21 Eylül 2010 Salı

KUR’AN’A GÖRE BAŞÖRTÜSÜ YOKTUR

Nur 30: Kul lil mü'minıne yeğuddu min ebsarihim ve yahfezu fürucehüm zalike ezka lehüm innellahe habırum bima yasneun.
Nur 31: Ve kul lil mü'minati yağdudne min ebsarihinne ve yahfazne fürucehünne ve la yübdıne zınetehünne illa ma zahera minha vle yadribne bi humurihinne ala cüyubihinne ve la yübdıne zınetehünne illa li büuletihinne ev abaihinne ev abai büuletihinne ev ebaihinne ev ebnai büuletihnne ev ıhvanihinne ev benı ıhvanihinne ev benı ehavatihınne ev nisaihinne ev ma meleket eymanühünne evit tabiıyne ğayri ülil irbeti miner ricali evit tıflillezıne lem yazheru ala avratin nisai ve la yadribne bi ercülihunne li yu'leme ma yuhfıne min zınetihinn ve tubu ilellahi cemıan eyyühel mü'minune lealleküm tüflihun.
Şimdi ayetleri kavram kavram ele alarak inceleyelim.
Nur 31: Ve kul lil mü'minati yağdudne min ebsarihinne >>> Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler… Yani, "Gözleriyle ya da örneğin dudağını ıslatarak vb. cinsel sinyal vermesinler" deniyor ayette ve bunu "İKİ KADININ" rekabeti açısından söylüyor. Şöyle ki, iki kadın düşünün ve ikisinde de aynı ziynetler var. Biri normal olarak utanmayacağı kadar örtünürken, diğeri ise haksız rekabet etmekte ve etrafa cinsel içerikli mesajlar vermektedir. İşte bu ayet, kadınlar arasındaki bu haksız rekabeti gidermek için, kadınların bu şekilde davranması gerekliliğinden bahsetmektedir.
Dikkat ediniz, ERKEKLER ayetten dışarlanmıştır. Yani bu KADINLAR arası bir sorun ve KADINLAR ARASI rekabete dayalı. Bu bir yarıştır. Kadın beğenilmek ve "gelin" gitmek ister ama rakibeleri vardır. Yani kadın, kadına rakibedir. Bu yarışta, kimi de kuralları bozar. Kişilik değil, dişilik silahlarını öne çıkarır. Biri hanım hanımcık takılırken, diğeri ayetin deyimiyle "gözleriyle ve imalarıyla cinsel mesaj vermekte" ve böylece yan yana yürüdüğü diğer hemcinsine "haksız rekabet" yapmaktadır. Bu açıdan bakıldığında ayet kadınlar arası rekabeti önleyici bir SPESİFİK yapıya sahiptir.
“Mümin kadınlara de ki...” ifadesinden anlaşılacağı üzere, mümin olmayan kadın da var bunun yanında... Yani HAKSIZ rekabet yaratan... Ayetin tanımladığı durum; bakım ve makyajdan kaçının değil, karşıdaki kişiye CİNSEL anlama gelebilecek bir mesajdan kaçının anlamındadır. Çünkü ayette "Bakışlarıyla mesaj vermesinler" denmektedir. Bakmak başka, mesaj vermek başka... Şen, neşeli bir bayan olunuz. Bu hafiflik değildir ama bunu cinsel maske olarak kullanmak ayetin deyimiyle haksız bir rekabettir ve kaçınılması gereken bir davranıştır. Ayet incelendiğinde, aslında ayetin iki farklı kadın tiplemesine yer verdiği görülür:  Birinci kadın tipi, "Ağır ve zor elde edilen", ikinci tipleme ise kolay... Yani birinci tip ÖMÜR BOYU evliliğe layık gördüğümüz tip... İkincisi "evlenilmeye güvenilmeyen kadın tipi". Evlenirken gözünüzün arkada kalacağı tiptir. İşte ayette “bakışlarını yere indirsinler” ifadesi, bu açıdan incelendiğinde “gözünü yere diksinler-yere bakarak yürüsünler” anlamına gelmiyor. Ayet, bütün kadınlara “Evli” gibi AĞIR durun diyerekten, iki tip kadın arasındaki haksız rekabeti önlemektedir. Her ikisine de neşeli olmayı fakat hafif meşrep olmamayı söylemektedir. "Eğer hafif davranırsanız, sizinle erkek evlenmez, ancak istifade eder" demeye getiriyor. Anlık olarak yararlanır ve siz yıllarca ondan buna evlenemeden yaşlanana kadar sürter gidersiniz diyor ayet...
Ayrıca ayette, “…mümin kadınlara da söyle” ifadesindeki “da” eki nedeniyle aynı sakınmalar Nur 30. ayet gereği, erkekler içinde geçerlidir. Yani, hem kadının hem erkeğin, fıtratlarında var olan arzuları uyandırarak şehvete dönüştürecek tarzda birbirlerine bakmamaları, iffetlerini korumaları gerekmektedir. Bu arzuları uyandırmadan birbirlerini görmelerinde, birbirlerine bakmalarında ise, sakınca yoktur.
Şimdi Nur 31. ayette “zınetehünne” yani “ziynetlerini” kelimesinin ne anlama geldiğine bakalım: Bir ayette “ziynet” ifadesi tek başına kullanılıyorsa yani “bir erkeğin ziyneti” ya da “bir kadının ziyneti” ya da “ziynetlerinizi göstermeyin” şeklinde kullanılmamışsa; kolye, bilezik, ayak bileziği vb. anlamlara gelir. Bu bilgiler ışığında ayete baktığımızda, ayette geçen “ziynet” kelimesinin insan bedeni ile ilişkili olan bir “ziynet” olduğunu görürüz. Yani takı, kolye, bilezik vb. değil, bedenin bazı bölgelerini temsil eden yerler anlamında… Dolayısıyla;  bir kadına ve bir erkeğe ait olan ziynetler, bedeninde bulunan belli bölgelerle ilişkilidir. Mesela, biyolojide gövde bölgesi dediğimiz zaman aslında, göğüs-kaburga-karın üçlüsünden bahsetmişiz demektir. Ya da karın boşluğu dediğimiz zaman aslında, mide-pankreas-böbrekler-karaciğer-bağırsaklar-dalak tan bahsediyoruz demektir. Aynı şekilde Nur 31. ayette bahsedilen “ziynetlerinizi” ifadesi de böyle bir kavramdır. Yani bir kadının ziyneti dendiğinde; göğüsleri-popo ve ön bölgesi, bir erkeğin ziyneti dendiğinde ise popo ve ön bölgesi kastedilmiş demektir…
Sünnet mezheplerine göre ise; “ziynet” sadece Cevahir=Mücevher=Takı=Kolye, Bilezik, halhal=Ayak bileziği, süs vb. sayılmıştır. Amaç hadisleri doğru çıkarmak pahasına Allah’ın ayetlerini çarpıtmak, Allah adına yalan uydurmaktır. Oysa “ziynet” kelimesi insanın belli bölgelerini temsil eden ve kadın-erkekte farklılık gösteren yerler anlamına da gelmektedir. Bir kadının ziyneti, bir erkeğin ziyneti ya da ziynetlerinizi örtün dendiğinde kastedilen anlam budur. Yoksa takı, kolye, bilezik vb. değil… Nitekim ayette geçen, “kadınların cinsel yönlerini anlamayan çocuklar” vurgusundan anlıyoruz ki, ziynetin; küpeyle, tokayla ilgisi yoktur. Tamamen alımlı bölgelerin, yani göğüs, kalça, ön bölge(cinsel organlar) gibi noktaların örtünmesi ile ilgilidir…

Gelenekçilere göre; Nur 31. ayetin çarpıtılmış meali şu şekildedir:
“Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar: görünmesi zaruri olanların dışında ziynetlerini açmasınlar ve başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar; ziynetlerini, kocalarından veya babalarından yahut kayın babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut kardeş oğullarından yahut kız kardeş oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut sahibi bulundukları cariyelerden veya uyuntu (şehvetten yoksun) erkek hizmetçilerden veya henüz kadınların şehvet uyarıcı taraflarından habersiz çocuklardan başkasına göstermesinler; gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tevbe edin ki, mutluluğu bulabilesiniz.”
Mealciler “ziynet” kelimesini sadece Cevahir=Mücevher=Takı=Kolye, Bilezik, halhal=Ayak bileziği, süs vb. şeklinde algıladıklarından, ayeti de bu anlam ışığında çarpıtmış ve tamamıyla anlamsız bir meal ortaya koymuşlardır. Mealcilerin hepside birbirinden çala kalem meal yaptıklarından, yanlış sürekli tekrar etmiş ve doğru açığa çıkmamıştır. Nitekim eğer “ziynet” mealcilerin belirttiği tarzda sadece “ziynet=Cevahir=Mücevher=Takı=Kolye, Bilezik, halhal=Ayak bileziği, süs vb.” anlamlara gelseydi, Allah(cc) şu ayetle kendisiyle çelişmiş olurdu.
Araf 31: Ey Âdemoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
Ayete bakıldığında “Ey Âdemoğulları” ibaresiyle hem kadın hem de erkeğe seslenilmekte ve mescitlere gidileceği zaman ziynetlerin takılması gerektiğini söylemektedir. Şimdi eğer “ziynet” kelimesi mealcilerin belirttiği gibi sadece “ziynet=Cevahir=Mücevher=Takı=Kolye, Bilezik, halhal=Ayak bileziği, süs vb.” olsaydı, Allah(cc) Nur 31. ayette, kadınlara ziynetlerini örtmelerini söylerken, Araf 31. ayette mescide gidileceği zaman ziynetlerini takınmalarını böylelikle de herkese göstermelerini söyler miydi (Ayette ziynetlerin takınması durumundan bahsedilmiş, fakat bunları kapatılması şeklinde bir ibareye yer verilmemiştir. Bu da bu ziynetlerin ve takıldığı bölgelerin gösterilebileceği sonucunu doğurur. Nitekim eğer bu ziynetler kimseye gösterilmeyecekse, neden ziynetlerin takılmasından bahsedilsin ki… Yok, eğer insanlar mescide girdiklerinde, kadınlar sadece kadınlara, erkekler de sadece erkeklere bu ziynetleri gösterirlerdi, şeklinde saçma bir cevap verecekseniz, size mealcilerin tefsir ettiği Nur 31. ayeti hatırlatırız. Nitekim o ayette ziynetlerin sadece ayette belirtilen kişilere gösterilebileceğinden bahsediliyordu. Hâlbuki mescit her kesimden insanın bulunduğu ve dışarıda kadın ile erkeğin karıştığı bir yerdir). Allah, şüphesiz hatadan noksandır. O asla çelişkiye düşmez. Mealcilerin bu şekilde Nur 31. ayeti yanlış meallendirmeleri ve de tarikatçıların, kadınlara dışarıda kolye, takı, bilezik gibi süs eşyalarını takarak millete göstermelerinin haram olduğunu söylemelerine binaen Allah, Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:
Araf 32: De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.
Görüldüğü gibi Araf 32’de, Allah, takı, kolye, mücevher, bilezik (altın, elmas, gümüşten yapılmış olması fark etmiyor. Yani altın, gümüş, mücevher hem erkek hem de kadın tarafından takılabilir, haram değildir) vb. şeylerin ulu orta takılabileceğini, herkese gösterilebileceğini belirtmektedir. Ayrıca, bunları haram kılan Gelenekçilere de gönderme yapmaktadır “kim haram kılmıştır” diye (Dikkat edilecek olursa Araf 32’de Allah’ın yeryüzünden çıkardığı ziynetten bahsediliyor. Buradaki ziynet, kadın ve erkeğin ayıp bölgeleri ile ilgili olan “ziynet bölgeleri” değil “süs eşyası” anlamına gelen ziynettir).
Cenâb-ı Allah; özenerek ve en güzel biçimde yarattığı kullarının çirkin, derbeder ve bayağı giyinmemesini; Tin 95/4: «Biz insanı, gerçekten en güzel bir biçimde yarattık.» ayeti ile vurguladığı gibi, en güzel olarak var olan insanın yaratılışına yakışır şekilde temiz ve süslü giysiler içinde mescitlere gitmelerini buyurmaktadır. Temizlik ve güzelliğe bürünme, Yüce Yaratıcı'nın istediği gibi, yaşam boyunca da devam etmelidir. Nitekim Kur’an’da “İnsanlar için yaratılan ziynetler (süsler) örneğin; pamuk, keten, ipek, yün, altın, gümüş gibi şeyleri kim haram kılabilir ki? Onların hepsi inananlar içindir”, şeklinde bu konuya vurgu yapılmıştır…

Şimdi Araf 31. ayetin yorumuna tekrardan bir göz atalım:
“Ya benı ademe huzu zıneteküm ınde külli mescidiv ve külu veşrabu ve la tüsrifu innehu la yühıbbül müsrifın.”
Ayette “huzu zıneteküm” ibaresiyle “ziynetlerinizi takının”, “ziynetlerinizi giyinin” yani mescitlere gideceğiniz zaman süslü, şık, temiz ve güzel elbisenizi giyin, sanki çok önemli bir toplantıya gidiyormuşsunuz gibi şık giyinerek mescitlere gidin denmektedir. Yani burada geçen “ziynet” kelimesinin kadın ve erkeğin ayıp yerleri ile alakası yoktur. Çünkü ayette “ziynetlerinizi giyinin” diyor. Bilindiği gibi Nur 31. ayette “ziynetlerinizi kimseye göstermeyin” deniyordu. Yani Nur 31. ayette vücuttan bir parça olan “ziynet bölgesinden” bahsedilirken, Araf 31’de giyinilebilen bir ziynetten yani süslü elbiseden bahsediliyor. Açıkça görülüyor ki, iki ayette bahsedilen “ziynet” farklı şeylerdir. Bu aşamadan sonra, eğer iki ayette de geçen “ziynet” kelimesinin aynı anlama geldiğini ve ziynetin sadece Cevahir=Mücevher=Takı=Kolye, Bilezik, halhal=Ayak bileziği, süs vb. anlamlara geldiğini söylemekte ısrar edecek olursanız; Allah’ın çelişki yaptığını iddia etmiş olursunuz.
Aynı şekilde; Kasas 79 ve Kehf 46 ayetlerinde geçen “ziynet” ifadesi de süs anlamında kullanılmıştır. Ancak, konumuz olan Nur 31. ayette, kadınların kocalarından başkasına göstermemeleri gereken ziynetler, hiç şüphesiz, bilezik, kolye, küpe, halhal, hızma, pazubent ve gerdanlık gibi takılar değildir. Bu ayetteki ziynetin bu çeşit takılar olduğunu düşünmek, ayetin hedefi açısından son derece isabetsiz olur ki, bu durum ayetin hiç anlaşılmamasına neden olur… Çünkü bir an için ziynet sözcüğü ile takıların kastedildiği düşünülecek olursa, Allah’ın bu ifadeyle kadınların takı takmalarını, esasında uygun görmüş olduğu zımnen kabul edilmiş olur. Bu takdirde ise hem takı takmanın sakıncasız görülmesi hem de takıların saklanmasının istenmesi gibi bir durum ortaya çıkmaktadır ki bu düpedüz tutarsızlıktır. Zira takı, göstermek için takılır. Görünmemesi gereken takının herhangi bir anlamı olmaz.
Bu ayetteki (Nur 31) “ziynet” sözcüğünden, takı türü eşyaların anlaşılması, ayetin bütünselliği açısından da mümkün değildir. Şöyle ki: Kadınların taktıkları süs eşyaları, cinsel tahrik unsuru olmaktan çok gururlanmak, büyüklenmek, argo tabiri ile hava basmak amacı ile takılan eşyalardır. Eğer bu ayet ile böbürlenmenin, hava basmanın önüne geçilmek istenseydi, ziynetlerin herkesten saklanması talimatı verilmesi gerekirdi.
Oysa ayette kadınların ziynetlerini diğer kadınların yanında açabilecekleri ifade edilmektedir. Şu halde bu ayette konu edilen “ziynet”, gösterişe yönelik takılar değil, erkeklerin yanında açığa vurulmaması gereken, bu sebeple de cinsel arzu uyandırdığının düşünülmesi gereken başka “ziynet”lerdir (doğum, hastalık gibi nedenlerle kadınlar ziynetlerini diğer kadınlara gösterebilirler).
Ayrıca da Rabbimiz, A’râf suresinin 31 ve 32. ayetlerinde “Ey Âdemoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez. De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti(süsü), güzel ve tatlı rızıkları kim haram etmiş? ...” demek suretiyle, takı türünden olan ziynetlerini, kadın-erkek herkesin mescit gibi en kalabalık yerlerde teşhir etmelerini istemiş, hem de buna altın veya gümüş gibi bir istisna getirmemiş,  kısıtlamamıştır. Buradan anlaşılıyor ki, Nur 31. ayetteki, “ziynet” sözcüğü süs eşyası değil,  sözlük anlamına uygun olan bir mecazî anlamla; “kadının, erkekler tarafından cazibeli görülen, çekici bulunan, cinsel arzuların uyanmasına vesile olacak olan vücut organları” anlamındadır.
Rivayet dayanaklı tefsirlere (!) bakılacak olursa, bir kısmında ayette geçen “ziynet”in “takılar” demek olduğu, diğer kısmında da “ziynet” sözcüğü ile takılardan çok, bu takıların takıldığı ziynet yerlerinin kastedildiği şeklinde açıklamalar görülmektedir. Bu tefsircilere (!) göre ziynetin gösterilmesi haram olunca, takıldığı yerin gösterilmesi de haram olmaktadır. Bunlara göre sürme, kına, yüzük, bilezik, halhal, küpe ve gerdanlıktan ibaret bu ziynetlerin kendiliğinden gözükenleri olan sürme, kına, yüzük ve bilezik dışındakilerinin gösterilmesi haramdır. İşte bu tefsirciler, tamıyla geleneksel biçimde yapılan mealleri referans olan, gelenek göreneklerin ve uydurma hadislerin doğruluğunu ispatlamak için Allah adına yalan uydurmaktan çekinmeyen kişilerdir.
Sonuç olarak Nur suresinin 31. ayetindeki “ziynet” sözcüğü, ayetin devamından da kolayca anlaşılacağı gibi; “kadınların cazip yerleri, yani erkekler için cinsel tahrik unsuru olarak kullanabilecekleri organlardır.
Araf süresi 26. ayet de, kadın ve erkeğin ziynet bölgeleri hakkında apaçık bilgiler vermektedir.
“Ey Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).”
Ayet incelendiğinde, “Ey Âdemoğulları” ibaresiyle kadın ve erkeğe seslenilmektedir. Tek tür bir elbiseden bahsedilerek bu elbisenin ayıp yerleri örttüğünden bahsedilmiştir. Şimdi gelelim bu elbisenin yapısına… Bu elbise öyle bir biçimde olmalıdır ki, hem erkek için hem de kadın için ayıp yerleri örtme görevi görmelidir. Çünkü Allah, ayette kadın ve erkek için farklı özellikte olan bir elbiseden değil her ikisinin kullandığı ortak bir elbiseden bahsediyor. Aynı şekilde, aynı yapıda, aynı görevi gören bir elbise…
Erkeğin ayıp yeri ve örtmesinin mecbur olduğu yer; ön ve popo kısmıdır. Kadının ayıp yeri ve Kur’an’a göre örtmesinin mecbur olduğu yerler; ön-popo ve göğüsleridir. Allah(cc) bir elbise, fistan (şu anda Arabistan’da giyilen ve tarihten beri birçok milletin giydiği ve hala kadınların çok rağbet ettiği uzun fistan) göndererek bu şekilde ayıp yerlerin örtülmesini emrediyor. Bu fistan, yani hem kadının hem de erkeğin giydiği o elbise, hem erkeğin hem de kadının ayıp yerlerini örtüyordu. Şimdi söyleyin bakalım o fistan saçı örter mi? Tabi ki, Hayır… (Ayetten kesinlikle uzun fistan giymenin farz olduğu gibi bir ibare çıkartılmasın.) Ayete göre sizce saç, haram mı, kapatılması, saklanması, gösterilmemesi gereken yer mi? Saçın gösterilmesi kadına haram iken, neden erkeğe helal? Eğer ayete ve dolayısıyla da Allah’a inanıyorsanız bilin ki, erkek için nasıl saç haram değilse, kadın içinde başını açmak, saçını göstermek haram değildir. Hem neden haram olsun ki… Erkekteki saç ile kadındaki saç aynı değil mi? Aynı görevi görmüyorlar mı?
Ayette de net bir şekilde görüldüğü gibi Kur'ana göre insanların giyinmelerindeki ana maksat edeb/avret yerlerinin örtülmesidir. Ayetin devamına baktığımızda Yüce Allah " ......fakat takva elbisesi hepsinden hayırlıdır...." diyor. Burada, Allah görünmeyen fakat asıl kale olan gönül/akıl/düşünce edebine dikkat çekiyor. Bunu misallendirirsek: Her santimetre karesini kapatmış fakat gönlünde bin bir tilki dolaştıran ve fırsat bulduğunda dış görüntüsüyle ters orantılı bir edepsizlik işleyebilir. Dış örtü onun bu dürtüsünü engelleyemez. Çünkü sorun afakta değil enfüstedir. Diğer taraftan gerek düşünce/fikretme yoluyla gerekse kalbi inanmışlık yönüyle içten (takva ile) örtünmüş birinin saçlarının açık olmasının Kur'an’i yönden hiç bir sakıncası olmadığı gibi Kur'an’ın hedeflediği/çerçevesini çizdiği bir Müslüman modelidir. Hiç bir insanoğlu yoktur ki; bir kötülüğü işlemeden önce onu içinden geçirmemiş olsun. Kalbi/akli düşünceleri salih olanın, davranışları da salih olur. Çünkü bizlerin hal ve hareketlerini oluşturan temel etken düşündüklerimizdir. Davranışları salihce olanın da akibeti her zaman salihce olur. Bunlar zincirin halkaları gibidir kuşkusuz... Örtünme sonuçta bir araçtır. Neye karşı? Bir takım edepsizliklere/hayâsızlıklara karşı. Yani amaç olan, asıl şey edepsizliği işlememektir.
Eger siz, "Kadınların başını tek telleri görünmeyecek biçimde örtüp, bir de peçe takalım" diye ayetlerden anlam çıkarırsanız, biz de şöyle deriz. Saç madem bu kadar ayıp ve İNSANIN ORTAK özelliği... O zaman ERKEKLERE DE yasaklayalım. Erkekler de türban giysinler ve saçlarının telini göstermesinler, hatta kıl bu ya, bıyıklarını ve sakallarını da göstermemek için PEÇE taksınlar. Çünkü erkeğin başörtü altından düşen bir tek sakal teline melekler lanet edeceklerdir diye bir de uydurma hadis atarız ortaya olur biter… Ne de olsa Kur’an’ı kim takar ne varsa hadislerde var… Ne varsa tarikatçılarda var…
Eğer kadınların saçını örtmesi farz ise, erkeklerin de saçını örtmesi gerekir. Saç haram ise, biz erkeklerin de başörtüsü takmamız gerekir. İlahi adalet budur! SAÇTAN KİM TAHRİK OLABİLİR Kİ? Saç demek, bakım, itina, özen demektir. Saç, kadının süsüdür, Allah'ın onlara verdiği bir çiçek vurgusudur (Araf 32’ye bakınız) Saç ziynet bölgelerine dâhil değildir: Çünkü erkekte de vardır. Ama göğüsler ve kadın genital organı ZİYNETTİR, erkekte yoktur. Bir de Nur 30. ayetteki "Mümin erkeklere söyle..." devamında, erkek ziyneti vardır. Bu da kadınlarla tam benzeşen ve hatta cinsel sapkınlıklara bağlı cima için kullanılabildiğinden erkek ziyneti ÖN'deki genital bölge ile bunun arkasındaki kalçalardan ibarettir. Bu saydıklarımız dışında hiç bir yerde bir ZİYNET yoktur. Yani kadın için popo-göğüs-ön bölge ve erkek için popo-ön bölge ziynet bölgeleridir.
Kadın ve erkeğin BİRBİRİNDEN ÇOK FARKLI taraflarına ziynet denir. Erkekte şort bayanlarda bikini (İki parça) bu ziynet bölgelerini örtmeye yeterlidir. Yani şöyle bir örnek verirsek: Bir bayan banyo kapısını kilitlemeyi unutmuş, içeriye bilmeden biri giriyor. Refleksle önce bir el önünü, ikinci eli ise göğüslerini kapatır. SAÇLAR??????? Saçların neyinden utanılır ki? Saçımdan ne olur ki? Saçım doğum mu yapar? Saçım süt mü verir? Saçımın neresi HARAM? Saçımın neresi seksi? Bu açıdan, Âdem ile Havva’nın hikâyesini hatırlayın birde… (Araf suresi 20-21-22) Şeytan onlara yasak meyveden yedirdikten sonra ayıp yerlerini görüyorlar ve hemen o bölgelerini kapatıyorlar. Sizce, sadece iki eli olan insan iki eliyle nerelerini kapatabilir… İşte kadının eliyle kapattığı ön bölge ve göğüs ile erkeğin kapattığı ön bölge, kapatılması zorunlu olan yerlerdir… Saç ise ayıp olmayan, saklanmasında sakınca görülmeyen bir şeydir… Yani saçı göstermek haram değildir.
Eğer kadınların saçını örmesi farz olsaydı, Allah erkeklere de aynı emri çıkarırdı. Çünkü Nur 30. ayet "Mümin erkeklere de ki...." diye başlıyor. Nur 31. ayet ise "Kul lil müminati=Mümin kadınlara da de ki?" diye başlıyor. Eğer kadına saç örtmek FARZ ise, Otomatikman ERKEĞE de F A R Z olur/olurdu... Bu durumda Kadın başını örtmeli diyorsanız… Erkekler de başlarını örtsünler. Eşitlik budur… Allah katında kadın saçı, sesi haram ise, erkeğin de saçı, sesi haram olmalıdır. Nitekim Allah’ın adaletine bu yakışırdı… Ayrımcılık yapmak Allaha yakışmaz… Allah kadın erkek ayrımcılığı yapmaz… O adildir… “Üstünlük takvadadır” diyendir… “O sizin dış görünüşünüze bakmaz, O sizin gönüllerinize bakar” diyendir…
Gelenekçiler, “ama saç kadını seksi gösteriyor bu nedenle kadının başının örmesi gerekir” diyorlar. Peki, erkekte saç, erkeği daha yakışıklı, daha cazibeli göstermez mi? Siz kadınlar, kel bir erkeği mi yoksa saçlı bir erkeği mi tercih ederdiniz? Hangisi size daha cazip, daha seksi gelirdi? Utanmayın söyleyin? Demek ki bu durumda; “kadın, başını örterse erkekte örtmelidir”, sonucu doğar. Çünkü ikisinde de saç vardır. Ve ikisinde de olan, o saçın, birbirinden hiçbir farkı yoktur. Her iki cins içinde aynı görevi görmektedir. Birine haram ise diğerine de haram olmalıdır. Yok değilse ikisi de başını açabilmelidir… Adalet budur… Allah’ın yasası budur… Allah’ın emri budur…
Erkekler için ziynet bölgelerini örtmek için bir futbolcu şortu yeterlidir. Öylece namaz da kılabilirler. Çünkü kadınlarla erkeklerin FA R K L I bölgeleri=ZİYNETtir. Ortak olmayanı (Göğüs) ise erkekte saklanmaz ama kadında "ÜST BİR ÇAMAŞIR" ile örtünür. Allah ve Melekleri "Erkek, Röntgenci vb." olmadıkları için, bir bayan kendi başına o kılığıyla namaz kılabilir. Çünkü Allah erkek değildir, melekler de.... Nefsi yoktur saydıklarımızın. Allah’ın da nefsi yoktur. Hatta "Kıyam bi nefsihi" derken bile yanlış söylüyoruz. Nefsi yok ki, bir de kendiliğinden Kaim olsun? Allah her yerde, Melekleri (Kiramen kâtibin) de. Tuvalette, biz banyoda soyunuk iken, en pis yerlerde hep bizimle birlikteler. Allah, erkek veya kadın değildir Melekler de... Allah bu konuda ayetlerle gazap püskürüyor. "Oğul edinmekten, meleklerin kızlar olmasından vb" büyük bir günah olarak söz ediyor.
Estetik önce yüzümüzdedir. Yüz bir tablodur ve cinsel obje değildir. Yani erkek gibi laf atarsak, hiç bir karşıt cinsimiz için "Öff yavrum ne güzel bir burun, amanın ne hoş kulaklar" falan demeyiz. Çünkü bunlar ziynet değildir. YÜZ estetik bir tablodur. Yüz güzeldir ve ayetlerde kapanması asla istenmez.
Hadislere göre; "Eğer ki bir kadının, saçının bir teli, bir şimşir (Tarak demek istiyor) üzerinde kalsa ve onu helali olmayan bir erkek görse, kıyamete kadar o saç teli yüzünden Allah ve Melekleri ona lanet eder" (Lanet sadece bir ağaca, şeytana ve Yahudilere yapılmıştır, dördüncü bir lanet yoktur)… Buyrun size HADİS… Ebu Hureyre’den, sahih mahih denenlerden. Ben saçımı tarayacağım, tesadüfen bir tel tarakta kalacak o teli bir erkek görecek ben yandım ki ne yandım… Bu Hadis (Süfyani) İslamiyet’i… Bizimkisi ise KUR’AN dini. HAFİF din (Süfyanist) ise bambaşka bir şey. Onlar Allah ile "Babamızı" özdeşleştirirler. Allah deyince sakallı kalın sesli, çatık kaşlı, elinde sopa bir simge düşünürler. Kadınların saçlarına düşman olmuş, seslerine de. Hatta topuklu ayakkabıların çıkardığı seslere de. Hayır, benim Rabbim bunların hiç biri değildir. Bunun için SÜBHANALLAH der melekler hiç durmamaksızın. Biz ne sanıyorduk sübhanallah demeyi ya? Ne sanıyorduk "Tenzih etmeyi", ne sanıyorduk, tesbih etmeyi? İşte Gelenekçi Müslümanlar böyledir… Yaptıkları işlerden bi haber Allah’a ortak koşarlar… Gerçekte Allah’ın değil kulların (Gazalinin, Hambelinin vb.) oluşturmuş oldukları dinlere uyarlar… Onlara Allah’ın dinine uyun dendiği zaman biz atalarımızdan (Gazaliden, hambeliden, şeyhten, gavstan vb.) gördüğümüzü bırakıp sizin inandığınıza yani Kur’an’a mı inanalım derler… İşte apaçık olan Allah’ın ayetleri:
Bakara 170: Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?
Maide 104: Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse?
Enam 148: Şirk koşanlar diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne atalarımız ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de, bizim zorlu-azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki: "Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz ancak "zan ve tahminle yalan söylersiniz."
Şuara 74: Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk."
Ahzab 67: Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yolda saptırdılar, derler.
Zuhruf 22: Hayır; dediler ki: "Gerçekten atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu biz onların izleri (eserleri) üstünde doğru olana (hidayete) yönelmiş (kimse)leriz."
Şimdi Nur 30 ve 31. ayetleri biraz daha açalım:
Nur 31. ayet şöyle diyor: Kadın ve erkeğin CİNSEL organlarının farklı olduğu yerler (ön ve göğüs=Bikini) ve erojen bölgelerin benzer olduğu yerler (Popo) ziynettir. Erkekte popo ve önün ziynet olduğunu söyleyen ayet Nur 30, yani "Mümin erkeklere de ki". Kadında ise göğüs, ön, popo Nur 31, yani "Mümin kadınlara da de ki..." ayetleri ışığında ortaya çıkmaktadır. Nitekim Nur 31. ayette “onlara da de” yani onlarda bu şekilde yapsınlar demekte ve her iki cinse de ziynet dediğimiz bölgeleri örtmeleri emrini, bu ayet içinde vermektedir… Ziynetin de ne olduğunu artık bildiğimize göre ayetin ne demek istediğini anlamış olmamız gerekmektedir.
Nur 31. ayetin Kur’an’sal tercümesine göre: Doğum ya da ziynet bölgelerindeki herhangi bir hastalık dışında, sadece karı-koca birbirlerine ziynetlerini gösterebilirler. Bunun dışında, kadın ve erkek asla ziynetlerini açamaz, kimseye ziynetlerini gösteremezler (burada bahsettiğimiz “ziynet” kadın için; göğüs-popo-basen ve ön bölge, erkek için; popo-basen ve ön bölgedir).
Diyelim ki aile bireyleriyle (ki bunlar sıradan meallerde tek tek sayılan kişilerdir)  denize gittiniz, bu durumda erkek şort ile kadın BİKİNİ ile aile bireyleri arasında bulunabilir. Yani bu tip durumlarda ziynetlerin bu şekilde örtülmesi koşuluyla kadın ve erkek aile bireyleri arasında gezebilir, yüzebilir. Ayrıca erkeklikten düşmüş yaşlı erkekler ile artık nikâh düşmeyen yaşlı kadınlar arasında da bu şekilde bulunulabilir (Mesela yüzmeye gittiniz, kumsalda tanımadığınız yaşlı insanlar, çocuklar var. İşte onların yanında da o şekilde bulunabilirsiniz. Nitekim ayete bakarsanız "Cinsel istek duyulmayacak kimselerle bir arada olabilirsiniz" diyor…) Allah bu tip bir duruma izin veriyor. Nitekim bikini ile tanımadığınız bir çevre de dolaşmak, farklı gözlerin üzerinize çevrilmesine ve zor durumda kalmanıza neden olabilir. Bu açıdan Allah, tanımadığınız insanlar arasında bu şekilde bulunmayın tavsiyesinde bulunuyor… Ayrıca Nur süresi 60. ayette Allah(cc) şöyle buyuruyor (Bu ayet aynı zamanda kadın-erkek için tanımlanan “ziynet bölgeleri” tanımını güçlendirmektedir. Ayet, dikkat edilirse “yaşlı kadınların ziynetlerini göstermemelerini” söylüyor. Yani buradaki “ziynet” takı, kolye, bilezik vb. değil, kadına ait olan ziynet bölgelerini yani popo-göğüs ve ön kısımlarını ifade etmektedir):
“Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların ziynetlerini teşhir etmeksizin (göstermeksizin), elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.”
Yani Allah(cc), ayette yaşlı kadınların, ziynet bölgeleri olan göğüs-popo ve ön bölgelerinin bikini ile kapatılması durumunda, kendi yakınları olmasa da yabancı insanların bulunduğu plaj gibi yerlere, bu şekilde girebileceklerini, bu şekilde olan giyimleri ile onlar yanında bulunmanın üzerlerine bir vebal getirmeyeceğini söylemektedir. Bilirsiniz yaşlılar yalnız insanlardır, başka insanlarla tanışmak, kaynaşmak, muhabbet etmek isterler. Bu durumu düşünerekten Allah(cc) böyle bir şeye izin vermekte ama yine de temkinli davranmalarını tavsiye etmektedir. Çünkü etrafta sapık insalar da alabilir…
(Bazı kesimler, Nur 60. ayeti manto ya da çarşaf benzeri şeylerin giyilmesi gerektiğine, delil olarak gösteriyorlar. Hâlbuki pelerin anlamına gelen “cilbap” kelimesi dahi bu ayet kapsamında geçmemektedir. İlgili ayet aşağıda yer almaktadır:
Nur 60: Vel kavaıdü minen nisaillatı la yercune nikahan fe leyse aleyhinne cünahun ey yeda'ne siyabehünne ğayra müteberricatim bi zıneh ve ey yesta'fifne hayrul lehünn vallahü semıun alım.
Gelenekçilere göre; güya bu ayet, manto ya da çarşafın giyilmesi gerektiğini ve yaşlanma durumunda da bunun soyulabileceğini, dolayısıyla da gençlerin manto ya da çarşaf giymesinin Allah’ın emri olduğunu söyler. Ayet yukarıda yer almakta olup, incelendiğinde, ayetin, bizim yukarıda belirttiğimiz anlam dışında bir anlamı olmadığı açıkça görülecektir. Nitekim kadınlar yaşlandığında, toplum artık onlara farklı gözle bakmaz, onları anneleri gibi görür. Onlara cinsel açıdan bakmaz. Dolayısıyla onların elbiselerini soyaraktan, kumsal gibi yerlerde, başkalarının yanında mayo ile kalmasında da bir sakınca görmez. Çünkü sapık olmayan bir toplum, asla yaşlı olan ve annelerimiz yerine koyduğumuz o insanlara sapıkça bakmaz. Ancak Allah(cc), ne olur ne olmaz diyerekten yine de temkinli davranmalarını istiyor. Ola ki bir sapık çıkar da sizi rahatsız edebilir. Yani dikkatli olun diyor Allah…)
Ayetin deyimiyle; kadın ve erkek, yatak odalarında baş başa iken tamamıyla çıplak kalabilirler, aile bireyleri arasında, ziynetlerini örtmek koşuluyla, şort ve bikini ile bulunabilirler (Denize gitme vb. durumlarda böyle bulunmanızda sakınca yoktur, yoksa Aile bireyleri arasında illaki böyle dolaşın ya da dolaşmanız gerekir şeklinde bir şey anlaşılmasın). Dışarı çıkıldığında ise cinsel mesaj verilmeyecek ölçüde giyinilmelidir. Kadınlar için batılı iş kadının giyim tarzı referans alınabilir. Ayrıca çevreye cinsel mesaj vermeden (Çok sıkı giyinerek, ziynet bölgelerini teşhir etmemelidirler. Diz altı etek giymeleri tavsiye edilir. Göğüsleri kenarlardan, yanlardan ve üstten görünmeyecek ölçüde giyim tarzını tercih etmelidirler. Koltuk altlarının görünmesi önemli değildir. Pantolon ya da etek giymeleri kendi zevklerine kalmıştır. Lakin ziynet bölgelerinin gösterilmemesi ya da göz çarpıcı hale getirilmemesi gerekir), biraz da başı önde gezmeleri tavsiye edilir (Burada “başı önde gezmeleri” ifadesi şunu anlatmaktadır: Kadınlar, kaş-göz iması ile çevrelerini etkilemeye, cinsel mesaj vermeye çalışmadan yürümelidir).
Şimdi Nur 31. ayette geçen “la yadribne bi ercülihunne li yu'leme ma yuhfıne min zınetihinn” >>> "ziynetlerini-dişiliklerini teşhir etmek amacı ile halhallarını yere vurmasınlar" ifadesiyle neyin kastedildiğine bakalım: Erkeğin laplap ve kaba yürüdüğünü ve adımlarının patır patır ses çıkardığını bilirsiniz. Oysa kadınların topuklu terlikleri vb. vardır. Bilirsiniz, görmesek de koridordan bir erkek veya kadının geçtiğini ayak seslerinden tanırız. Kadınlar, evrensel dengeleri nedeniyle çok zarif yürürler ve adımlarından düzgün sesler gelir. Ayet diyor ki "Ben buradayım, ben buradayım" diye seslenerek yürümeyin… Yani etrafa kendinizi çekici gösterecek, çevrenin ilgisini kendinize çekecek ve kendinizi cinsel bir objeye dönüştürecek bu tip davranışlardan kaçının diyor (Topuklu ayakkabı vb. giymek yasak değildir. Sadece etrafı tahrik edecek şekilde kıvırtarak yürünmemesi istenmektedir).
Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki; yüz ve eller dışında kadın vücudunun her tarafının avret, yasak mıntıka sayılacağına dair yüzlerce farklı rivayet, binlerce farklı görüş vardır. Bu konuda mezhepler de farklı yaklaşımlar sergilemişler, hatta Nur 31. ayette “görünenler hariç” ifadesiyle, kadınların giydiği elbisenin renginin, deseninin murat edildiği görüşünü ileri sürüp, kadının gözleri dâhil tüm bedeninin mahrem olduğunu iddia edenler bile olmuştur. Ama bu görüşlerin hiçbirisi, kaynağını Kur’an’dan almamaktadır. Bu görüşlerin sahipleri, Kur’an’ın açıkça bildirimde bulunduğu bir konuda, Kur’an anlaşılmıyormuş gibi Allah’ın maksadını açıklamaya çalışmak görüntüsü altında, aslında Kur’an’ı Arapların cahiliye kültürüne kurban etmeye uğraşmaktadırlar. Temel kaynaklardan öğrendiğimize göre asr-ı saadet denilen dönemde peygamberimizin eşlerine yolda rastlayanlar, onlarla kim olduklarını bilerek, isimleriyle hitap ederek konuşmuşlardır. Onların yüzleri kapalı olup da elbiselerinin önünde ve arkasında, bugünkü araç plâkaları gibi, tanıtıcı yazılar olmadığına göre, müminlerin anneleri olan peygamberimizin eşleri de yüzlerinden tanınmıştır.
Bu konuda üzerinde durulması gereken diğer bir husus da erkeklerin durumudur. Zannedildiği gibi toplumun iffetini sağlamak sadece kadınların görevi değildir. Nur 30. ayette kendilerine “bakışlarının bir kısmını kıssınlar” diye emir verilmiş olan erkekler de toplumda iffetin sağlanmasına mecburen katılacaklardır. Onlara düşen görev, kadınlara; “bakışlarını kısarak” bakmaktır (kötü gözle, cinsel içerikli bir anlamda bakmamak). Böylece toplumun iffeti her iki cins tarafından ortaklaşa gerçekleştirilecektir.
Ayette kadınlara, görünenler hariç ziynetlerini örtüyle örtmeleri söylenmemiş, açığa vurmamaları söylenmiştir. Yani kastedilen cildin görünmemesi, üzerlerinin elbiseyle örtülmesi değil, ziynetlerin belli edilmemesidir. Gerçekten de çok dar kıyafetlerle belin inceliğinin, kalçanın ve kasıkların yapısının, göğüslerin büyüklüğünün, başkaları tarafından, çıplak olunmasından farksız biçimde anlaşılması, görülmesi mümkündür. İşte “açığa vurmak” tabiri böyle durumları kapsamaktadır. Allah’ın bu kurallarla kastı açıktır: İffet korunacak, dişilik dışa vurulmayacaktır. Günümüzde örtünmeye bir dönüş varmış gibi gözükse de bu yalancı bir görünüştür. Çünkü tesettür adı altında giyilen model model elbiseler, kadınların ziynetlerini daha da belirginleştirmekte, kapalıymış gibi gösterip daha da açmaktadır. Tesettür artık bir kazanç sektörü hâline gelmiştir ve modaya  kurban gitmiştir. Bir başka ifade ile tesettür, kadını örtmekte ama aslında daha çekici hâle getirmekte, yani yeni bir “örtülü çıplaklar” kitlesi oluşturmaktadır.
Allah(cc), Kur’an’da belirttiği davranışlar silsilesiyle, kadınlar arası rekabeti ve haksızlığı önlemek, böylelikle de kadınlar arası hukukun tam anlamıyla korunmasını istemiş, tavsiye etmiştir. Tavsiye edilen davranışlarla, tüm kadınlar aynı tarza sahip olacaklarından, bazı kadınların seksi görünüşlerini öne sürüp diğer kadınların haklarını gasp etmeleri önlenmiş olacaktır. Özellikle de kadın sayısının giderek arttığı düşünüldüğünde; kadınlar arasındaki hukukun korunması, hanım hanımcık kadınları, diğer tür kadınlardan korumak için bu davranışlar, uygulanması gereken davranışlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şimdi, birlikte yürüyen iki kadın düşününün… Bunlardan biri kıvırtmadan, etrafa al beni bakmadan gayet ciddi yürüyen, hanım hanımcık bir bayan olsun. Diğeri ise, kıvırtarak yürüyen, etrafa kaş-göz imasıyla seksi bir biçimde bakan ve bakışların kendisine dönmesini sağlamak için hafiften ayaklarını yere vuran bir bayan olsun. Şimdi karşıdan bir erkek geldiğini düşünün. O erkeğin gözüne çarpacak olan ve de etkileneceği kadın ikinci kadın olacaktır. Aralarında belki bir şeyler başlayacak ve de ileride evleneceklerdir… Peki, ne oldu şimdi? Birinci kadına haksızlık yapıldı. Çünkü O, bir kadına yakışan davranışlar içerisindeydi. Gayet vakarlı, ciddi ve kendini etrafa satan davranışlar içerisinde değildi. Kendisini beğenen kişinin, güzelliğini değil aklını, zekâsını ve kültürünü beğenmesini istiyordu. Önemli olan şeylerin; akıl, zekâ, kültür olduğunu ve bir kadını değerli kılan şeylerin bunlar olması gerektiğini düşünüyordu. Kadına, seksi bir obje olarak bakılmaması gerektiğini savunuyordu. Hâlbuki ikinci kadın, tam olarak birinci kadının savunduğu değerlerin tersi davranışları sergileyerek, hem kadınları alçaltmış hem de birinci kadının güzelliğinin ve karakterinin o erkek tarafından görünmesini engellemiştir. İşte Allah(cc) tavsiye ettiği davranışlarla, kadınların, toplumda vücutları ile değil karakterleri, kültürleri ve zekâlarıyla ön plana çıkmalarını önermektedir.
Şimdi Nur 31. ayette geçen, Gelenekçiler tarafından “başörtülerini yakalarının üzerine kapasınlar” olarak tercüme edilen ve saçın örtülmesi gerektiğine delil olarak gösterilen “humurihinne ala cüyubihinne” ifadesinin gerçekte neye karşılık geldiğine bir bakalım:
Ayette geçen "humur" ve onun tekili olan "hımar" kelimesi kadınların; başlarına örttükleri beze verilen özel isim değildir. Arapça'da herhangi bir şeyi örten şeye "hımar" yani o şeyin örtüsü denir. El Mucem ul Vasıf, El Müncid, Lisanı Arap, Tacul Arus gibi Arapça sözlüklerde de "hımar"ın temel manasının "örtmek" olduğu görünmektedir. Fakat kelimenin temel manası; kadını örtmeyi, dolayısı ile de birey olmaktan çıkarmayı hedefleyenler tarafından tahrif edilmiş ve günümüze kadar bu tahrifat devam etmiştir. Arapça'da kadınların başlarına örttükleri şeyin özel adı "hımar" değil, "mikna" ve "nasıyf"tır. Hangi Arapça sözlüğe bakılırsa bakılsın "mikna (çoğulu mekani)" ve "nasıyfın" kadınların başlarını örttükleri kumaşın adıdır.
"Hımar da örtü anlamında ise belki de gerçekten başörtüsü olarak kullanılmıştır" diye akla bir soru gelebilir. "Hımar" kelimesi ancak; "hımarü-re's" gibi bir vurgulama ile başörtüsü olabilirdi… Böylece "re's" kelimesi ile baş bölgesi vurgulanır ve örtü kelimesi olan "hımar" ile beraber başörtüsü netlik kazanırdı. Örneğin Abdest alınmasıyla ilgili ayette başın sıvazlanması söylenirken, baş kelimesi Arapça karşılığı olan "re's" ile vurgulanmıştır.
Nitekim bu konu hakkında; Mustafa Sağ, geleneksel çevirmen ve yorumcular Nûr Sûresinin 31. ayetini geleneğe uyarak ve birbirlerini taklit ederek yanlış çeviriyorlar demektedir. Ayrıca, "Evrensel Çağrı, Kur’an Meali" (Final Pazarlama Yayını) çevirisine yazdığı önsöz ve açıklamalarda da şunlara yer vermiştir:
(Bu taklitçiler “hımar” ın başörtüsü olduğuna delil olarak ise şöyle saçmalıyorlar: 1.Hz. Peygamber zamanından bu güne kadar “hımar”a bu mana verilmiş ve uygulama da bu manaya göre olmuştur. Hâlbuki tarihi kayıtlar ve Arapça metinler, sözlükler incelendiğinde bunun böyle olmadığı rahatlıkla görülebilir. 2. İbn Manzûr, Fîrûzâbâdî gibi kaynak luğatçıların eserlerinde,  Taberî, Zemahşerî gibi kaynak tefsirlerin tamamında, M. Esed'in İngilizce ve M. Hamidullah'ın Fransızca çevirilerinde kelimeye “başörtüsü” manası verilmiştir, diyerekten de güya “hımar” kelimesinin anlamının “başörtüsü” olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar. Hâlbuki bahsedilen kişiler Arap örf ve adetlerini doğru göstermek, kadınlara tarihin ilk zamanlarından beri uygulanan zulüm politikasını sürdürmek, onları ikinci sınıf vatandaş olarak görmek için “hımar” a başörtüsü anlamı yükleyerek Allah’ın ayetlerini değiştirmiş ve bile bile Allah adına yalan uydurmuşlardır).
"Kur’an ayetinde ’başörtüsü’ diye bir kelime geçmemektedir. Buna rağmen tüm Kur’an tefsirlerinde ve çevirilerinde Kur’an ayeti ’başörtüsü’ olarak çevrilmiştir. Hâlbuki ayette geçen "HIMAR’ kelimesi ’Baş örtmek’ anlamında değil, sadece ’örtmek’ anlamına gelmektedir. Eğer, herhangi bir şey örtülecek ise. O şeyin vurgulanması gerekir. Örneğin masa örtüsü derken, örtmek kelimesinin yanına masa kelimesinin gelmesi gibi… Başörtüsü dendiği zaman da "örtmek" ("hımar") kelimesinin yanına "baş" ("re’s") kelimesinin ’hımarü-re’s’ şeklinde gelmesi gerekir. Ayetteki ’hımar’ (’örtü’) kelimesinin yanında geçen ve vurgulayan kelime ’cuyub’ kelimesidir ki, ’yaka’ veya ’göğüs’ anlamına gelir. Çünkü aynı kelime ’cuyub’ bir başka ayette (28:32) Hz. Musa’nın ’göğsüne/koynuna elini soktuğu’ şeklinde geçer.
Yani, ’cuyub’ kelimesi, ’hımar’ örtmek kelimesi ile kullanıldığı zaman ’bihumûrihinne ala cuyubihinne’ başını örtmek anlamına gelmemektedir. Geleneksel tüm yorumcular, Kur’an ayetini bilimsel bakışla değil de, birbirlerini taklit edip, ’Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler’ diyerek ’Felyedribne’ fiilini de ’örtsünler’ diye tercüme etmişlerdir. Bu geleneksel yorumcular ’DaRaBe’ kökünden gelen bu kelimeyi burada, ’Başörtülerini örtsünler’ derken, bir başka yerde aynı ’DaRaBe’ kelimesini ’Kadınları DÖVÜN’ (Bak. Nisa 34.ayet) diye çevirmişlerdir. Özetle, Kuran’ın orijinal ayeti tüm açıklığı ile ortadayken, elverişli bir siyasal kullanım malzemesi olarak, sürekli gündemde tutulan başörtüsü, Kuran’ın değil, geleneklerin, kişisel görüşlerin dinleşmesinden kaynaklanmaktadır." (S. 373)
Şimdi Kur’an’dan yola çıkarak “hamr”, “hımar” kavramlarını tekrardan inceleyelim:
Maide 90: “Ey İnananlar!, HaMR/الْخَمْر;, kumar, kutsal taş, şans oyunları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan sakının ki kurtulasınız.”

Maide 91: “Şeytan, HaMR’la/الْخَمْر;, kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyorsunuz değil mi?”

Yusuf 36: “Onunla birlikte hapishaneye iki genç adam da girdi. Onlardan biri: "(Rüyamda) kendimi HaMR yaparken gördüm,/أَرَانِي أَعْصِرُ خَمْرًا " dedi. Diğeri: "Ben de başımın üzerinde ekmek taşırken kendimi gördüm, onu kuşlar yiyordu. Bunların yorumunu bize bildir. Seni iyilerden görüyoruz."

Yusuf 41: "Hapishane arkadaşlarım, biriniz efendisine HaMR sunacak/ فَيَسْقِرَبَّهُ خَمْرًا, diğeriniz ise çarmıha gerilecek ve kuşlar onun başından yiyecek. Sorduğunuz iş çözülmüştür."

Muhammed 15: “Erdemlilere söz verilen cennetin örneği şudur: İçinde arı sudan ırmaklar, tadı bozulmayan sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren HaMR’dan oluşan ırmaklar/ أَنْهَار; مِّنْ خَمْر süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için orada her türlü ürün ve Rab'lerinden bir bağışlanma vardır. Bunların durumu, ateşte sürekli kalan ve bağırsaklarını yırtan kaynar bir sudan içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?”

Nisa 31: “…HıMaRlarını göğüsleri üzerine kapasınlar / örtsünler / uzatsınlar / salsınlar…”
 
Bu ayetler ışığında bakıldığında “hamr”, “hımar” ilişkisi şu şekilde ortaya çıkmaktadır: Her iki kelimenin ortak ilişkisi baş/kafa/zihin/akl ile ilintilidir. HıMaR ve HaMR  kelimesinin ‘Baş/kafa/zihin/akl' örten, bürüyen anlamı temel anlamdır. Çünkü HıMaR başı/kafayı örter, HaMR, aklı/zihni örter. Uyuşturucu maddeler, aklı/zihni bütünüyle bürüyüp kapladığına göre, aynı kökten olan HıMaR da baş/kafa kısmını bürüyen, kaplayan şeydir. Yani saçımızdır. Nitekim saçımız, başımızı tamamıyla kaplar, onu bürür. Dolayısıyla Nur süresi 31. ayette bahsedilen “hımar” kelimesi başı bürüyüp kavrayan, her tarafını saran saç anlamına gelir.
Dolayısıyla, Nur suresi 31. ayette geçen ve yüzyıllardır kafaları karıştıran “humurihinne ala cüyubihinne” cümlesinin anlatmak istediği, yukarıdaki açıklamalar ışığında şudur:
“Saçlarını omuzlarından aşağı, göğüsleri üzerine/göğürlerine kadar, uzatsınlar/salsınlar/ bıraksınlar.”
Yani ayetin başörtüsü ile ya da göğüslerin örtünmesi ile alakası yoktur. Nitekim ayetin baş kısımlarında geçen “ziynetlerini açmasınlar, kapasınlar” ibaresiyle zaten ziynet bölgeleri olan “göğüs-popo ve ön bölgenin” kapatılması, teşhir edilmemesi gerektiği belirtilmiştir. Ayetin devamı olan “humurihinne ala cüyubihinne” ifadesiyle tekrardan göğüslerin kapatılmasına vurgu yapılması mantık dışı ve Allah’ın şanına yakışmayan bir durumdur.
Zaten yukarıda “humur” ve “cuyup” kelimeleri için yapılan açıklamalar ışığında gerçekte ayetin; “Saçlarını omuzlarından aşağı, göğüslerine kadar=göğüsleri üzerine uzatsınlar/salsınlar/bıraksınlar” şeklinde açıklanması gerektiği açıktır. Burada şunun da belirtilmesi gerekmektedir: Ayet, kesinlikle saçlarınızı sadece bu şekilde omuzlardan aşağı göğüslere kadar uzatacaksınız şeklinde bir emir vermiyor. Ayette belirtilen saç uzatılış şekli sadece bir tavsiye niteliğindedir. Bu saç uzatılış/salış biçimi kadının fıtratına uygun olan biçimdir. Nitekim saç, kadının süsüdür. Yani kadını kadın yapan etmenler arasındadır. O saç uzatılış/salış biçimi cennet kadınlarının saç uzatış/salış biçimidir. Bir cennet geleneğidir… Ayrıca ayette tavsiye edilen saç uzatış/salış biçimiyle de tek tip bir kadın görüntüsünün oluşturularak kadınlar arası rekabetin önlenmesi amaçlanmıştır. Bu şekilde haksız rekabetin önüne geçilmiş, kadınlar arası hukuk korunmuş olacaktı.
Ayete farklı bir açıdan bakarak özünü anlamaya çalıştığımızda ise şunu göreceğiz: Ayette, başörtüsünün baştan atılması ve saçların köleler gibi açılarak, kölelik-hürlük alameti olan başörtüsü geleneğinin (Peygamber döneminde, başörtüsü sadece hür olan kadınlar tarafından kullanılıyordu)  sonlandırılması istenmektedir. Yani önemli olan saç uzatış/salış biçimi değil, hürler tarafından takılan başörtüsünün, bir sınıf ayrımı oluşturması nedeniyle ve de bir sınıf ayrımı oluşturmanın müslümana yakışmaması nedeniyle, hürler tarafından o başörtüsünün çıkarılarak köleler gibi saçın açık bırakılması ve bu sınıf ayrımına son verilmek istenmesidir… (Bugün, Kölelik-hürlük anlamında bir gelenek kalmadığından, saçınızı istediğiniz gibi kesebilir, istediğiniz şekli verebilir, isterseniz uzatabilir, isterseniz kesebilirsiniz, isterseniz topuz yapabilir, isterseniz omuzlardan aşağı göğüslere kadar uzatabilirsiniz… Bu sizin zevkinize kalmıştır. Çünkü Allah(cc), Kur’an’da: “…o sizin dış görünüşünüze bakmaz, o sizin gönüllerinize bakar…”, “…üstünlük takvadadır…” diye buyurmaktadır). Bu açıdan bakıldığında ayetin içeriği, kölelik-hürlük ayrımını ortadan kaldırmaya yönelik olduğundan, kadınların türban takarak toplumda bir sınıf ayrımı oluşturması yasaktır. Kaldı ki türban Allah’ın emri olmadığından bu şekilde giyinmeye devam etmek Allah adına yalan uydurmak demektir…
Şura 21: Yoksa onların bir takım ortakları var da, dinen Allah'ın izin vermediği şeyleri kendileri için yasallaştırıyorlar mı?
Zümer 3: Dikkat edin! Halis din, yalnız ve yalnız Allah'ındır...
Ali İmran 103: Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın.
Ali İmran 105: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.
Ayrıca Kur’an’da “örtü”, “örtünme” ve “örtmek” kelimelerinin anlamlarına denk gelen kelimelerin geçtiği ayetlere (Bakara 88, Bakara 187, Ali İmran 71, Nisa 155, En’am 25, En’am 76, Araf 20, Araf 41, Araf 189, Yunus 71, Hud 5, Yasin 9, Zümer 5, Fussilet 5, Muhammed 2, Fetih 5, Kaf 22, Kalem 42, Nuh 7, Müzemmil 1, Müddessir 1, Mürselat 8, Nebe 10, Şems 10) baktığımızda hiçbir ayette “hımar” kelimesine rastlayamayız. Yani Nur 31. ayette geçen “hımar” kelimesi tamamıyla başı örten saç anlamına gelmekte olup, herhangi bir bez parçası, başörtüsü, göğsü örten örtü vb. anlamlarla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur.
Şimdi buraya kadar açıkladığımız onca şeyden sonra Nur suresi 31. ayetin özet tarzında açıklamasını bir bütün olarak tekrardan yazalım:
Nur 31: “Mümin kadınlara da söyle; çevrelerine gözleriyle ya da örneğin dudağını ıslatarak vb. cinsel sinyal vermesinler, zinadan uzak dursunlar, namuslarını korusunlar, ziynet bölgeleri olan popo-göğüs-ön bölgelerini belli edecek dar giysiler giyerek çevreyi tahrik edecek, kendilerine cinsel bir obje olarak bakılmasına neden olacak davranışlardan sakınsınlar. Bu ziynet bölgelerini teşhir etmeyerek giydikleri iffetli elbiselerinde görünen yerler için bir sakınca yoktur [Yani saçınızın, boğazınızın, ayaklarınızın, ayak parmaklarınızın, kollarınızın, ya da giydiğiniz etek sonucunda görülen diz altı bacak bölgenizin (baldırlarınızı gösterecek mini etek giymeyin ya da göğüslerinizi belli edecek, gösterecek dar ve açık giysilerden uzak durun) görünmesinde bir sakınca yoktur]. Saçlarını omuzlarından aşağı, göğüslerine kadar, göğüsleri üzerine uzatsınlar / salsınlar / bıraksınlar (bu şekilde kölelik-hürlük alameti olan başörtüsünden kurtularak, tek tip bayan görüntüsü versinler).  Kendi kocalarına ziynet bölgelerini gösterebilirler. Ziynet bölgelerini kapatmak ve bu bölgeleri teşhir etmeyecek şekilde giydikleri elbiselerle [Yani saçınızın, boğazınızın, ayaklarınızın, ayak parmaklarınızın, kollarınızın, ya da giydiğiniz etek sonucunda görülen diz altı bacak bölgenizin (baldırlarınızı gösterecek mini etek giymeyin ya da göğüslerinizi belli edecek, gösterecek dar ve açık giysilerden uzak durun) görünmesinde bir sakınca yoktur] kocalarının babası, kendi babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları (üvey olanlar), kendi kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, diğer Müslüman kadınlar, kocasının meşru şekilde Kur’an’ın emirlerine riayet ederekten evlendiği diğer hanımları (ma meleket eymenuhum), kendilerine cinsel bir gözle/kötü gözle bakmayacak kişiler ve kendilerine cinsel istek duymayacağınız-onlara farklı gözle bakmadığınız kimselerle aynı ortamda bulunabilirsiniz. (Bu durum; Gelenekçilerin, kadınları mahrem görüp onlarla perde arkasından konuşulması gerektiği-kadınlarla erkeklerin ayrı oturması gerektiği düşüncesinin yani haremlik-selamlık uygulamasının, Kur’an’a aykırılığını da göstermektedir) Etrafa kendinizi çekici gösterecek, çevrenin ilgisini kendinize çekecek, onları tahrik edecek ve kendinizi cinsel bir objeye dönüştürecek şekilde kırıtarak, ben buradayım, ben buradayım, bana bakın şeklinde yürümeyin/bu şekilde davranmayın. Ey müminler Allah’a toptan tövbe ediniz. Umulur ki felah bulursunuz.”
Şimdi gelelim Allah, Nur 31. ayetle neden kadınların saçlarına karışıyor sorusuna. Bu sorunun cevabı aslında örtünme kavramı ile ilgili daha önce verdiğimiz açıklama ve örtünmenin Arap tarihinde hangi amaç ile yapıldığında saklıdır. 
Bilindiği gibi peygamberin yaşadığı çağda köleci düzen hüküm sürüyordu. Bu kadınlar açısından incelendiğinde, bütün Akdeniz ve Ortadoğu bölgesinde Eski Yunan, Roma, İran ve Arabistan dâhil kadının hukuksal statüsü başörtüsü ile belirleniyordu. Yani bir kadın başörtüsü taktığında toplum onu özgür ve evli bir kadın olarak tanıyordu. Kadın başörtüsü takmıyorsa toplum tarafından, o kadının köle statüsünde olduğu anlaşıyordu. Asurlulara dayanan bu gelenek, Arabistan’da İslam öncesinde de mevcut idi. Yalnız hür olan kadınlar bu örtüyü arkaya atıp göğüslerini ortaya koyacak biçimde kullanırlardı. Yani, o günkü kadınlar saçlarını arkadan bağlayacak şekilde başörtüsü ile örtüyorlar, omuzlarını, göğüslerine kadar boyun kısımlarını gayet "dekolte" bir kıyafetle açıkta bırakıyorlardı. Bugünün tabirleri ile "derin göğüs ve sırt dekoltesi" ile dolaşıyorlardı. O çağda sutyen tipi iç çamaşırlarının henüz keşfedilmediği gerçeği göz önüne alındığında, Arap kadınlarının göğüslerinin görülebilmekte olduğu ama onların bunu umursamadıkları anlaşılmaktadır. Ayette zaten bu nedenle ziynet yerlerinin kapatılması istenmektedir…
Ayette, "Başlarınızı örtün....." şeklinde bir emir olsaydı, kuşkusuz tartışmak anlamsız olacaktı. Fakat iklim ve gelenek şartları nedeniyle zaten başı örtük olan bir millete, asıl örtülmesi gereken, ihmal edilen ziynet yerlerine dikkat çekilerek bu bölgelerin kapatılması emri veriliyor… Doğum kontrolünün olmadığı ve çokça çocuğun doğurulduğu bir coğrafyada çocuklarını sık sık emzirmek zorunda kalan kadınların göğüs bölgelerine dikkat etmedikleri önemsenmediği, bu gün bile Arap ve doğu/güneydoğu yörelerinde bir realitedir. Hele fermuarın icat edilmediği bir ortamı düşünürsek, göğüs yırtmaçlı (ceyb) elbiselerin bebeği rahat emzirecek şekilde dizayn edildiğini biliyoruz. Yani özetle Allah; iklim şartlarından dolayı zaten başları örtük olan kadınlara asıl örtülmesi gerekli olan ziynet yerlerinden olan göğüslerinin de örtülmesi gerektiğine dikkat çekiyor. (Göğüs, kadının ziynet yerlerinden biridir. Diğerleri popo ve ön bölgedir).
Dikkat ederseniz, Arap coğrafyasında sadece kadınların değil erkeklerin de başları örtüktür. 40~50 santigrat derecede yaşamak zorundaysanız, erkek kadın fark etmez başınızı örtmek zorundasınız. Yani iklim şartları bunu zorunlu kılıyor.
Ayrıca, kıyafet şekillerinde belirleyici olan bir başka sosyal olgu da kölelik müessesesidir. Kölelik, Kur’an’ın indiği dönemde, dünyanın hemen her tarafında olduğu gibi Araplar arasında da yaygın bir uygulama olup, bu statüdeki insanların diğer insanlardan hemen ayırt edilmesi için kıyafetlerine bazı kısıtlamalar getirilmiştir. Meselâ hür erkeklerin sarık sarmaları ve hür kadınların başlarına örtü almalarına karşılık kölelerin başlarını örtmelerine izin verilmemiştir. Araplar arasındaki başın örtülmesi ile ilgili kıyafet düzeni ise onlara geçmiş kültürlerden intikal etmiştir. Sümer tabletlerinin okunmasıyla Sümer tapınaklarında kadınların örtündükleri ortaya çıkmış, Asur kanunları da evli ve dul kadınları başlarını örtmeye mecbur etmiş, kızların, cariyelerin ve sokak fahişelerinin ise örtünmesini yasaklamış, bu yasağa uymayanlara da ceza verileceğini hükme bağlamıştır (Prof. Mebrure Tosun - Doç. Dr. Kadriye Yalvaç, Sümer, Babil, Asur kanunları ve Ammi-Aduqa Fermanı, Ankara, 1975, s.252, madde 40). Yani, Araplar arasındaki, kadınların başlarını örtmesi şeklindeki yerleşik alışkanlık, aslında bölgede çok eskiden beri uygulanmakta olan bir kıyafet şeklidir.
Nur 31. ayette başınızı ya da saçınızı örtün, şeklinde hiç bir emir yoktur. Ayette "baş/re's" kelimesi dahi kullanılmamıştır. Ayette asıl amaç zinayı/çirkinliği önlemek diğer bir deyişle iffeti muhafaza etmektir. Bu mantıkla bakıldığında, saçın cinsel obje/cinsel tahrik aracı olmadığını, aklı başında herkes, insaf dairesince düşününce bulabilir. Saç ve yüzde güzellik vardır. Fakat göğüs ve kalçalarda ise güzellikten ziyade cinsel cazibe vardır. Bu iki ayrımı bilmek lazımdır. Bunu şu şekilde misallendirirsek, maksat daha iyi anlaşılır. Duvara asılı iki tablo düşünün sol taraftaki tabloda, başı açık ama sadece başının/yüzünün resmedildiği çok güzel bir bayan düşünün. Eğer cinsi sapık değil isek, yani normal şartlar altında düşünürsek bir doğa resmine bakar gibi bakar ve "güzel" deriz. Şimdide duvarın sağında göğüslerini ve kalçalarını teşhir etmiş bir kadın tablosu düşünün. Detaya girmeye gerek yok. Kuşkusuz aynı şeyler olmadığını anlamış olmamız gerekir. Kısaca yüz/saç cinsel objeler veya tahrik aracı değildirler. Şayet sapığın biri çıkar da, tabiri amiyane ile "yahu şu kadının güzel burnu ve saçları beni fena tahrik etti" derse, herhalde bu sapığın, sapkın fikri ölçü teşkil etmez. Çünkü o zaman öyle sapıklar da çıkar ki: Bu sefer de, türban onları tahrik edebilir/ediyor (Arabistan’da çarşaflı bir kadına tecavüz eden bir adama, nedeni sorulduğunda, “giyimi beni çok tahrik etti” cevabını vermiştir).
İslam’daki tüm ibadet ve toplumsal düzenleme kurallarının hemen hepsi orijinal olmaktan ziyade eski İbrahim dininin yeniden canlandırılmasıdır. İslam geldiğinde toplumun yaşayan geleneklerinin karşısında tavrı şu olmuştur: Gelenek eğer İslam’ın temel kurallarına aykırı değilse aynen kabul edilirdi. Gelenek kısmen kural dışılıklar taşıyorsa o kısımlar ayıklanıp yeniden düzenlenip uygulanıyordu. Geleneklerin ancak çok az bir kısmı İslam kurallarına taban tabana aykırı ise o gelenek dışlanıyordu. İslam’da adet muhkemdir, kuralı var. Yani toplumun gelenekleri daima uygulamada ve yargılamada dikkate alınır/alınırdı. Oysa Peygamber efendimizin vefatından sonra Ebu Süfyan ve akrabaları tarafından Arap örf ve adetleri dinin emirleriymiş gibi lanse edilmeye ve yaşatılmaya çalışılmıştır. İşte Örtü meselesinin, Arap ve diğer toplumlardaki geleneksel temeli budur. Nitekim Arap örf ve adetleri hala yaşatıldığından; Mezheplere bakarsanız, özgür kadının örtünme şekli başkadır. Köle kadının örtünme şekli ise aynen erkekler gibidir, şeklinde açıklamalar bulabilirsiniz… İşte bam teli burada.. Arap toplumu köleci bir toplum idi.. Üretim ve hizmet işleri kölelerin sırtında idi. Halbuki evli ve hür bir kadının kocasına tek yükümlülüğü, kocası yatağına çağırdığı zaman bunu reddedemezdi. Arap geleneğinde, her işi köleler yaptığı için, özgür evli kadın, kocasının cinsellik dışında hiç bir işi ve emri ile yükümlü değildir. Aksine bütün işleri yaptırmak üzere bir köle alınırdı. İşleri köle yapardı. Çalışan kadının yükümlülüğü aynen erkekler gibi tutulmuştu. Arap geleneklerine göre kadın kocasına yemek pişirmek, ev işleri yapmak ve hatta doğurduğu çocuğa dahi bakmak zorunda değildi. İşte bu Arap gelenekleri dinselleştirilmiştir. Çoğu da Kur’an’ın ayetlerinin erkek egemen kültür baskısıyla istendiği şekilde yorumlanıp kadının sosyal hayattaki rolü daraltılmıştır.
İşte Nur suresi 31. ayet, o gününün yaşam koşullarına göre çıplak vaziyette olan köle kadınlar (bu köle kadınlar eşarp takmaz ve göğüsleri görünür bir biçimde açık gezerlerdi) dâhil olmak üzere tüm kadınların ziynet yerlerinin kapatılmasını söyler. Bu şekilde kadınının dişiliğinin değil kimliğinin ön plana çıkması sağlanmış ve kadına cinsel bir objeymiş gibi bakmanın önü kapatılmış oldu. Ayrıca, bir kölelik-hürlük alameti olan başörtüsü de ortadan kaldırılmış, tüm kadınların saçlarını, omuzlarından aşağı göğüslerine kadar uzatması/salmasını istenmiştir. Bu şekilde görsel olarak bir sınıf ayrımına son verilmesi amaçlanmıştır. Herkesimin saçı açık ve omuzlarından aşağı göğüslerine kadar uzandığından/salındığından kimsenin hür ya da köle olduğu bilinmeyecek bu şekilde kimse rencide edilmeyecekti. Zaten kölelik İslam’ın yasakladığı bir şey olduğundan bunun önüne geçilmesi amaçlanmış ve kadının tarihin ilk devirlerinden beri çiğnenen hakkı tekrardan kendisine iade edilmeye çalışılmıştır (Ancak bu hak peygamberin vefatından sonra Ebu Süfyan ve Ümeyye oğulları tarafından tekrardan kadının elinden alınmıştır).
Aslında örtünmede, sınırlama Kur’an’da çok dar bir kapsamda tutulmuşken bu kapsam sonradan erkek egemen düşüncenin ürettiği hayali ve uydurma hadislerle örtünmede kapsam çok genişletilmiş, üstelik kadına ayrı, erkeğe ayrı hükümlerle insan varlığı ikiye bölünmüş, Allah'ın yasaları erkeğe ayrı kadına ayrı uygulanmıştır. Oysaki Kur’an’a göre örtünme üçe ayrılmıştır:
1-Başta belirtilen en az sınırları ifade eden ayıp yerlerin yani ziynetlerin (kadın için; göğüs-popo-ön bölge, erkek için; popo-ön bölge) örtülmesidir.
2-Sonra toplumsal geleneklere göre şekillenen süs elbisesi olarak adlandırılan belli bir biçimle sınırlandırılmamış bir giysidir. Her toplum kendi geleneklerine göre giyinir.
3- Takva elbisesidir. Belirtilen bu takva elbisesinin ise iki anlamı vardır. Birisi ahlaksal açıdan kendini arındırmış olmanın üstünlüğünü belirtilirken, Diğer açıdan dinsel açıdan sakınma duygusuna göre yine kişinin takdirine ve algısına bırakılmış bir giyim tarzıdır.
Sonuç olarak ne diyebiliriz?
Allah bütün peygamberlere aynı tek dini indirmiştir. Bu Kur’an’da İslam olarak adlandırılan "Tanrıya teslim oluş ve evrenle her zaman barışık yaşama" dinidir. Tüm ilahi dinler inanç temeli olarak aynı, birbirinin devamı ve uygulamalarda indiği toplumun geleneklerini dikkate almış aynı dinin farklı versiyonlarıdır. Üç ana periyot söz konusudur. Toplumsal gelişim aşamalarına göre Adem’den Nuh’a kadar bir periyot, Nuh’tan İbrahim’e kadar bir periyot ve son olarak İbrahim’den Muhammed’e kadar üçüncü periyottur. Yani söylemek istediğimiz son dönem ilahi dinler aslında İbrahim’in kurduğu dinin temelleri üzerine indirilmiş Musevilik, İsevilik ve Muhammedilik versiyonlarıdır. Ancak: Musevilik bir tevhid dini iken sonradan İbrani toplumsal gelenekleriyle bulandırılarak Yahudilik denilen din ortaya çıkmıştır. İsevilik aslında İsa yeni bir din getirmediğini söylediği halde onun ölümünden sonra pagan unsurlarla doldurulmuş(özellikle Roma’nın bu dini kabul etmesiyle) ve Hıristiyanlık denen bulanmış bir din ortaya çıkmıştır. Gelelim İslamiyete… Peygamberimiz dahi yeni bir din getirmediğini ve İbrahim dinini canlandırdığı ifade etmiştir. Nitekim Kur’an’da:
Enam 161: "De ki: Muhakkak Rabbim beni İbrahim'in doğru yoluna dosdoğru olan Hanif dinine iletti." 
Nahl 123: "Ey Resul! Sana Hanif ol, İbrahim'in dinine uy diye vahyettik."
Mü’minun 52: “İşte bütün bu peygamberlerin getirdikleri din, tek bir dindir ki, o da sizin dininiz olan İslam’dır…” denilmektedir.
Peygamber efendimizin vefatından sonra ise dinde ilk ayrılıklar ortaya çıkmış, 3. Halife Osman zamanında da Kureyş kabilesinden Ebu Süfyan ve Ümeyye oğullarının başa geçmesiyle dinde bozulmalar, uydurma hadiselerin artması ve gelenek göreneklerin dinin emriymiş gibi gösterildiği dönem başlamış oldu. Karbela faciasında da sahabenin tamamını öldürülmüştür. O öyle bir katliamdı ki, 400 kadar nedime, mabeyin vb. hepsi öldürüldü. Hamileler dahi öldürüldü (Belki Hüseyin’in soyundan hamile kalmıştır diye). Ebü Süfyan ve Ümeyye oğulları, güneşi balçıkla sıvayıp, diledikleri gibi tarihi yazdılar. Şurayı kaldırıp yerine saltanatı koydular. Yahudi olmasa da Yahudileşmiş Kureyş kabilesinin tüm gelenekleri, cahiliye örfleri yeniden diriltildi. Rahibelerin kara çarşafına kadar tıpatıp aynı kaldı... Ve kimse ama hiç bir kimse demedi ki: "Bu rahibe kıyafetidir".[ Rahibeler de bu tesettürü elbette, YAHUDİ havrasının sadık bir kızı olan Hz. Meryem’in ZORUNLU kıyafetinden almışlardı (Tapınak görevlileri, hizmetçiler bu şekilde giyinmek zorundaydı). Çünkü Hıristiyanlığın temeli salt TEVRAT’a dayanır. Yahudilerde bu geleneği Asurlulardan almışlardır].
Tevrat der ki: "Bir stawardessin (tapınak görevlisi, tapınak hizmetçisi) saçının bir teli bile görünmemek üzere beyaz bir örtüyle sıkılır ve üzerine kir göstermeyen siyah bir shagu (cilbab) örtülür. Ayaklar bileklerden ve eller de bileklerden itibaren bu örtü içinde kalır. Yahowanın kızları adanmışlardır ve böyle olmalıdırlar".
Üzüldüğümüz şudur ki, ak ninelerimizin tülbentleri Anadolu’muzun, bunun üzerine giyilen çarşafları (cihar şuf) aslında içimize kadar girmiş bir ARAP âdeti… Arabın içine giren de bellidir KUREYŞ. Kureyşin içine giren de bellidir: Ebu Süfyan yani REİSLERİ. Yani eşi Yahudi olan (Kurayza) ve kendi yarım kan Yahudi olan, dolayısıyla Mekke’li putperestlerden BAŞKA, Yahudi adetlerini çok iyi bilen EBU SÜFYANDAN… Tüm Yahudi adetlerini ADI GİBİ BİLİYORDU! İşte tarihin KARANLIK yüzlerinden biri de bu... MENAT (Yahowayı temsil eden put) DIŞINDA BAŞKA BİRŞEYE TAPTIĞI GÖRÜLMEMİŞTİ. İslamı Araplaştırmışlardır… Araplaşmayı da Yahudileştirmişlerdir. Düz mantık ile bizler TAMAMEN YAHUDİ ÖRF VE ADETLERİNE SAHİP ÇIKMIŞ OLUYORUZ! Ve ne yazık ki; Türk töresi, İslam İnancı diye türbanı, eşarbı, tülbendi, mantoyu, çarşafı benimsiyor ve savunuyoruz.
Peygamberin kurduğu esaslar üzerindeki saydamlığıyla İslam dini Peygamber hayatı ile dört halifeyi toplarsak 50 yıl sonra iş Emevilerin başa geçmesiyle zorba bir saltanata dönüşmüştür. Gerek Emeviler ve gerek ondan sonra gelen Abbasiler zorba krallar olarak halk üzerindeki egemenliklerini dinsel açıdan da sağlamak için dini ters çevirerek uygulamışlardır. Dini bir zorbalık ve gerici uygulamalarla dolu bir hale dönüştürmüşlerdir. Nitekim 715 yılında Emevi Halifesi Süleyman döneminde başörtüsü takılması ve 743 yılında İkinci Mevran döneminde karaçarşaf giyilmesi yasallaştırılmıştır.  Bu kargaşa ortamında bazı din bilginleri, karmaşalara bir çözüm getirmek amacıyla bazı yöntemler geliştirmişler ve ortaya mezhep denilen oluşumlar ortaya çıkmıştır. Ancak mesela İmamı Azam denilen Ebu Hanife, Emevilerin sonunda ve Abbasilerin başında yaşamış her iki dönemde de zulme uğramış ve hayatında iken bir mezhep kurmamışken ondan sonra onun öğrencileri Abbasi devletinin başkadılığına seçilince devletin başında olan zorbaların görüşleri ağırlıklı olmak üzere devletin resmi dinsel görüşünü yansıtan Hanefi mezhebini kurmuşlardır. Ve de adını hiç ilgisi olmadığı halde hocalarına mal etmişlerdir.
Örtünme konusu da dinin birincil bir emri ve zorunluluğu değilken, Hz. Muhammed’in ölümünden yaklaşık yüz-iki yüzyıl sonra derlenen hadis, sünnete ve Arap kültürüne dayanarak, genellikle kadınların aleyhine kurallar koymaya ve yorumlamaya çalışdı. Sonuçta kadınlar kara çarşafın içine ve eve hapsedildi… Kur'an öncesi cahiliye Arap toplumunun kadına bakış açısı, Kur'an'daki örtünme ile ilgili ayetlere de yansımış ve ayetler o bakış açısı doğrultusunda erkekler lehine yorumlamıştır.
Kur'an'ın orijinal ayeti, "hımar" ile "mikna" ve "nasıyfın" kelimelerinin Arapça sözlüklerdeki manası tüm açıklığı ile ortadayken, Arap geleneklerini ve kendi çarpık düşüncelerini, dinmiş gibi sunan ve bundan maddi manevi rant elde etme hedefindeki çıkar grupların ve siyasi erklerin, baş örtüsü dayatmaları, Kur'an'ın emriymiş gibi insanları aldatmaktadır. Çünkü biliyorlar ki; din ve maneviyat insanoğlunun en rahat sömürülecek yanıdır. Günümüzde kadına dayatılan örtü biçimi Kur'an'da asla yer almaz. Kaldı ki; Diyanet İşleri Başkanı Profesör Dr. Ali Bardakoğlu'nun da vurguladığı gibi;  Hazreti Muhammet'in, 50 derece çöl sıcağında, kadınları sıkmabaşa mecbur edeceği düşünülemez.
Mezhep imamlarının yolundan gitmeye devam eden ve Allah’ın ayetlerine gerçekte inanmayan tefsirciler, mealciler, tarikatçılar, şeyhler, gavslar vb. kişiler hala günümüzde;
“Avret; sözlükte, gedik gibi yerlerdeki aralık ve kendisinden fesat ve zarar beklenen şey anlamındadır. (el-Harasî ‚Alâ-muhtaşar-i Seydî Halîl 1/244.) İnsanın avret bölgesine “avret” denmesi, görülmesiyle fesat ve kötülük ortaya çıkacağı içindir. Yoksa “avret”, çirkinlik anlamındaki “aver” kelimesinden türemiş değildir. Çünkü kadının avret olan yerlerinin çoğu, çirkin olmak şöyle dursun, gönüllere hoş gelir ve güzel sayılır.”
Düşüncesini kabul ederekten kadının her yerinin avret mahali olduğunu dolayısıyla mezhepten mezhebe farklılık göstermekle birlikte genel olarak yüz hariç olmak üzere tüm vücudunun örtülmesi gerektiğini savunurlar. Bu kişilerin kabul ettiği düşünceye göre eğer fesat durumu söz konusu değilse çıplak da gezilebilir. Nitekim bazı Afrika ve Hindistan kabile ve dini inanışlarında çıplaklık durumu söz konusudur ve bunlar birbirlerine o anlamda bakmamakla, fesada neden olmamış oluyorlar. Dolayısıyla Kur’an’a göre yanlış olan bu durum mezhepçilerin görüşüne göre doğru olmaktadır. Aynı şekilde, Dünya çapında milyonlarca kadının katılımıyla gerçekleşen ve için de Türkiye kadınlarının da yer aldığı bir ankette… Kadınlara sorulan, "Bir erkeğin en cinsellik uyandıran uzvu hangisidir" sorusuna… Yüzde 86’sı "Dudakları" cevabını vermiştir… Bunu, gözleri, adaleleri, kaba etleri gibi uzuvlar takip etmiştir… Şimdi, kadınların en çok etkilendikleri erkek uzvu, dudakları olduğuna göre, demek ki cinsellik günahı işlememek için erkeklerin ağızlarını kapatması mı lazım… Gerçekten çok vahim bir durum…
Görüldüğü gibi Kur’an’ın tarif ettiği kapanmada, İslam adına bugün uygulanan kapanma şekillerinin, peçelerin, çarşafların, başörtülerinin tarifi yoktur. Yani bunların temeli dinimiz değil, örflerin ve geleneklerin dinselleştirilmesidir. Peygamberimizin döneminde erkek, kadın birçok kişinin gelenek açısından başını örttüğü bir gerçektir. Kıyafetlerin giyilişindeki temel sebeplerden birinin sıcaktan korunma olduğunu da Allah(cc) Nahl suresi 81. ayette söylemektedir.
Nahl 80-81: Allah size, evlerinizden huzur ve sükûn yeri yaptı. Hayvan derilerinden de size, gerek göç gününüzde gerek konduğunuz sırada rahatça taşıyacağınız evler de yaptı. Ayrıca hayvanların yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından belli bir süreye kadar kullanabileceğiniz giyimlikler, döşemelikler ve kullanım eşyası verdi. Allah yarattıklarından sizin için gölgeler oluşturdu. Dağlardan sizin için sığınak evler yaptı. Sizin için sıcaktan koruyacak elbiselerle savaşta koruyacak elbiseler de yaptı. İşte nimetini üzerinizde böyle tamamlıyor ki, O’na teslim olup esenliğe ulaşabilesiniz.
Sıcak yörelerde başı örtmek, böylece güneşin etkilerinden, güneş çarpmalarından korunmak birçok sıcak iklimli bölgenin kültüründe vardır. Fakat ne yazık ki dinimizde kadının başının kapanması geleneği farzlaştırılmış, erkeğin başına sarık takması da sarıklı namaz kılanın 70 kat daha fazla sevap alacağı izahlarıyla dîni bir kıyafete dönüştürülmüştür. Oysa ne erkeğin sarığının, ne kadının başını örtmesinin Kur’an’da geçmemesi, bunların dinsel bir nitelikleri olmadığının delilidir. Allah isteseydi “Erkekler sarıkla namaz kılsın” veya “Kadınlar saçlarının tek teli gözükmeyecek şekilde başörtüsü taksın” izahlarıyla konuya açıklık getirirdi.
Günümüzde başörtüsü için yapılan şamatayı ve eylemleri görenler Kur’an’da geçmeyen bu hükmün İslam’ın en temel hükümlerinden biri olduğunu, Kur’an’da ısrarla üzerinde durulduğunu sanmaktadırlar. Geleneğin savunulması, radikal hareketlerin karşı radikalizmi artırması, başörtüsünü birçok kere gündemin birinci maddesi yapmıştır. Başörtüsünü ısrarla savunup eylemler yapanlara, her eylemin, zıtlaşmanın sonunda, uğrunda bu kadar zahmete katlandıkları şeyin, din değil de gelenek olduğunu anlatmak daha da zorlaşmaktadır. Yapılan her eylem akıllı düşünmeyi, objektifliği kenara bıraktırıp, akılcılık, Kur’an’ı samimi değerlendirme yerine örfe sahip çıkmayı, inadı ön plana aldırmaktadır. Başörtüsü yüzünden okulundan ayrılan bir kıza, “Başörtüsü diye, pardesülü kapanma diye bir şey dinde yok, sen din adına Arap örf ve adetlerine, Emevi ve Abbasi döneminin uydurmalarına sahip çıkıyorsun” deyince o kız sizi ne kadar objektif değerlendirebilir? Bu yüzden hepimiz dinci yobazlık kadar, kişisel hak ve özgürlükleri kısıtlayan; başörtüsü, kıyafet yasağı gibi gereksiz uygulamalarla insanları radikal çizgilere iten yasaklamacı kafalarla da mücadele etmek zorundayız. Çünkü bu kafalar ancak dinci yobazlığın ve radikalizmin artmasına sebep olurlar
KADINLARI POŞETE SOKMA
Kuran’da gerekli malzemeyi bulamayan gelenekçilik, uydurma hadislerle, uydurma yorumlarla, mezhep izahlarıyla kadınları poşete sokulmuş şekilde kapatacak malzemeyi türetmiştir. Kur’an’da Ahzab suresi 52. ayette (“Bundan sonra, başka bir kadını nikâh etmek veya nikâhın altında bulunanlardan birini boşayıp yerine başkasını nikâhlamak, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helal olmaz…”) Peygamber’in, bu ayetin inişinden itibaren güzelliği hoşuna giden bir kadın dahi olsa, artık evlenmesinin helal olmadığı söylenir. Demek ki Peygamber’in döneminde kadınların kıyafetleri kimin ne kadar güzel olduğunu bilmeyi engellemiyordu. Oysa mezheplerin izahlarındaki çarşaftan, peçeden, başörtüsünden hangi hanımın ne kadar güzel olduğu nasıl anlaşılabilir? Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Kur’an’ın göz ardı edildiğini görüyoruz.
Her zaman olduğu gibi uydurma hadislerle dolu kitaplardan ise, işe gelen hadis alınmış, işe gelmeyen hadis görmezlikten gelinmiştir. Oysa hadis külliyatında Peygamber döneminde kadın ve erkeklerin aynı kaptan abdest aldıkları da geçer. (Bakın Buhari, vudu 43 Ebu Davud, taharet 39 İbni Mace, taharet 36Nesai, taharet 56) Abdeste konu yerler ayak, dirseklere kadar eller, yüz ve baş olduğuna göre bu hadisten kadınların erkeklerle karışık ve başı açık oldukları anlaşılır.
Oysa gelenekçi İslamcılık bu hadisi yorumlayarak atar ve kendi kafasına uygun diğer malzemelere sarılır. Peki, madem kadının sizin söylediğiniz şekilde kapanmasının açık bir hüküm olduğunu söylüyorsunuz, niye ayrı ayrı kapanma şekillerini savunuyorsunuz? Neden kiminiz peçe farzdır, kiminiz ise değildir diyor? Neden kiminiz kadınların elleri gözükemez deyip yaz-kış kadınlara eldiven giydiriyor da, kiminiz kadınların elleri gözükebilir diyor? Neden kiminiz çarşaf dışında hiçbir şeyle kapanılamaz diyor da, kiminiz pardesü ile de olabilir diyor? Hiç şüphesiz kesin sınırlı bir hüküm olsa, böyle ayrı ölçüler çıkmazdı. Tüm bu ayrı ölçüler, hükümler kapanma konusunda geleneklerin, örfün, Emevi, Abbasi döneminin kadına bakış açısının dinselleşmesinin neticeleridir. Her bir ayrı kapanma modeli de “Allah’ın isteği tam budur.” diye savunulup sanki Allah’ın aynı konuda beş on tane ayrı görüşü varmış gibi bir komedi ortaya konulmuştur.
Allah’ın kadınların giyinmesi konusundaki hükmü yukarıdaki ayetlerde bellidir ve bunlardan anlaşılan neyse kadının giyim tarzı öyle olmalıdır. Verilen esneklik de, tam bir sınırın olmaması da muhakkak hikmetlidir. Çünkü Kur’an’ı indiren hikmetli olan Allah’tır ve Allah bu dini yüzlerce yıllık zaman dilimine, apayrı kültürlere, apayrı adetlere, apayrı iklimlere indirmiştir. Ayetlerdeki esneklikler dinimizin her şart ve zaman dilimine uyumunu sağlayan Allah’ın rahmet ve hikmetleridirler. Emeviler’in, Abbasiler’in kendi görüşlerini dondurup, Allah’ın görüşünü kendi bakış açılarına hapsetmeye çalışmalarından dinimizi kurtarmak hepimizin Allah’a karşı borcudur.
TEK GÖZ İZAHI
Buraya kadar Kur’an’ın kapanma ile ilgili ayetlerini gördük. Şimdi de gelenekçilerin vardığı uçuk sonuçları görelim: Şafii ve Hanbelî mezheplerinde kadının istisnasız tüm vücudu her zaman kapanması gereken bölgedir (yüz ve eller de dâhil). Hanefi ve Maliki mezheplerinde ise bir tek eller ve yüz, o da fitne olmayan koşullarda açık olabilir. (Sabuni Tefsirul Ayatil Ahkam 2/154, 155) Es Suddi: “Kadın gözlerinden birini ve yüzünün açık kalan göz kısmındaki tarafını kapatır. Sadece bir göz açıkta kalır.” Ebu Hayyan: “Endülüs’te adet böyle idi. Kadının bir gözünden başka hiçbir yeri görünmezdi.”( Ebu Hayyan, El Bahrul Muhit) Şafii imamları, kadının kesilmiş olan tırnaklarına dahi bakmayı yasaklamışlardır. (İbni Hacer el Heytemi, İslam’da Helal ve Haramlar 2/13) İslam’ın kadına farz kıldığı örtünme kadının yüzünü de içine almaktadır. (Fıkhus siyre sf:240) Kadının, yabancı erkeğin göğsüne, sırtına, bacağına lezzet korkusu olmasa bile bakması caiz değildir. Yüz ise fitne açısından ayaktan, saçtan ve bacaklardan daha ileridedir. Bu kısımlara bakmak ittifakla haram olduğuna göre, yüze bakmak da evveliyetle haram olması gereken bir fiildir. (Sabuni, Revai 2/156)
Gelenekçilikte varılan uçuk sonuçlar saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Yukarıda gördüğümüz gibi bırakın kadının komple kapanması gerektiği, kadının kesilen tırnağının bile görülemeyeceği iddialar arasındadır. Tüm bu izahları yapan gelenekçilerin sanki dinin tek kaynağının Kur’an olduğunu kabul ediyorlarmış gibi “hımar” kelimesini ve ayetleri çekiştirip, Kur’an’ı kendi kafalarındaki modele örnek gösterme çabaları şaşılacak bir tutumdur.
Asıl sorun kadının kalktığı yere oturulamayacağını, hiçbir yönetici vasfı olmadığını, erkeğin kölesi gibi olması gerektiğini, kadınların çoğunun cehennemlik olduğunu zanneden zihniyette olmaktır. Başörtüsü ve diğer kapanma çeşitleri gördüğümüz zihniyetin sonucudur. Fakat günümüzde başörtüsünün özel bir yer kazanması mevcut gösteri ve eylemlerin neticesidir. Yoksa başörtüsünün kadının kalktığı yere oturulamayacağı izahından bir farkı yoktur. Başörtüsünün bu kadar tartışılması çağımıza mahsustur. Çünkü uydurmaların ortaya atıldığı ilk dönemlerde tartışma konusu “Kadının hangi bölgelerinin dışındaki yerler gözükebilir?” şeklindeydi. Tartışma “Tek göz mü, çift göz mü, tamamen peçe ile mi?” şeklindeydi. Bu dönemde kadınları tamamen kapatanların çoğu başörtüsü değil, çarşaf gibi tepeden tırnağa örtüleri kullanıyorlardı. Görüldüğü gibi başörtüsünü “hımar” kelimesiyle açıklamaya kalkmak yeni bir gayrettir. Daha eski yıllarda “hımar”ı peçe şeklinde tanımlama gayretleri, bugünkü başörtüsü gayretlerinin önündeydi! Aslında Kur’an bu izahların hiçbirine geçit verecek izahlar içermez. Yoksa Kur’an kesilen tırnağınızı göstermeyin mi diyor? Kur’an peçe ile yüzünüzü örtün mü diyor? Kur’an’da saçınızın tek telini göstermeyin deniyor mu? Saçın kapanmasına dair bir açıklama var mı? Peki, başınızı örtün diye hiçbir ifade var mı? Mademki Kur’an’da tüm bu izahlar yok, samimi bir şekilde Kur’an dışı kaynakları kullanıp bu uygulamaları çıkardığınızı itiraf edin. Kur’an’ın kadınların giyimiyle alakalı ayetler de, diğer izahlar da ortadadır. Hiç olmazsa kendi fikriniz içinde samimi olun, Kur’an’ı çekiştirmeyin. Ayrıca şunu da belirtelim ki Kur’an’da namaz kıyafeti diye ayrı bir kıyafet yoktur. Başörtüsü, peçe, çarşaf diye dinimizde bir şey olmadığına göre, elbette ki namazda da bunları giymenin bir mecburiyeti yoktur.
FUTBOL OYNAYAN ERKEKLER SEYREDİLEBİLİR Mİ?
Gelenekçiler kadınların kapanması ile ilgili bu izahları yaparken, erkekler için de Kur’an’da olmayan birçok zorluk getirmişlerdir. Erkeğin diz ile göbek arasını örtmesinin farz olduğu kimi mezheplerin uydurmasıdır. Gerçi Peygamber’in baldırının gözüktüğüne dair de hadis vardır ama bazı mezhep imamları öbür hadisi beğenip erkeğin baldırı ile dizinin arası gözükemez demişlerdir. Üstelik erkeklerin birbirinin diz ile göbek arasına bakmasının da haram olduğuna kanaat getirilmiştir.
Bu izaha göre futbol, basketbol gibi erkeklerin şortla oynadığı oyunları da seyretmek haram olur. Türkiye’de yaygın olan Hanefi mezhebinin koyu savunucusu televizyonlar, kendi mezheplerine göre haram olmasına rağmen; futbol, basketbol gibi sporların maçlarını hiç çekinmeden göstermektedirler. Bu da bizce bu grupların kendi inançlarında ne kadar samimi olduklarının bir göstergesidir! Erkeklerin sarı ve kırmızı giyemeyeceği de yine mezheplerin İslam’ının uydurmalarından birisidir. (Bakın Müslim libas 27 ve Mişkat 2/1247) Erkeklerin parlak olanlarının peçe giymesi gerektiği izahı da gelenekçi eserlerdeki bir izahtır. Sakal konusunda yapılan izahlar ise tam bir felakettir. Diyebiliriz ki kadında nasıl başörtüsü uydurma bir dîni sembole dönüştürülmüşse, erkekte bu sembolün bir karşılığı varsa o da sakaldır.
Sakal bırakmak sünnet, başörtüsü farzdır izahları yapılabilir, ama sakalı bırakmaya sünnet diyenler garip bir mantıkla kesmeye haram demişlerdir. Türkiye’ye hâkim olan en büyük mezhep Hanefiliğe ve diğer mezhepler Maliki’ye, Hanbelî’ye göre sakalı kesmek haram görülmüştür. (Halil Günenç, İslam’da Kılık Kıyafet ve Örtünme sf:177) Tabi ki diğer uydurmalar gibi erkeklerin sakal bırakması gerektiğine dair bir izah Kur’an’da yer almaz. Fakat mezheplerin İslam’ını savunanlar: “Allah sakal çıkarıyor, sen kesiyorsun. Sonra Allah yine sakal çıkarıyor, sen Allah’la savaşıp bir daha kesiyorsun...” gibi enteresan açıklamalarla sakalı kesmenin, Allah’la savaşmak anlamına geldiğini halka anlatmaktadırlar. Allah’a şükür ki Allah kitabı Kur’an’da her türlü detayı verdi ve böyle saçma uygulamaları savunan fıkıh ve hadis kitaplarına bizi muhtaç etmedi. Ne mutlu Kur’an’ın yeterliliğini anlayanlara. Ne mutlu Kur’an’a güvenenlere.
Örtünmenin zaman içerisinde gösterdiği gelişme ise sadece korunmaya yönelik olarak; bulunulan bölgeye, iklim şartlarına göre olmamış, meslek, statü, yaş gibi sosyal yaşam içindeki farklılıklar da örtünmeyi değişik şekillerde etkilemiştir. Bazı kıyafetler belirli işleri yapanlara özgü kılınmış ve kıyafet farklılıkları yasal müeyyidelerle korunmuştur. Meselâ, Osmanlı imparatorluğunda halkın ancak tek sorguçlu sarık sarmasına izin verilmiş, iki sorguçlu sarık sadrazama, üç sorguçlu sarık da padişaha özgü kılınmıştır. Halkın içinde ayrı dinlere mensup erkek ve kadınlar, saraya mensup kimseler, esnaf vb. kişler de hep bu özelliklerini belli eden kıyafetler giymek zorunda bırakılmıştır. Kişilerin özelliklerini belli eden kıyafetler giymeleri, tüm dünya ülkelerinde günümüze kadar sürdürülmüş bir uygulamadır. Nitekim bugün mesleği askerlik, polislik, doktorluk, hemşirelik, hâkimlik, avukatlık, itfaiyecilik vb. olan kimseler, bu özelliklerini tanıtan kıyafetler giymektedirler.
Kıyafet şekillerinde belirleyici olan bir başka sosyal olgu da kölelik müessesesidir. Kölelik, Kur’an’ın indiği dönemde, dünyanın hemen her tarafında olduğu gibi Araplar arasında da yaygın bir uygulama olup, bu statüdeki insanların diğer insanlardan hemen ayırt edilmesi için kıyafetlerine bazı kısıtlamalar getirilmiştir. Meselâ hür erkeklerin sarık sarmaları ve hür kadınların başlarına örtü almalarına karşılık kölelerin başlarını örtmelerine izin verilmemiştir. Araplar arasındaki başın örtülmesi ile ilgili kıyafet düzeni ise onlara geçmiş kültürlerden intikal etmiştir. Sümer tabletlerinin okunmasıyla Sümer tapınaklarında kadınların örtündükleri ortaya çıkmış, Asur kanunları da evli ve dul kadınları başlarını örtmeye mecbur etmiş, kızların, cariyelerin ve sokak fahişelerinin ise örtünmesini yasaklamış, bu yasağa uymayanlara da ceza verileceğini hükme bağlamıştır (Prof. Mebrure Tosun - Doç. Dr. Kadriye Yalvaç, Sümer, Babil, Asur kanunları ve Ammi-Aduqa Fermanı, Ankara, 1975, s.252, madde 40). Yani, Araplar arasındaki, kadınların başlarını örtmesi şeklindeki yerleşik alışkanlık, aslında bölgede çok eskiden beri uygulanmakta olan bir kıyafet şeklidir.
 Yahudilikte ise “peçe” şekline dönüşmüş bir örtünme söz konusudur. Ama Yahudilikteki uygulama mahiyet itibariyle Sümer ve Asur’dan gelip Araplar arasında devam eden örtünmeden önemli bir farklılık arz eder. O zamanın örfüne, törelerine göre, toplum içindeki kötü kadınların, fahişelerin örtündükleri anlaşılmaktadır:
Tekvin 38. Bab’dan:
“.........Ve işte, kaynatan sürüsünü kırkmak için Timnat’a çıkıyor, diye Tamar’a bildirildi. Ve üzerinden dulluk esvabını çıkardı, peçesiyle örtündü, ve Timnat yolu üzerinde olan Enaim kapısında sarınıp oturdu; çünkü Şelanın büyüyüp kendisinin ona karı olarak verilmediğini gördü. Ve Yahuda onu görünce, kendisini kötü kadın sandı; çünkü yüzünü kapatmıştı. Ve yolda onun yanına inip dedi. Rica ederim, gel senin yanına gireyim. Çünkü onun kendi gelini olduğunu bilmedi. Ve dedi: Yanına girmek için bana ne verirsin? ....”

Tekvin 24. Bab, 65. cümle:
“Ve köleye dedi: bizi karşılamak için tarlada yürüyen bu adam kimdir? Ve köle: Efendimdir, dedi. Ve Rebeka peçesini alıp örtündü.”
Kitab-ı Mukaddes’in, Tesniye bölümünün, 23. Bab’ında da, İbranilerin içinde kendini fuhuşa vakfetmiş kadınların bulunduğu, İsrailoğullarından böylelerinin bulunmaması ve fuhuştan kazanılan paranın Allah için harcanmaması istenmektedir.
Hıristiyanlıkta da örtünme konusu İncil’e girmiştir.
İncil, Korintoslulara 1. mektup, 11. Bab, 4-6. cümleler:
Başı örtülü olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her erkek, başını küçük düşürür. Fakat başı örtüsüz olarak duâ eden, yahut peygamberlik eden kadın, başını küçük düşürür; çünkü tıraş edilmiş olmakla bir nevi aynı şeydir. Çünkü eğer kadın örtünmüyorsa, saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek, yahut tıraş olmak ayıp ise, örtünsün. Çünkü erkek Allah’ın sureti ve izzeti olduğu için, başını örtmemelidir. Fakat kadın erkeğin izzetidir.”
Özetlemek gerekirse örtünme, İslâm öncesi devirlerde, o günün yaşamındaki sosyal farklılığın bir nişanesi olarak kanunlara konmuş ve üniforma niteliği kazanmış bir uygulamadır. Kur’an’ın indiği dönemdeki Arap toplumunda da örtünme, evli ve hür kadınlar ile hür olmayan kadınları ayırt etmektedir. Yani başörtüsü, hür kadınlar ile hür olmayan kadınları birbirinden ayırt eden ve iffetle hiç alâkası olmayan bir cahiliye dönemi simgesidir. O dönemde yaşayan bütün hür kadınların (iffetli veya iffetsiz) mutlaka başlarını örtmeleri söz konusudur. Hür olmayan kadınların ise başlarını örtmeleri kesinlikle mümkün değildir. Kadınlara ait bu ayırt edici özelliğin zaman içinde çarpıtılarak değişik kurgulara alet edilmesine karşılık erkekler için aynı ayırt edici özellik olan sarık üzerinde herhangi bir kurgulama yapılmamıştır.
İslâm’daki örtünme ve amacı: Erkek ve kadın arasındaki karşılıklı cinsel eğilim yaratılıştan mevcuttur. Yüce Allah bu eğilimi, yeryüzünde hayatın devam etmesi ve insanoğlunun yeryüzünde halifeliğini gerçekleştirmesi için bir sebep yapmıştır. Dolayısıyla bu fıtrî eğilim, fizikî fonksiyonlar tamamen tükenene kadar sürmektedir. Ancak dinimiz, iki cins arasındaki bu fıtrî arzunun yapay yollarla kışkırtılmadan, doğal mecrasında, yani güvenli ve temiz konumda gelişmesini ve tatminini düzenlemiş, bireylerin bu arzuların esiri olmak suretiyle alt yapısı aile olan toplum düzenini çökertecek davranışlardan uzak durmasını istemiştir. Dolayısıyla da, karşı cinsler arasındaki davetkâr arzularla doğrudan ilişkili olan kıyafet konusunda bir takım düzenlemeler yapmıştır.
Demek oluyor ki getirilen esasların amacı, ilkel kanunlar ve kültürlerde olduğu gibi, toplum bireyleri arasındaki sosyal farklılığın gösterilmesi değil, toplumda barış ve mutluluk içerisinde bir hayat tarzı sağlamak üzere fitne ve fesadın önlenmesidir. Çünkü bu arzuların toplum yaşamının her anında çeşitli yöntemlerle uyarılması hâlinde şehvete dönüşmesi, toplumun çekirdeği olan aile düzenini bozacak iffetsiz davranışlara, taciz, tecavüz ve kıskançlık kaynaklı huzursuzluklara yol açması hiç de zor değildir. Oysa İslâm dini, şehvetin her an uyarılmadığı, bu gibi tahriklerin et tutkusuna dönüşüp kan dökme tepkileri oluşturmadığı, temiz bir toplum amaçlamaktadır. Devamlı tahrik edilen arzular, sönmeyen ve doyulmayan bir şehvet azgınlığını meydana getirecek, toplumda fitne ve fesat çığ gibi büyüyecektir. Tarihte fuhşiyat bataklığına düşen, buhranlar içinde yok olan birçok toplumun varlığı bilindiği gibi, günümüzde de bu yolda olan toplumlar dünyanın her tarafında görülmektedir.
İslâm’ın insanlar için seçtiği yol, yöntem ise bellidir: İnsan, gücünü hayatın zorluklarıyla uğraşmaya yöneltmeli, fıtratındaki gerek cinsel gerekse diğer bencil arzularını şehvete dönüştürmeden terbiye etmelidir. Yukarıda Nahl suresinin 80 ve 81. ayetlerinde görüldüğü gibi, örtünmenin, giyinmenin asıl amacının, sıcak-soğuk gibi tabiat şartlarına ve herhangi bir fiilî müdahaleye karşı bedenin korunması olduğunu bildiren Kur’an, giyinip kuşanırken nelere dikkat edilip toplumdaki nezaketin sağlanması gerektiğini de bildirmiştir. Giyim kuşamı belirleyen ayetler, Ahzab ve Nur sureleri içinde yer almakta olup, her iki sure de Medine’de inmiştir. (Nur suresi, Ahzab suresinden önce inmiş olup, Nur suresi iniş sırasına göre 102. sure, Ahzab suresi ise iniş sırasına göre 90. suredir).
Ayrıca örtünme ile ilgili ayetlere baktığımızda, Peygamberimizin, 23 yıllık Peygamberlik hayatının son 3-4 yılında indirilmiştir. Yani başlarda değil, ta son yıllarında zorunlu hale gelmiştir. Bunun sebebi; Medine şehrinde ilk yıllarda Müslümanların fazla yayılmamış olması nedeniyle, şehir nüfusunun az olması ve herkesin birbirini tanıyor olmasıydı. Kim kimin karısı veya kölesi herkes bundan haberdar idi. Ve dolayısıyla sert kabile yasaları gereği, birinin karısına yan bakmanın sonucunda, kabileler karşı karşıya geldiği için kadınlara sataşma olaylarına pek rastlanmıyordu. Ancak Peygamberin hayatının sonlarına doğru Müslümanların kalabalıklaşması, Medine şehrine dışarıdan gelen göçleri arttırınca nüfus artmış ve yeni gelenler nedeniyle daha önce pek görülmeyen sataşma olayları da artmaya başladı.
İşte toplumun bu halde olduğu bir zamanda, kadınların haklarının korunması, tacizlerin engellenmesi ve kadınlara cinsel bir objeymiş gibi bakmanın önünü kapatmak için Allah(cc), Nur süresi 31. ayeti indirdi. Bu ayetin kapsamı ile Müslüman hür ve köle kadınlarının başörtülerini çıkararak saçlarını omuzlarından aşağı göğüslerine kadar uzatıp köle- hür ayrımını ortadan kaldırmaları istenmiştir. Nitekim ayetin indiği dönemde, başörtüsü sadece hür olan kadınlar tarafından takılıyordu.
Nur süresi 31. ayet ile kölelik-hürlük alameti olan başörtüsü ortadan kaldırılarak kadınların, saçlarını omuzlarından aşağı göğüslerine kadar uzatması istenmiştir. Bu şekilde toplumda rencide edilen ve tacize uğrayan kölelerin hakkı korunmaya çalışılmış ve tacizlerin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Bu şekilde artık köleler şekilsel olarak tanınmadıklarından taciz edilmiyor ve toplum içinde rahat bir şekilde hareket ediyorlardı (İnançsız olan Araplar, Yahudiler, Hıristiyanlar vb. inançlarından vazgeçmeyerek başörtülerini çıkartmayıp bir kölelik-hürlük alameti olan başörtüsünü devam ettirdiler. Sonradan Emeviler ve Abbasiler zamanında bu gelenek İslam’ın emriymiş gibi lanse edilerek yaşatılmıştır).
Nur süresinin indiği dönemlerde, kölelik müessesi, cariye ve fuhuş yapan kadınlar, toplumda hala yaygın bir biçimdeydi. Nur süresi 31. ayetle Müslümanlar ayetin gerekliliğine uyaraktan başörtülerini çıkartıp saçlarını omuzlarından aşağı göğüslerine kadar uzatmışlardı. Bu durum köle, fahişe ve Müslüman kadınları toplum nezrinde şekilce eşit kıldığından, sınıf ayrımını şekilce ortadan kaldırdığından, müşrikler, putperestler, Yahudiler, Hıristiyanlar vb. kişiler içinde, özellikle Peygamber eşlerini rahatsız etmek için zemin hazırlamıştır(Amaçları, Peygamberi zor durumda bırakmak, onu mahcup etmek, onu toplum nezrinde rencide etmekti).
[O günün şartlarında, evlerin içinde tuvalet olmadığı için herkes def’i hacet için yerleşim yerlerinden biraz uzakta, tenha bir yerde ihtiyacını giderirdi. Bu durum ise Medine’nin berduşlarını, zamparalarını harekete geçirir ve bunlar evli olmayan cariyelere veya fahişe görünümlü kadınlara (cariyeler de fahişeler de örtüsüz olurdu) sarkıntılık ederlerdi. Kadının evli ve sahipli olduğu belli ise tacizde bulunamazlardı. O zamanın koşullarına göre cariyelere (kadın kölelere) veya fahişe görünümlü kadınlara sarkıntılık yapmak ayıp ve kınanacak bir hareket sayılmasa da (çünkü onlara mal gözüyle bakılıyordu), hür kadınların sarkıntılığa uğramaları ayıp olmakla kalmıyor, suç oluşturuyordu. Yani özellikle, başlarını örtmeleri yasak olan cariyeler ile fahişe görünümlü kadınlar, bu saldırıların hedefi durumundaydılar. Ayrıca bu sataşmalar sadece def’i hacet için gidilen yerleşim birimlerinin dışında olmazdı, kadınların savunmasız, korunmasız olduğu her yerde yapılırdı].
Şüphesiz Müslüman olmayan cariyeler ve fahişeler, her ne kadar Müslüman kadınlar kadar iffetli giyinmeseler de Müslüman kadınlar gibi, saçlarının açık olması, başlarını başörtüsü ile kapatmamaları nedeniyle (bazıları sırf İslamı kötülemek ve fitne çıkarmak için Müslüman kadınlar gibi giyinip, saçlarını onlar gibi omuzlarından aşağı göğüslerine kadar bırakıp fuhuş yapmaya devam etmişlerdir. Bu şekilde İslam dinini kötülemeyi amaçlamışlardı.) Müslümanlara eziyet etmek, onları küçük düşürmek, dinleriyle alay etmek isteyen gayri Müslümanlar tarafından bu durumun kullanılmasına olanak sağlamıştır. Şikâyette bulunulup ta yakalanılan kişilere bu durumu neden yaptıkları sorulduğunda, o kişiler başörtüsü takmadıklarından “biz onu/onları cariye, köle ya da fahişe sandık” diyerekten bu işten yakalarını sıyırıyorlardı.
Özellikle Peygambere karşı kinleri ve öfkeleri dinmeyen putperestler, müşrikler, Yahudi ve Hıristiyan din adamları gerek kendileri, gerekse tuttukları adamlarla, Peygambere eziyet etmek, onu zor durumda bırakmak için Peygamberimizin eşlerine ya da onlarla gezen/onlara eşlik eden kızlarına, diğer Müslümanların eşlerine, nedimelerine iftiralar etmeye, taciz etmeye, laf atmalarla onları zor durumda bırakmaya başladılar. Bu kişiler yakalandıklarında ise “onlar, başörtüsü takmadıklarından biz onları cariye ya da fahişe sanıyorduk” şeklinde çirkince iftiralar ediyorlardı (O dönemde Dış ülkelerden/şehirlerden Medine’ye göçler olduğundan nüfus çok kalabalıklaşmış, insanların bir birini tanımaları zorlaşmıştır. Bu durum ise şüphesiz müşrikler tarafından kullanılmıştır). Bu durum ise Peygamber Efendimizi şüphesiz çok üzüyordu. İşte böyle bir zamanda Peygamber hanımlarına olan tacizleri, sataşmaları engellemek ve bu şekilde Peygamberin üzüntüsünü azaltmak için Allah(cc), Ahzab suresi 59. ayeti indirdi. Nitekim Peygamberin hanımları sıradan insanlar gibi değillerdi. Uymak zorunda oldukları kurallar vardı. Bu nedenle Allah(cc), onlara hitaben Kur’an’da şöyle buyuruyor:
Ahzap 32-33: Ey Peygamber Hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer halinize layık bir takva ile korunacaksanız, yabancılarla cazibeli bir sesle konuşmayın ki, kalbinde fesat bulunan kimse bir ümide kapılmasın. Konuşurken, ciddiyet ve ağırbaşlılıkla söz söyleyin. Evcimen-misafirperver olun, evvelki cahiliyet devri kadınlarının açılması gibi açılıp saçılmayın, namazınızı dosdoğru kılın, zekâtınızı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Peygamber ailesi, Allah günahlarınızı giderip sizi ter temiz yapmak istiyor.
Yüce Allah, Hz. Peygamber’in hanımları ile ilgili özel yasa çıkarmıştır. Bu yasalar,  diğer kadınların dışında, yalnızca Allah Resul'ünün eşleri ile ilgiliydi. Çünkü onlar, ayrı bir özellik taşıyorlardı. Hem Hz. Peygamber'in eşleri ve hem de müminlerin anneleri idi.
Ahzap 6: O Peygamber, müminlere kendilerinden daha dost, daha yakındır. Onun eşleri de müminlerin anneleridir...
Bunun için onların yaptıkları hatalara ahirette verilecek ceza, diğer kadınların yaptıkları aynı hatalara verilecek cezanın iki katıdır…
Ahzap 30: Ey Peygamber Hanımları; sizden her apaçık bir kötülükle huzurumuza gelirse, onun azabı iki kat arttırılır. Bu ise Allah için pek kolaydır.
Toplumdaki bozguncuların dedikodu yaparak kargaşa çıkarmamaları için; Hz. Peygamber'in Hanımları yürüyüşlerine ve ses tonlarına dahi dikkat edecek, evcimen-misafirperver olacak, ibadetle meşgul olacak, mümin hanımlar da Kur'ân ile ilgili bilgiler vereceklerdi (Ahzap 33’de “weqarne fî büyûtikünne” ifadesi Gelenekçiler tarafından “evlerinizde oturun” şeklinde meallendirilmiştir. Hâlbuki ifade ile kastedilen, evcimen-misafirperver olundur).
Allah(cc), Hz. Peygamber'in evine giren müminleri de şöyle uyarıyor.
Ahzap 53: Ey iman edenler! Size bir yemek için izin verilmedikçe Peygamber'in evlerine girmeyin... Peygamberin eşlerinden bir şey istediğinizde, onlardan perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz için, hem de onların kalpleri için daha temiz bir yoldur...
Sonuçta, İslâmiyet'i kendi bencil nefisleri istikametinde yorumlayarak değiştiren bazı guruplar, yalnızca Hz. Peygamber'in hanımları için öngörülmüş olan özel hükümlere; uydurma hadisler ilâve ederek hedef şaşırtmışlardır. Oysa Kur'ân'da Allah Resul'ünün eşleri ile ilgili özel hükümler dışında, kadınların eve kapatılması, öğrenim görmemeleri ve çalışmamaları ile ilgili hiçbir ayet olmadığı gibi, aksine çalışıp ilim sahibi olunması için birçok teşvik edici yasalar bulunmaktadır. Hz. Peygamberden sonraki devirlerde haremlik-selâmlık kurarak, aşırı örtünmeye mecbur ederek, eve kapatarak kadınlara büyük zulümler yapılmış, onların cahil kalmalarına sebep olunmuştur. Nüfusun yarısını teşkil eden kadınlarını sosyal hayata sokmayan bazı İslâm Ülkeleri onların büyük gücünden yararlanamamış, her alanda geri kalarak da gelişememişlerdir.
Şimdi gelelim Ahzab suresi 59. ayetin yorumunun ne olduğuna:
Ahzab 58: Vellezıne yü'zunel mü'minıne vel mü'minati bi ğayri mektesebu fe kadıhtemelu bühtanev ve ismem mübına
Ahzab 59: Ya eyyühen nebiyyü kul li ezvacike ve benatike ve nisail mü'minıne yüdnıne aleyhinne min celabıbihinn zalike edna ey yu'rafne fe la yü'zeyn ve kanellahü ğafurar rahıyma
Ahzab 58: Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şey sebebiyle eziyet edenler de büyük bir iftirayı ve apaçık bir günahı üzerlerine almışlardır.
Ahzab 59: Ey peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış elbiselerinden (cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler! Bu, onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah, çok bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.
Ayetin içeriğine baktığımızda ve yukarıdaki açıklamalarla birleştirdiğimizde ayetin sadece Peygamber Efendimizin hanımlarına özel bir ayet olduğu görülmektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi Peygamber Efendimizin hanımları dışarı çıktıklarında gayri Müslimler tarafından ya direk taciz ediliyor, laf atılıyordu ya da yanlarında bulunan Peygamber Efendimizin kızlarına, nedimelerine veya diğer Müslüman kadınlara laf atılaraktan, taciz edilerekten dolaylı bir şekilde Peygamberin hanımları hedef alınıyordu. Bu şekilde dolaylı yoldan tacize ve sataşmalara uğrayan Peygamber hanımları ile onlara eşik eden kızları dâhil olmak üzere tüm Müslüman kadınların, evlerinin dışına çıktıkları zaman, tanınmaları ve dolayısıyla sarkıntılıktan korunmaları için dış giysilerini (cilbâb) üzerlerine örtmeleri istenmiştir. Bu şekilde, Peygamber ailesine mensup kişiler tanımlı olduklarından, artık gayri Müslimlerin “biz onları cariye, fahişe sanıyorduk” deme gibi mazeretleri de ortadan kaldırılmış oldu. Giydikleri o “cilbab” la artık dışarıda tanınıyorlar ve herhangi bir tacize uğramıyorlardı (Bu emir ya da tavsiye gerekiyordu, çünkü Peygamberin hanımları sıradan hanımlar gibi değil, tüm insanların anneleri hükmündeydiler. Dolayısıyla onlara karşı edepsizce davranışlar yapılamazdı. Ayetten de anlaşıldığı üzere bu emir sadece Peygamber Hanımlarına özeldi. Yani şu anda hiçbir kadın bu şekilde bir cilbap/manto/çarşaf giyemez, başörtüsü takamaz. Bunları giyen/takan ve bu giydiği/taktığı şeyin de İslam’ın bir emri olduğunu iddia eden Allah’a karşı büyük bir yalan uydurmuş ve cehennemde kendine yer edinmiştir…).
Ayette de açık ve net olarak “cilbab”larını giyen kadınların tanınacağı, bilineceği, dolayısıyla da incitilmeyeceği söylenmektedir. Yani bu ayete göre Peygamber hanımları ile onlara eşlik eden kızları ve diğer tüm Müslüman kadınların örtünmelerinin gerekçesi incinmemektir, yoksa daha dindar, daha namuslu ve daha takvalı olacaklarından değil… Konunun daha iyi anlaşılması için aşağıdaki yazının okunması yararlı olacaktır:
“Cilbab onu giyeni, tanıtmak suretiyle, korur. Diyanet İşleri Başkanı ve ailesi hacda bizimleydi. Ahzab 59. ayetteki cilbab hükmü devlet tarafından ona zımnen yapılan şu tavsiyeye benziyor:
”Başkan! Eşine, kızlarına ve Türkiye’li hanımlara söyle, hac giysilerini giysinler. Onların tanınması için ve incitilmemesi için uygun olan budur.”
Bunun anlamı: Ay yıldızlı giysi, bayan hacılarımızı Türkiye’li olarak tanıtacak ve onları rahatsız etmeye kalkanlara Türk Dışişlerinin hesap soracağını hatırlatacaktı. Türkiye’li bayan hacılar sahipliydi yani; örneğin Afrika’lı hacılardan farklıydılar. Bunu kendi başımıza gelenden anladım:
Mescid-i Haram’da sabah namazı öncesi. Müezzinin kametini bekliyoruz. Eşim, önümdeki safta iki bayanın arasında oturuyor. Orda namazlar kadın erkek bir arada kılınıyor çünkü tavaf bir arada yapılıyor ve kamet okunur okunmaz herkes olduğu yerde namaza duruyor; harem selamlık yapacak vakit yok. Ayrıca o yabancı ülkede tek başımıza kalmaktan ödümüz kopuyor; birbirimizden ayrılmaya razı değiliz.
Bir polis: "Pakistan, yallah! Malezya yallah!" diye kadınları kova kova eşime kadar geldi. "Turkiya yallah!" İtiraz ettim. Anlamadı. "Turkiya yallah!" Bu kez "Eşimi rahat bırak!" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Kısa kesiyorum. Gitti; başka bir polisle döndü. Her halde üstüydü.
"Sen Turkiya?"
"Evet. Ve eşimin burda kalmasını istiyorum."
"Halas, Turkiya halas." (Tamam, Türkiye tamam.)
Elleriyle, “eşin burda kalabilir”, dediler. Sonra öteki kadınları kovmaya devam ettiler. Bakın son derece açık ve net. Bizim ay yıldızlı cilbabımız kadınlarımızı Türkiye’li olarak, dolayısıyla sahipli kadınlar olarak tanıtıyordu; namuslu kadınlar olarak değil. Yoksa hacca tek başına gelen, örneğin Afrika’lı kadınlar da kendilerine özgü cilbablar içindeydiler ve en azından bizim kadınlarımız kadar namusluydular. Ama Suudi polisin dinî-ideolojik tacizine uğradılar çünkü sahipli değillerdi.”
Cilbab ayetinde anılan kadınlar da özel bir imtiyaza sahiptiler, onlar Peygamber hanımlarıydı dolayısıyla yanlarında bulunan kızları ve diğer Müslüman kadınlarda imtiyazlıydılar. Düşünün bakalım, Başbakanımızın eşinin, arkadaşlarıyla birlikte dışarı çıktığını… Sizce Başbakanının eşine ya da yanlarında bulunan her hangi bir kadına bir şekilde taciz yapılması Başbakanımızı üzmez mi? Sizce Başbakana kini olan biri, Başbakanın eşine ya da eşinin arkadaşlarına yapacağı o taciz hareketiyle aslında kimi hedef almıştır. Tabi ki, Başbakanımızı… Şimdi bu taciz hareketlerini önlemek için sizce Sadece Başbakanın eşi mi korunmalı yoksa hem Başbakanın eşi hem de Onunla gezen arkadaşları mı? Tabi ki Hem Başbakanın eşi hem de onunla gezen arkadaşları… İşte hac da yaşanan o olayda bu şekildedir. Ay yıldızlı cilbab, bir tanınma aracıdır. Başkanın eşi dâhil olmak üzere onunla birlikte olan Tüm Türk kadınları, ay yıldızlı cilbab giyindiklerinden korunmuşlardır. Peygamber zamanında da uygulanan o cilbabın temel anlamı da buydu… Peygamberin hanımlarını ve onlara eşlik eden kızları ile diğer Müslüman kadınların tanınmasını sağlamak (Çünkü Peygamber hanımları sıradan bayanlar gibi değil, bizim annelerimiz hükmündeydiler. Dolayısıyla onlara annelerimiz kadar değer vermeli ve onlar yanında her türlü edepsizlikten uzak durmak zorundaydık.) ve dinî-ideolojik ya da cinsel tacize uğramalarını önlemek
Yani cilbabın namusla, namussuzlukla, tesettürle ilgisi yoktur. SADECE RESULULLAH’ın eşlerine, onlara O AN refakat eden kızlarına ve o devirde yaşamış olan ve Peygamber Hanımlarına o an eşlik eden mü'mine (Kadınlara) verilen bir cevazdır Cilbab… [Cilbab, Kukuletalı(kapşonlu) bir pelerin ya da yarım başörtüsüne sahip bir pelerin, uzun bir panço, hemşirelerin giydiği siyah pelerin benzeri şeydir]. Peygamber hanımları ve onlara eşlik eden kızları ile mümin kadınlar o kapşonu ister başlarına geçirirlerdi, isterlerse geçirmezlerdi. Ama o cilbabı giymek SADECE RESULULLAH EŞLERİ İÇİN GEÇERLİ, bir de eskortlar yani onlara eşlik eden bayanlar için. Yani Cilbabın ŞARTI, "Resulullah eşiyle/eşleriyle AYNI ANDA çıkmak” zorunluluğundan geçer. Yani o zamanlarda tek başına çıkan kadının, ister Peygamber kızı olsun, ister nedime ya da isterse sıradan Müslüman kadın olsun fark etmez, CİLBAB giymesi yasaktı. Din buydu!
SON RESULULLAHIN EŞİ DE VEFAT ETTİKTEN SONRA, bu ayet EBEDİYEN KALKMIŞTIR. Şimdi siz takıyorsanız Cilbabı, mutlaka yanınıza Hz. Aişeyi falan bulundurmanız gerekmektedir. Biz artık Resulullahın EŞİ yanımızdaymış gibi, tutup da CİLBAB ve EŞARP giyemeyiz. ANLAMALIYIZ! HERŞEY GEÇMİŞTE KALDI! Resulullahın son eşinin ÖLÜMÜYLE BİRLİKTE CİLBAB ayeti GEÇMEZ AKÇE OLARAK KALDIRILMIŞTIR.
Gerek müşriklerle birlikte yaşarken gerekse daha sonra panayır, pazar gibi toplu yerlerde, diğer KADINLARDAN ayırt edilmeleri ve erkek tacizine uğramamaları için Peygamber eşlerinin ve onlara eşlik eden kızları ile diğer mümin kadınların CİLBAB giymeleri istendi. Resulullah ve son eşleri de vefat edince, onlara nedime olarak eskortluk yapan inanmış kadınların da CİLBABI devam ettirmemesi şartıyla CİLBAB GEÇİCİ bir hüküm olarak Kur'an'da yer aldı. GEÇİCİDİR ve Resulullah’ın eşleriyle birlikte TEMELLİ olarak kaldırılmıştır.
Yani Resulullah'a mahsus olan gece namazını kılamadığımız gibi (Peygamber Efendimize gece namazı farz olup, onun her gün gece kalkıp bu namazı kılma zorunluluğu vardı. Dolayısıyla bu namaz bize farz olmadığından her gün gece kalkıp bu namazı kılamayız, yasaktır. Çünkü bu namaz sadece ona farzdı. Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgiler namaz konusunda açıklanmıştır), Resulullah eşlerine ve refakatçi hanımlara giydirilen tesettürü, kendi eşinize veya kızınıza, kız kardeşinize giydiremezsiniz. Karaçarşaf-peçe, pardösü başta olmak üzere tüm CİLBAB diye çeşnilendirilen kadın giyimi için ailenizin hanım bireylerini Peygamber Hanımı yerine geçirirseniz ve buna zorladığınız anda DİNDEN ÇIKARSINIZ! Tıpkı CUMA gününü TATİL yapmak isteyenler gibi sizde Müslümanlıktan çıkarsınız. Allah emrinin TERSİNİ YAPMAK SİZİ DİNDEN ÇIKARAN TEK ETMENDİR.
Unutmayın bazı ayrıcalıklar sadece Peygambere ve Onun eşlerine hastı. Dolayısıyla o ayrıcalıkları biz kendimize uygulayamayız. Uyguladığımız anda kendimizi peygamber ilan etmiş oluruz. Mesela; sadece Resulullah eşlerine ANNE demek zorundayız (Ahzab 6, Ahzab 53). Onlar annemiz olunca artık onlarla nikâh da olmaz (Kaldı ki eşlerimizi bile annemize zıhar/oidipus kompleksi ile benzetmemiz de Ahzab 4. ayete göre haramdır).
[Eğer Resulullah eşlerine ANNE dedirtmeseydi ayet (Resulullah boşandığında, herkes ŞU MÜBAREK KADIN İLE BEN DE EVLENEYİM, RESULLULLAH'A HISIM AKRABA OLAYIM" derdindeydi.), size ilk olacakları söyleyelim: Muaviye, kendine Şam valiliğini peşkeş çektirip çağırtan Aişe Anamız ile Resulullah'ın vefatından hemen sonra evlenirdi ya da oğlu Yezid'i siyaseten evlendirirdi. Bir de mesela erkek çocukları olurdu. Buyrun işte: Resulullah OĞLU sayılır, çünkü mesela kızı Fatıma'nın erkek kardeşi olurdu otomatikman... Resulullah'ın ÜVEY OĞLU! Aynı zamanda Yezid'in ÖZOĞLU! Al sana katmerli saltanat ve daha on binlerce yaşayan seyyid icat olurdu... Ve İslam'ın en büyük katillerinin OĞLU olurdu. Aişe ile Muaviye evlenseydi, Yezid'e kardeş doğmuş olurdu. Artık Hadisler o yönde uydurulur giderdi. Bizim sahte seyyidlere ek daha sayısız seyyid de cabası... Hem de diyeceklerdi ki "Biz Emeviye soyundanız aynı zamanda...". Fakat AYET İNDİ ve Resulullah eşlerinin boşanma ya da ölüm ile dul kalma halinde serbeste çıkmasıyla HİÇKİMSENİN evlenemeyeceği anlamına "ANNELERİMİZ OLDUĞU" ayeti iniverdi. Allah'ımız hileyi boşa çıkardı. Şimdi diyebilir misiniz ki, günümüzde boşanmış her kadın ANNEMİZDİR! Ve onlar ebediyen evlenemezler. O sadece Resulullah'a AİT olan bir durumdu. Ama bunun tersine Resulullah için BABAMIZ demek yasaklandı.
Ahzab 40: Muhammed hiçbirinizin babası değildir…
Bunun anlamı aynı zamanda şudur: Hiç kimse ONUN SOYUNDAN GELDİĞİNİ SÖYLEMESİN, saltanatı babadan oğula çevirerek, CUMHURİYET (Şura) kuralı üzerine gelen İslamiyeti oligarşiye çevirmesin! Cumhuriyet DEMOKRATİK GERÇEK REJİMDİR. Şura sadece kurul, meclis demek değildir, DEMOKRASİ (Gerçek demokrasi, gerçek cumhuriyet) demektir. Çünkü kelimenin kökü YİNE SANSKRİTÇEDİR. Ş ile yazılan Şura değil; J ile yazılan JURA'dır (Bugün bu kelime batı dillerinde Jüri/jury olarak yer bulmuştur. Jura-mana Yunanca demokrasi kelimesinin SANSKRİTÇESİDİR). Yezid, ana rahminde hamile HİZMETÇİ'de kalmış bir cenin bile sağ bırakmadan, Ehli Beyt ile kim hangi kadın görüşmüş ise soykırımla öldürttü. Bu nedenle artık Seçimle işbaşına gelen Şura Halifeliği anlamındaki CUMHURİYET rejimi yerine büyük dedesi Ebu Süfyan Yahudisinin saltanatını, Emeviyeyi kurdu. Onun için Kur'an'da hiç kimse "Ben peygamber soyundanım, Hz. Muhammed benim EBA (büyük büyük babamdır) diyemiyor/diyemez. Resulullah BİZLERİN BABASI değildir! Böyle diyen, ben seyidim diyen YİNE DİNDEN ÇIKAR VE CEHENNEM’DE BUHARLAŞIR!]
İslami giysiyi bir ÜNİFORMA gibi kullanan kadınlar için "Rahibe olmak günahı" vardır. Tesettür bir politik silah değildir, bir tercihtir. Tesettürü çekişme haline getirerek, Anadolu'nun İslamlaşmasından beri "Kapalı kadına" asla dokunulmadığını, fakat siyasal islam partilerinin bunu SEÇİM MALZEMESİ yaptığını ve arka bahçeleri olan imam-hatipli kızlarımızı organize ederek, bu binlerce yıllık âdeti bozduğunu ve RAHİBE türettiğini asla unutmayınız. Ve biliniz ki, bugün KARAÇARŞAF'tan ibaret olan Rahibe kıyafetini Fars, Afganlı kadın gibi her merciiye sokarsanız, bununla yetinilmeyecektir. Çünkü rahibelerimizin ardındaki tarikat papazları, bundan sonra PEÇE, ELDİVEN de dayatacaklardır. Unutmayın ki, yüzü haram sayıp peçe takmak, elleri haram sayıp eldiven giymek fısktır, Müslüman kadınları İKİYE AYIRMAK ya da Müslüman rahibe sınıfı oluşturmaktan öteye geçmez.
Gelenekçi İslamcıların kimisi kadının yüzü de dâhil vücudunun tümünün örtülmesinin farz olduğunu, kimisi iki gözü, kimisi tek gözü dışındaki her yerini örtmesinin farz olduğunu, en ılımlıları ise yüz, eller ve ayaklar dışında her yerini örtmesinin farz olduğunu savunurlar. Oysa kadınların kapanmasıyla ilgili dinin tek kaynağı olan Kur’an’da açıklananlar, Nur 31 ve Ahzab 59. ayetlerle sınırlıdır.
Yani kadınların başını örtmesi, peçe giymesi ve diğer anlatılan sınırlar Kur’an’ın değil geleneklerin ve şahsi görüşlerin dine sokulmasının sonucudur. Eğer Allah böyle katı sınırlar çizmek isteseydi, bir ayette “Cilbabla; yüzünüz ve elleriniz dışında her yerinizi örtün” şeklinde bir sınırla kapanmanın sınırlarını çizebilirdi. Örneğin abdest ile ilgili ayette Allah, yıkanacak yerleri tek tek saymış ve “Dirseklere kadar ellerinizi yıkayın” gibi ifadelerle kesin sınırları koymuştur. Eğer Allah kapanmada da kesin sınırlar koymak isteseydi, bunu en azından bir cümleyle belirtebilirdi. Geçmiş kavimlerin başına gelenleri bile detaylarıyla anlatan Kur’an, her şeyi açıkladığını kendisi söyleyen Kur’an (Bakara 99, Fussilet 2-4, Zümer 27, En’am 38), eğer kapanmada sınırları belirlenmiş bir ölçü olacaksa ve bu bir tek cümleyle bile açıklanabilecekse, niye bu cümleyi içermesin? Bu açıklamanın olmaması, hâşâ Allah’ın unutmuş olmasından değil, bilakis bu tarzda kesin bir sınır koymak istememesindendir.
Şimdi Kur’an’dan bazı alıntılar yaparak olaylara bakış açımızı zenginleştirelim. Aşağıdaki ayetlerde atın-gümüş-elmas vb. takıların haram olmadığını, iffetinizi koruma ölçüsünde, dilediğiniz kıyafetleri giyebileceğinizi göreceksiniz:
Lokman 20: Allah’ın göklerde ve yerde olanları sizin emrinize verdiğini ve size açık ve gizli nimetlerini bolca ihsan ettiğini görmez misin?
Casiye 13: O, Allah, semalarda ve yerde ne varsa hepsini sizin emrinize amade kıldı
Bakara 29: O, Allah ki yerde olanların hepsini sizin için yarattı.”
Mülk 15: O, yeryüzünü size boyun eğecek bir şekilde yaratandır. Arzın omuzlarında yürüyün ve onun rızkından yeyin.
Maide 87: Ey iman edenler! Allâh’ın size helal kıldığı güzel ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın ve sınırı aşmayın.
En’am 140: Bilgisizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah’a iftira ederek haram kılanlar ziyana uğradılar, saptılar. Onlar doğru yola gelici de değildirler.
Tevbe 31: Onlar, hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu İsa Mesih’i, Allah’tan başka Rabler edindiler. Hâlbuki onlar, ancak bir olan ve kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’â ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah, onların koştukları ortaklardan münezzehtir.
Nahl 35: Ortak koşanlar, “Allah dileseydi ne biz, nede atalarımız O’ndan başka bir şeye tapmazdık ve O’nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık!” dediler…
Nahl 16: Dilleriniz yalana alıştığı için “bu helaldir”, ” şu haramdır” demeyiniz. Sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise kurtuluşa eremez.
Kehf 31: …Onlara altlarından ırmaklar akan Adn Cennetleri vardır. Orada altın bilezikler takarlar…
Hacc 23: …Orada altın bilezik ve inciler takınırlar…
Fatır 33: …Orada altın bilezikler ve inciler takarlar. Orada elbiseleri ise ipektir.
Tevbe 34. ayete göre de; altının takılması ve kullanılması değil, biriktirilip Allah yolunda harcanmaması azabı gerektirecek bir davranıştır.
Tevbe 34: Ey iman edenler, âlimler ve din adamlarının çoğu, insanların mallarını haksız olarak yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar, Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele!
Şura 21. ayete göre; Allah’ın dinde ortakları olmadığı ve hiç kimsenin Allah adına haramlar ihdas edemeyeceği belirtilmektedir. İnsanlara Allah’ın izin vermediği bazı şeyleri haram kılanların hâkimiyette Allah’a ortak koşulmuş olacakları da yine bu ayette açıklanmıştır. Ravi sayısı açısından ahad, sıhhat açısından zayıf(veya uydurma) mevkuf rivayetleri, ref ederek peygambere fatura edenler ve bu rivayetlerden dini haramlar çıkartanlar, farkında olmadan hâkimiyette Allah’a ortak koşmuş olacaklardır/oluyorlar.
Şura 21: Yoksa onların hakimiyette ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyi kendilerine kanun yapıyorlar?…
A’raf 32. ayete göre; Allah’ın kulları için çıkardığı süs ve rızıkları kimsenin yasaklama yetkisi yoktur.
A’raf 32: De ki, Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim yasakladı?…
En’am 119. ayete göre; Allah haram kıldığı şeyleri zaten Kur’an’da açıklamıştır. Ayetlerde belirtilmemiş olan haramları ihdas edenler halkı şaşırtmış ve Allah’ın sınırını da aşmış olurlar.
En’am 119: …Allah haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu birçokları, bilmeden keyiflerine uyarak halkı şaşırtıyorlar. Muhakkak ki Rabbin, o sınırı aşanları çok iyi bilir.
En’am 151. ayete göre; peygamberin Allah’la ortaklık yaparak, Allah’a rağmen yeni haramlar ihdas etmediğini, O’nun sadece Allah’ın haram kıldıklarını kendilerine OKUDUĞU açıklanmıştır.
En’am 151: De ki. Gelin Rabbinizin size neyi haram kıldığını okuyayım…
Tahrim 1. ayete göre; Hz Peygamberin bile, Allah’ın yasaklamadığı bir şeyi kendisine yasaklayamayacağı belirtilmiştir.
Tahrim 1: Ey Peygamber, ne diye eşlerinin gönlünü hoş etmek için Allah’ın helal kıldığını kendine haram ediyorsun?
Yukarıdaki ayetlere rağmen, Allah’ın şariliğine-Arap örf ve adetlerinin peygambere fatura edilmesiyle ortaya çıkan hadislere dayanarak- peygamberin (!) hadislerini ortak etmeye çalışan ve böylece helali haram, haramı helal yapanlara Kur’an-ı Kerim’deki “Allah’ın size indirdiğinin bir kısmını haram bir kısmını helal kıldığınızı görüyor musunuz? Size Allah’mı izin verdi, yoksa Allah hakkında yalan mı uyduruyorsunuz” ayetinin (Yunus suresi 59. ayet) muhatapları olan müşriklerle aynı işi yaptıklarını hatırlatıyoruz.
Aşağıdaki ayetler, yeni haramlar ihdas edenlere ve onların savunuculuğunu yapanlara ne dememiz gerektiğini belirtmektedir.
En’am 150: De ki Haydi Allah şunu haram kıldı diye şehadet edecek şahitlerinizi getirin…
Kalem 36-37: Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa sizin bir kitabınız varda oradan mı okuyorsunuz?
İlmi kitaplardan bihaber olan bazı gelenekçiler, A’raf suresinin 157. ayetini ve Tevbe suresinin 29. ayetini ortaya atarak peygamberin Allah’la birlikte ikinci bir şari olduğunu iddia ederler. Hâlbuki bu çok tehlikeli bir bakış açısıdır. Allah’ın peygamberine yüklemiş olduğu bir vazife vardır. Peygamber bu vazifeyi yapmak zorundadır. O bunu yapmış ve bu vazifenin gerektirdiği tebyin görevini de ifa etmiştir. Onun bu açıklamalarını, Kur’an’a rağmen farklı açıklamalar gibi görmenin mantığı yoktur. Bu Allah’a hükümranlığında ortaklar koşmak anlamına gelir ve çok tehlikelidir. Kur’an-ı Kerim’deki “Dilleriniz yalana alıştığı için “bu helaldir”, ” şu haramdır” demeyiniz. Sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. “Allah’a karşı yalan uyduranlar ise kurtuluşa eremez (Nahl 116)” ayetinin muhatabı oluruz.
Bu kadar ayetlere rağmen illa da “Allah’ın Rasulününde haram kılma yetkisi vardır” diyerek bir-iki ayet delil getirenlere kısa bir açıklamada bulunalım. Evet! Artık sizleri çok iyi tanıyoruz, sizlerde bizi iyi tanıyın. Kur’an’daki şefaatle ilgili 27 ayetten işinize gelen bir tanesini alıp bunu uydurma hadislerle destekleyip akide diye insanlara sunan sizleri artık tanıyoruz. Siz de bizi tanıyın, uydurulmuş rivayetlere dayanarak Kur’an’la verilmeye çalışılan akidemizi; eski âlimlerimize hürmet etmek adına bozamayız. Evet! Hz Peygamberin haram kılma yetkisi vardır. Ama bu yetki Kur’an ayetlerini açıklama yetkisinin bir parçasından başka bir şey değildir. Hz Peygamberin sünnetini araştıranlar, O’nun Kur’an’ı yaşama biçimine Sünnet denildiğini göreceklerdir. İşte O, bu sünnetin gereği olarak Kur’an’da aslı var olan bir haramı örneklendirerek haram kılabilir. Ve zaten de böyle olmuştur. Onun sağlığında Allah adına haram kılmadığının örnekleri için “Sana… sorarlar. Deki…” Diye başlayıp biten ayetleri görebilirsiniz.

3 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. bu analiz üzerinden çok sene geçmiş sanırım. katılmadığım kısımları var ama genel olarak karşılaştığım en iyi ve en çok gönlüme yatan, kuran mantığı çerçevesinde aklıma oturan analiz bu oldu. emeğinize, yüreğinize, ilminize sağlık. rabbim doğru anlamayı, anlaşılmayı nasip etsin. ilmimizi arttırsın inşallah. tekrar teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. En küçük bir pratisyen hekimin alanına giren hastalık hakkında söyleyeceği şeyin yanında en büyük bir mühendisin dahi söyledikleri geçersizdir.
    Bu nedenle bu ayetlerde
    1. işin uzmanları ne demiş ona bakmak lazım.
    2. Peygamberimizin uygulaması neydi, hanımları kızları nasıldı, onun soyundan gelenler ve yakın olan sahabeler nasıl devam ettirdi. Yoksa biz nasıl namaz kılacağımızı bilemezdik.

    1. si için Elmalılı Hamdi ve bu işin uzmanı olan kişilerin çevirilerine bakarsak hep baş örtüsü olarak yazmışlar.
    2. Uygulamalara bakarsak, peygamberimizin ve sahabelerin uygulamalarının da bu güne kadar gelen örneklerinde olduğu gibi yüz, el ve ayak gibi zaruri görünen yerler haricinin kapatıldığını bilmekteyiz.

    Ve son olarak bu yazıda yanlış var iddasında bulunur isem bir yanlış göstermem yeterli olduğundan, sadece bir yanlış göstereceğim.


    Çok fazla yorum yapmaya gerek olmayan ve açık olan "Bakışlarını yere indirsinler… " cümlesini ""Gözleriyle ya da örneğin dudağını ıslatarak vb. cinsel sinyal vermesinler" deniyor " demek için Türkçeyi unutmak lazım olduğunu düşünüyorum. Bir yanlış gösterdiğime göre bu yazıya yanlış diyebilirim.Hatta daha bir çok yanlış olduğuna da eminim.

    YanıtlaSil