk koyamaz, Allah’ın anıldığı evlerde Allah ile birlikte onları anamayız. Cami içinde Allah yazılı levha dahi bulundurulamaz. Çünkü o levha Allah’ın kendisini ifade etmez. Dolayısıyla Allah isminin yazılı olduğu levhalar dâhil olmak üzere her hangi bir levha, ibadet ettiğiniz o mekânlarda bulunuyorsa siz Allah ile birlikte o levhalara da tapmış olursunuz. Bu nedenle o levhaları camilerden uzaklaştırın. Dilerseniz Allah yazılı levhayı caminin dışına en yüksek yere, Muhammed isminin yazılı olduğu levhayı da caminin giriş kapısına koyabilirsiniz. Ama asla bu iki ismi yan yana yazıp ta Allah’a şirk koşmayın. Ne yani Allah ile Muhammed aynı kategoride mi ki, siz onların isimlerini yan yana yazıyorsunuz. Bunu yapmak Allah’a şirk koşmak, O’na eş birini edinmek demektir. Ayrıca dört halifenin isimlerini hiçbir yere asmayın. (bin tane halife olsaydı onların isimlerini nereye asacaktınız ki?) Onları çok sevin, onlara dua edin ama onlara tapmayın.
“Rabbena Atina”, “Rabbenağfirli”, “Kunut duaları”, “Salli ve Barik duaları” da Kur’an da yokturlar. Bunlar ilahi, şiirdirler. Bu nedenle namaz içinde okunamazlar. "Allahümme saalli ala.........Muhammed” ya da “Allahümme baarik ala.........Muhammed” dendiğinde bunlar ayet olmadığından Resulullah’ı, Allah’ın NAMAZI içine monte ederiz ve bu şekilde Allah’a ŞİRK koşmuş oluruz. (Nitekim Maliki mezhebinde de Sübhaneke ve Ettehiyyatü okunmaz. Nedeni üzerinde düşünmek lazım… Bir mezhep okunmasına evet derken başka bir mezhep okunmasını reddeder. Bu bir çelişki değil midir? Hâlbuki Allah’ın yasalarında, emirlerinde çelişki olmaz. O en mükemmel olandır, emirlerinde değişim olmayandır. Söylediği zaman, emrettiği zaman en güzel şekilde söyler, emreder. Dolayısıyla en güzel, en mükemmel olan şeyin de değişmesi gibi bir durum da söz konusu olamaz).
İsteyen “Rabbena Atina”, “Rabbenağfirli”, “Kunut duaları”, “Salli ve Barik duaları” nı namaz dışında okuyabilir ve her birinden sonra amin diyebilir. (Âmin kelimesi dahi namaz içinde söylenemez. Namaz dışında istediğiniz kadar söyleyebilirsiniz).

NAMAZ SADECE ALLAH’a matuftur. Tek mercii Allah’tır. Resullullah’a ait kasideleri, naat ve şiirleri namaza korsak, bu kuralı çiğnemiş oluruz. O zaman biri çıkar ve der ki, Süleyman Çelebinin mevlidinden "Şefaat Ya Resulullah.... Amine hatun...”vb. leride ekler...
Ayrıca namazda okuduğumuz ayetleri, KUR’AN’DAKİ BİÇİMİYLE okumalıyız. Eğer okuduğumuz ayetin bir KELİMEsi bile değişirse o KUR’AN’ dan değildir!
Örneğin "Ben Allahım". Bu ayettir. Ama eksik ayet: "Firavun dedi ki: "Ben Allahım!" şeklinde denmesi gerekir. Eğer “Firavun” ve “Kala (dedi)” kelimelerini kaldırır sadece “Ben Allahım" dersek hataya düşeriz. Yani okuyacaksak "Ben Allahım" diye değil; "Firavun dedi ki, Ben Allahım"... "O ne yaman söz söyledi!", şeklindeki ayeti tam anlamıyla okumamız gerekir.
Rabbena atine ve rabbenağfirli”yi namaz içinde okuyabilmeniz için bunları, Kur’an’dan TIPATIP bulmanız gerekir. "Allahümme rabbenağfirli velilalideyye ve lil müminine..." diye TASTAMAM bir ayet göstermek gerekir. "Allahümme" yok gördünüz mü? “Rabbenağfirli velivalideyye ve lil mü minine yevme yukımül hisab”. Rabbena Atinayı o ayet içinden alıp bulunuz. “Rabbena atina fiddünya haseneten ve fil ahıreti haseneten vekına azabennar”. Yok! Yama biçiminde kullanılmakta. “Allahümme” bir yerden, “Rabbenağfirli” bir yerden, Rabbena Atina bir kombinezon oluşturulmuş. Sübhaneke değişik kombinasyonların bir araya ilahi biçiminde toplanması, hatta “celle senaüke” bazen kullanılan bir kombinezon. “Ettehıyyatü (Oturduk) lillahi (Allah ile dizdize)”... Bunun yerini gösteriniz... Gösteremezsiniz… Çünkü yok… O halde bunları terk edip, namazda sadece Kur’an’dan olanları okuyacağız…
Bakara 201. “Ve minhüm mey yekulü rabbena atine fid dünya hasenetev ve fil ahırati hasenetev ve kına azaben nar”
Eğer "Ve minhüm mey yekulü rabbena atine fid dünya hasenetev ve fil ahırati hasenetev ve kına azaben nar" derseniz, yani başına "Ve minhüm mey yekulü" korsanız “Rabbena atina” olacaktır. İşte bu şekilde, Kur’an’daki haliyle kullanırsanız NAMAZDA okuyabilirsiniz. Aksi halde okuyamazsınız…
Semiallahü limen Hamideh” ve “Rabbena Lekel hamd” cümleleride namaz içinde söylenmezler Çünkü Kur’an’dan değillerdir. Okunamazlar. Bunların yerine "Allahüekber" denir. Ebu Süfyan, Muaviye ve Yezid üçgeni olan bu 3-Gen(etik) bunları namaza koymuşlardır. Unutmayın ki, Kur’an’dan okumak farzdır. Kur’an’dan okurken de farklı sürelerde yer alan ayetleri birbirine bağlayıp okuyamayız. Süre ya da ayet ne ise direk onu okumamız gerekir. Yani Bakara süresinden bir ayetin bir kısmını, Yasin süresinden bir ayete bağlayıp bunlar sanki bir bütünmüş gibi okuyamayız. Okuyacaksak ayet ne ise, direk onu okumalıyız. Ya Bakara süresinin o ayetini ya da Yasin süresinin o ayetini… Çünkü Kur’an’daki "Farklı yerlerden montaj edilmiş" bir YENİ ŞEY oluşturmak bir afettir. Adeta Allah’tan daha güzel bir şey yazabileceğimizi ima etmektir.
Kur’an açısından bir hanif ÇOK DİKKATLİDİR, TİTİZDİR. Yoksa titizlik: Adam, abdest alacak arkasında bir kuyruk oluşmuş ve sevapmış niyetiyle 7 kere elini yıkayacak. Bu sevap değil o kuyruktaki kişilerin hakkını gasp etmektir. Adam, tuvalete giriyor isticra ediyor. 15 dakika ıkınıp sıkınıyor, "Son damla" diye... Yaz sıcağında en az 25 bardak su, bir o kadar çay, meşrubat içecek ve HADİSLERE göre: "Başını eline koyacaksın, kıbleye diz çökeceksin, besmele çekip üç yudumda suyu içip, her yudumdan sonra elhamdülillah diyeceksin...". Bunlar TİTİZLİK değil! Bunlar sapıklıktır! Asıl titizlik Kur’an’a harfiyen uymaktır. Kur’an denen SAĞLAMA kitabımız,  yapmış olduğumuz herhangi bir eylemi ya da işlemi onaylamıyorsa, hemen o eylemi terk etmektir.
Namazda okuduğumuz ayetleri, kulağımızın duyabileceği fısıltıda okumamız gerekmektedir. Yani namazda okuduğunuz her şeyi içten değil, fısıltı şeklinde duyabileceğiniz ölçüde ayarlamanız gerekmektedir. Nitekim bununla ilgili ayet aşağıdaki gibidir:
İsra 110: De ki: "İster Allah diye yakarın, ister Rahman diye yakarın. Hangisiyle yakarırsanız yakarın, en güzel isimler O'nundur. Namazda sesini yükseltme, kısma da. İkisi ortası bir yol tut."
Ayet açıkça diyor ki, "Ağzından çıkanı sadece senin kulağının duyacağı kadar” bu ayettir. İçinden sadece zikredebilirsin. Ama namazlar, özellikle SABAH namazı ŞAHİDLİ (Meşhud)dir. Siz tüm meleklerin imamı oluyorsunuz o sırada... Başta kiramen katibin melekleri olmak üzere, tüm melekler, içimizden geçeni ASLA BİLEMEZLER (Allahtan başkası asla bilemez). Yani ağzınızdan çıkan sözü DUYUNCA yazarlar... Dolayısıyla fısıltıdaki tüm keskinlikleri bırakarak yumuşak fısıltıyla okuyacaksınız. Yanındaki kimse sizi duymayacak ama siz kendi fısıltını duyacaksınız.
Namazda İLLA Kİ KUR’AN’DAN OKUMAK ZORUNDAYIZ ve okuduğumuz her şeyin de anlamını bilmemiz gerekmektedir. Çünkü Allah ayette “kolayınıza geleni okuyun” diyordu [Kur’an’dan hiç bir şey bilmeyen biri Elif-Lam -Mim vb. diyerek bile namaz kılabilir (Mukattaa harfler birer ayettir)].
Her rekâtta, Fatihayı okumayı, kendinize farz edemezsiniz. Sübhaneke, Ettehiyyatü, Salli-Barik duaları, Kunut duaları, Rabbena Atina- Rabbenağfirli duaları, Semiallahü limen Hamideh ve Rabbena Lekel hamd ‘ı namaz içinde okuyamadığız, söyleyemediğiniz gibi namaz içinde âmin kelimesini de kullanamazsınız. Yani namazda okuyacağınız Fatihadan sonra âmin diyemezsiniz. Namazınız o anda bozulur. Âmini namaz içinde kullanmayın. Ancak namaz bittikten sonra istediğiniz kadar söyleyebilirsiniz.
Şimdi biraz “Âmin” kelimesi üzerinde konuşalım:
NAMAZ İÇİNDE farz olan kıraattır (Kur’an’dan ayet okumak). İşine gelen en kolayı, fakat KUR’AN’DAN olanı okumak... Âmin bile dememek. Âmin Kur’an’da hiç bir yerde geçmez. Namaz sonrası Resulullah Âmin demiştir ve dedirtmiştir. Hem de NAMAZ dışındaki Fatihalarda topluca Âmin demiştir ve dedirtmiştir. Namaz dışında Âmini ilk kullanan da Hz. İbrahim atamızdır. Fakat namaz içindeki Fatihaya âmin demek (ayet olsaydı bozmazdı) namazı bozar. Diyelim ki yanlışlıkla birinci rekâtta söylediniz. Bu durumda namazınız bozulmaz. Ama ikinci rekâtta ikinci kez amin derseniz NAMAZ sahibine iade edilir (Maun olur, suratınıza çarpar). Yani iki kez hata yapılamaz. Hele ki, topluca namazda "Amiiiin" diye bağırıyorsak, Eyvah! Namaz toptan maun olur ve cemaatin yüzüne çarpılır. Ne biçim iş ettiniz diye!
Babalarımız, annelerimiz, vs. biz onları çok seviyoruz. Ancak şu ata dini... Hindular da, budistler de aynı şekilde... Mesela budistler ellerinde bir çan ile gezerler (Bu da onların AMİNi). Yani bizim de âmin dememiz bir tür ÇAN çıngırak çalmak değil mi? “Âmin”i kullanın, 24 saat kullanın fakat 2 rekâtx3 vakit olan namaz içinde kullanmayın. 2 rekâtx3 vakit içinde “Âmin” yoktur. Çünkü Âmin diye bir ayet yoktur.
{“Âmin” kelimesinin tarihi: AUM MANİ >>> Om-Mani=Sankritçe İnanmak, İman etmek, Âmin demek. Bunun devamı da şudur: Aum Man i Padme Hum. Âmin ve Hum=Ona (İng. Him, Arapça Hüm). Padme nedir merak ettiniz mi? İki şey var: POD ve ANTİPOD. İki kutup. POD=PA=BABA=AYAK UCU. POD=SOYUTTUR, Antipod ise somuttur, maddedir. Onun adı da MOD=Matter, Moder, Mother, ana. POD Spirtualdir, Mod ise materyaldir. Pad=Father, Peder, aynı zamanda ayak=PA (sankritçe ve farsça vb.) Ommani (Âmin=İman ettik, Amenna) Padme (Materyalin tersi spirtal olan, yani görünmeyen) Hum=Ona... Dikkat ediniz ki Sanki GÖRMEDEN gözümüzle görmüş gibi şahidiz ve iman ediyoruz Ona diyor... Sanki âmin ile aynı şeyi söylüyoruz VED (Buddha) ile… [Suvaga ya da Suva da ŞİVA (Şinto tanrıça), aynı zamanda Brahman ve Hindu ortak tanrıçası (Diğeri Krişna). Şiva ve NESin (Nisra=Kartal, NESRİN=DİŞİ KARTAL) ikisinin bayan olduğunu biliyoruz. Diğerleri VED (Vidd, Buddha) Yağus, Yeüke vb. erkek... Bunların her biri BİR RESUL idi... Bir din idi. Bu dinler bozula bazula bu hale geldiler. Şamanizm gibi… Biraz paganist biraz Caynacı biraz da felsefeci]. Hz. İbrahim’den itibaren “Âmin” kelimesi kavram olarak anlamını korumuş ve anlam olarak (Brahman dininde Âmin=O ma mani padme Hum şeklindedir) aynen gelmiş, âmin olmuş, amen olmuş kullanıyoruz. Bu nedenle ÂMİN kelimesi evrensel bir kelimedir. Ancak, âmin kelimesi Kur’an’da geçmediğinden, namazda fatihayı okuyup (NAMAZ İÇİNDE) âmin derseniz namazınız bozulur. Fakat namaz dışında okuduğunuz bütün Fatihalardan sonra âmin diyebilirsiniz.}
Soru: Rükû ve Secde'de söylediğimiz "Süphanerabbiüyelazim" ve "Süphanerabbüyelala" sözleri yerine, örneğin "Allahuekber" diyebilirmiyiz? Bunları üç kez tekrarlamamızın nedeni, kaynağı nedir?
Allahuekber İLK kez en başta ve niyetten sonra geçerlidir. Sonrakiler BİLİNEN SÜNNETTİR. Azim ve ala da sünnettir, Resulullah YAPMIŞTIR. Hadis değildir SİYER'DENDİR.
Biz şöyle yapıyoruz, niyet/Allahüekber ile iftitah tekbiri, Euzübesmele ve sure (Nas gibi), âmin demeden Allahüekber diyor ve rükuya varıyoruz (Namaza Allah’ın en büyük ismi olan Allahüekber ile başlamak farzdır).
1.Dilersek üç kez ya da bir kez sübhane rabbiyel (ya da sübhanallah) diyoruz
2.Dilemezsek (Zamanımız yoksa)
Allahüekber diye eğilip hemen Allahüekber diye kalkıyoruz. Yukarıda iki tane alternatif gösterdik. Ayrıca namazda bazen ellerimizi bağlıyoruz bazen de aşağı bırakıyoruz. Bazen ayaklarımızı bitiştirip bazen açıyoruz. Çünkü uygulamada ikisi de var ve tadili erkan gibi bir KALIP değil. Yani hangisi kolayımıza geliyorsa, o sırada hangisi işimize gelirse onu yapıyoruz.
Soru: Kade şart mıdır? Kaynağı nedir? En son verilen selam şart mıdır, kaynağı nedir?
Kade şarttır. Çünkü Cenaze namazında kade ve secde yoktur ve bu nedenle namaz değil DUA'dırlar. Eğer yer kötü zemin ise ve ellerini birleştirip, yere değdirmeden alnını ellerin üzerine koyabilirsin. Yani elin baş hizasında bile olabilir. Unutmayın: SADECE KOLAYLIK üzerine salât kurgulanmıştır.
Ka'de=Kaide=Poponun yere oturması kavramı SECDE sırasında ZORUNLU GEÇTİĞİN bir harekettir. Yani ellerini dizine koymazsan EĞİLEMEZSİN. Eğer dizlerini yere koyup da eğilemezsen SECDE EDEMEZSİN. Secdeyn=Çift secde olduğundan. İki secde arasında bir KA'DE MECBURİ HAREKETTİR. Arada dikilip oturmazsan İKİ SECDE EDEMEZSİN. Demek ki Ka'de de VAR ve mecburidir.
Selam şunun için var: Bir kişinin namazda mı, yoksa namazı bitirmiş duada mı olup olmadığını bilemezsin. Bir kişi namazda ise önünden geçemeyeceğin için, önünden geçebileceğini onun selamı bildirir. Selamdan sonra hemen pozisyonunu RAHATLATMALISIN ki, namazının bittiği bilinsin ve ona göre soru ya da önünden geçmek fiilleri oluşsun. Selam vermek (Namazı bitirmek için sağa-sola selam ve selam demek) ayetlerde SEYAM vermek biçiminde Kade gibi GİZLİ olarak geçiyor. Açık olarak yoktur (Vardır da, işin teviline girip ayetleri bulup birbirine tevafuk edip, Selam ve Ka'de'nin gizli ama AÇIK detaylı olduğunu göstermek gerekiyor).
Soru: Namaz kılarken yaptığımız hareketlerde kadın ve erkek arasında gerçekten bir fark var mıdır?
Hayır yoktur. Çünkü erkekler ve kadınlar yoktur. İNSANLAR vardır. Kadının iftitah tekbirini alırken ellerini kulaktan aşağı tutması bir arap ataerkil âdetidir. Kadının ellerini göğsü üzerinde tutması ise tamamen bir sapıklıktır.
Bir Hadis'e göre de kadınları 75 cm. erkekleri 50 santim aşağı gömmek gerekiyormuş, öldüklerinde... Çünkü kadınlar PİSMİŞ ve PİSLİKMİŞ (Sahihi Buhari ve Müslim böyle diyor). Derine göm ki, kokmasın pisliklerin cesetleri... Erkekler mis gibi kokar ya, hele cesetleri mis… miss.
İftitah tekbirinde eli kaldırmak sünnettir. FARZ değildir. Elleri bağlamak ya da serbest bırakmak ikisi de FARZ değildir ve serbesttir. Kaldı ki "Ellerini göğsüne-beline bağlamak olayı, kadınlara iftira edilen PİSLİKLİKTEN kaynaklanıyor. Rükûda elleri dizlere koymak bir rahatlıktır (Namaz kolaylıktır, jimnastik zorunlu hareketleri değildir). Secde ederken de eller kolaylık olsun diye yere konuyor. Önemli olan ELLER değil; alnın yere değmesi... Yani bir insan KOLSUZ da olabilir ve kolunu kullanmadan namaz kılabilir ama BAŞSIZ ve ALINSIZ bir insan yoktur... (İslamiyet akıl dinidir malum).
Soru: Namazda yalnızca Kur'an okunur, bu tamam. Peki, Kur'an'ı ana dilimizde neden okuyamıyoruz. Allah'ın birebir sözü olmadığı, tam bir çeviriri olmadığı ve 7 anlamı içermediği için mi? Ben "Elhamdü lillahi Rabb'il alemiyn" dediğimde Arapça bilmediğim için bana çok fazla bir şey vermiyor ama "Hamd âlemlerin Rabb'i olan Allah'adır" dediğimde yani tam olarak anlayarak okuduğumda bana etkili ve mantıklı geliyor. Namazı böyle kılmamız neden doğru olamıyor? Neden Allah'a tam olarak anladığım bir dilde ibadet edemiyorum?
Kur'an'dan KOLAYINIZA GELENİ OKUYUN demek. "KUR'AN'DAN " demek, bir de "KOLAY BİR SURE" demek. Açıkça belli değil mi? Onda şifre (Cifir, Tılsım ve Şifa) var. KOLAY olan sureleri bilmek (Anlamı da dâhil) zorundasın çünkü: "SEN İÇLERİNDE OLUP DA NAMAZ KILDIRDIĞında" DİYEN AYETLERDE, senin "KUR'AN"dan KOLAY bir sure bilmen ve anlamını da zaten bilmen önerilmiş. İmamlığın şartı budur. Tüm müslümanlar İMAMDIR (Mecburi. Hayatında en az bir kez NAMAZ KILDIRACAKSIN). En azından bir surenin, bir tek ayetini orijinal olarak ve anlamıyla, ARAPÇASI/Türkçesiyle bilecektir. Allah yüz yıllık ömür vermiş insanlara. Bunu bilmeye HİÇ Mİ ZAMANI olmadı 70 yılda... O sözler ORİJİNAL ALLAH KELAMIDIR. Allah'ın ağzından çıktığı gibidir… Namaz bittikten sonra ise dilediğiniz kadar kendi dilinizden Kur’an’ı okuyabilirsiniz…
Soru: Namaz ne zamandan beri var ve Namazın iki rekât olduğunu nereden anlıyoruz?
Âdem’den İbrahim’e kadar namaz, Secde ve Rükûdan ibaretti. Ancak, İbrahim’den itibaren, İftitah Tekbiri (Kıyam) + Rükû (Eğilme) + Secde ve İbrahim ile Kade olmak üzere dört bedensel hareket halinde dizayn edildi namaz. Bunu nereden biliyoruz? "Sizden öncekilere farz olduğu gibi namaz size de farz oldu" ayetinden... İki rekât olduğunu ise; Nisa 102. ayette “"Bir secdeden sonra, namaz kılmamış ikinci grup gelsin seninle namaz kılsınlar" diyor. İmamın iki secde etmesinden REKÂT kelimesini anlıyoruz. Rekât 2 kat demek (Sankritçe “Re” >>> İKİ, YİNElemek “KAAT” >>> katlamak, ikiye katlamak... Namazı DİZAYN eden TEK KİŞİ İBRAHİM ATAMIZDIR. Melekler Âdeme secde edince Âdem de bir centilmen olarak rükû etmiştir. Ama bedeni ritüeli belirleyip ALLAHa teklif eden İbrahim’dir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder