21 Eylül 2010 Salı

HANİF İSLAM ÖĞRETİSİ

İNANÇLARINIZI SORGULAMAYA HAZIR MISINIZ?
BİLDİĞİNİZ HER ŞEYİ KÖKTEN SARSACAK
SİZİ ŞOKE EDECEK BİR ÖĞRETİ
PROTESTANT HANİF İSLAM ÖĞRETİSİ (KUR’AN ODAKLI BİR DİN ANLAYIŞI)


Nahl 123: Ey Resul! Sana Hanif ol, İbrahim'in dinine uy diye vahyettik.
Fatiha 5: Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz.
Maide 15: …Gerçekten size bir nur ve hakkı ap açık bildiren bir kitap gelmiştir.
Ali İmran 103: Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın.
Furkan 30: Ve resûl:“Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur'ân'dan ayrıldı” dedi.]
Allah’a ve Kur’an’a Gerçekte İnanmadığınızı ve Şu Anda Bildiğiniz İslam’ın Kur’an Kaynaklı Olmadığını ve de Şimdiye Kadar Kandırılmış Olduğunuzu Öğrenmeye Hazır Olun.]


HADİSLER DİNİ ANLAMAMIZ İÇİN GEREKLİ Mİ?
Zamanımızda, dünyada kendisine Müslüman diyen ve kendilerine ait elli kadar devletleri bulunan bir milyardan fazla insan bulunmaktadır. İsmen kendilerini Müslüman olarak tarif etmelerine ve dini kitaplarının Kur’an olduğunu söylemelerine rağmen, aralarında inanç yönünden büyük farklılıklar ve derin ayrılıklar mevcuttur. Bu ayrılıkları nedeniyle, çeşitli mezheplere ve fırkalara bölünmüşlerdir. Bölünmüş olan bu gruplardan her birisi, kendi mezhebine dayalı olarak, bağlısı olmadığı diğer fırka veya mezhep bağlılarını dini açıdan yalanlayıp, hatta tekfir etmektedir. Bu durum günümüzde de öyle olduğu gibi, asırlardan beri süregelen bir olaydır. Olay bununla da bitmemektedir, aynı fırka veya mezhebi benimsediğini söyleyen herhangi iki şahıs bir araya geldiğinde, inanç yönünden bir birlerinden farklılıklar gösterip, tartışma içerisine girerek birbirlerini tekfir edebilmektedirler. Ve dini tartışma içerisine girip ayrılığa düşen şahısların halktan kimseler olması veya fırka ve mezheplerin dini temsilcileri olması durumu değiştirmemektedir. Ve hatta bunlardan herhangi tek bir şahıs dahi kendi nefsinde çelişkili olup, dinle ilgili olarak sabah söylediğine akşam, akşam söylediğine sabahleyin aykırı sözler söyleyip kendi kendisiyle çelişkiye düşebilmektedir…
Kur’an’ın İslam öğretisine rıza göstermeyen çeşitli fert ve topluluklar, Allah’ın koruması nedeniyle, Kur’an’ı değiştiremeyince İslam’a saldırmak için başka yollara başvurdular. Bu yolları başlıca şöyle sıralıya biliriz:
1.     Peygamber adına yalan hadisler uydurmak,
2.     Uydurulan hadislere dayalı mezhepler meydana getirmek,
3.     Tasavvuf adı altında faaliyette bulunmak suretiyle sofistlik yapmak,
4.     Felsefe yoluyla saldırmak,
5.     Kur’an ayetlerine yanlış ve batini manalar vermek.
6.     Ayrıca İslam’a, İslam’da olmayan Irkçılık, Babadan oğul'a Saltanat, diktatörlük gibi kavramlar ve oluşumlar isnat etmek ve bunları İslam’a karşı kullanmak.
HADİS FAALİYETİ: Bu faaliyet hicri üçüncü asırdan itibaren başlıca iki dalda gelişme gösterdi. Bunlar Kütüb-i Sitte adı altında ehlisünnetin kabul ettiği rivayetler ile Kütüb-i Erbaa adı altında İmâmiyye Şiasının kabul ettiği rivayetlerdir. Bunların durumu şu şekildedir:
A- EHLİSÜNNET VE KÜTÜB-İ SİTTESİ: Kütüb-i sitte’nin kelime manasından kastedilen, altı kişinin hadis kitapları şeklinde olup, bu şahısların kitaplarında 35647 hadis bulunmaktadır. Bu hadisler ayrı ayrı olmayıp, her biri bazen on beş yirmi kerelik tekrarlar halindedirler. Ayrıca bir şahsın kitabında yer alan bir hadis diğer bir şahsın kitabında ya aynen ya da biraz değişiklikle, büyük çoğunlukla yer almaktadır. Öyle ki tekrarlar dikkate alınmasa 35647 hadis 4000 hadisi bile bulmamaktadır. Bu 4000 hadis, bir kitaba sığdırılabilecekken, gerek tekrarlar suretiyle, gerekse şerhlerle büyük bir külliyata dönüştürülmüştür. Öyle ki inceleme yaptığınızda, her biri yüzlerce sayfalık 57 cilde bakmak zorunda kalırsınız. Ayrıca bu hadis uydurma faaliyeti iddia edilen gibi fertler tarafından din gayretiyle yürütülmüş bir hareket olmayıp, birbirlerine çağdaş kimseler tarafından ve bağlantılı olarak yürütülmüş sistemli bir harekettir. Şöyle ki:


 1- Buhâri (Hicri 194-256)          tekrarlarıyla birlikte 9082 hadis.
 2- Müslim(Hicri 204-261)                 “              “      7275     “
 3- Nesai (Hicri 215-303)                  “              “      5724     “
 4- Ebû Dâvud (Hicri 212-275)          “              “      5274     “
 5- Tirmizi (Hicri 209-279)                 “              “      3951     “
 6- İbnû Mace (Hicri 209-273)           “             “       4341     “

                                                  TOPLAM            35647
Ayrıca diğer bir hususta, bu şahısların Arap asıllı olmayıp, Buhara, Merv, Horasan tarafında yaşayan kimseler oldukları ve İslam'ın yayılmasını engellemek için Kur’an öğretisine karşı bir ekol oluşturmuş olmaları hususudur. Arap asıllı değildirler derken ırkı söz konusu ettiğimiz zan edilmesin. Ancak şunu demek istiyoruz ki, ne sahabeler nede tabiin tarafından ortaya atılmış bir hareket olmadığı gibi, Araplar arasında o döneme kadar hadis öğretisi söz konusu değildi. İslam derken sadece Kur’an öğretisi anlaşılıyordu. Zira hadis rivayeti konusunda yasaklarda mevcuttu, ondandır ki bu hareket Mekke ve Medine’nin çok uzağında hicri üçüncü asırda geliştirildi. Hadis diye peygamber adına uydurdukları iftiralara delil olarak yine kendilerince uydurulmuş ravi senetlerini gösterdiler. Kur’an’ı ölçü olarak kabul etmediler… Bunlara sormak gerekir! Hadis metnini uyduran insanların, senedi de uydurmamaya verilmiş bir sözlerimi var? Ya da senedin uydurulmamasına mani olan şey nedir ki, ravi zinciri şeklinde uydurulmuş sened hadisin sağlamlığına delil olabilsin? İş bununla da bitmiyor. Kur’an’ı ölçü olarak kabul etmedikleri gibi, uydurdukları rivayet iftiralarının Kur’an’ı nesh edebileceğini, yani ayetleri iptal edebileceğini iddia ettiler. Ve bu iddia çerçevesinde mezhepler geliştirdiler. Çok ilginçtir ki, geliştirmiş oldukları dört mezhebin imamları da Arap asıllı değildirler.
İddia ettiklerine göre bu imamlar adına oluşturulan mezheplerden birine bağlı olmak İslâmi bir mecburiyetmiş. Ayrıca yukarıda belirttiğimiz, gibi iddia ettiklerine göre hadisin doğruluk güvencesi ancak ve ancak isnat ettiği ravi senedidir. Bu senet uydurmalarını da ağırlıklı olarak 5374 hadis ile hayali bir şahıs olan Ebû Hüreyre’ye isnat ettiler.
Ebû Hüreyre’nin kelime manası “kedinin babası” demektir ve güya bu bir şahsın takma adı imiş. Böyle bir şahıs bilinmediği gibi ne kendi adı, nede babasının adı bilinmemektedir. Adı hakkında 30 değişik rivayet olup adının ne olduğu tespit edilememiştir. Babasının adıyla ilgili de çeşitli rivayetler yapılmaktadır El-Kuta El-Halebi bunları kırk dört değişik rivayete çıkarmaktadır. Ve bu  iddiaların hepsi bir yakıştırmadan öteye gidemez, zira böyle bir şahıs kanaatimizce hiçbir zaman yaşamamıştır. Hadis ekolünü kuran bu ekip, bu şekilde hayali bir şahsa hadislerini dayandırmakla bu yönden yalanlanmalarının yolunu kapatmak istemişlerdir. Zira gerçek bir şahsa isnat etmeleri halinde birilerinin çıkıp ta bizim dedemizin dedesinden duymadığımızı sen kimden duydun deyip onları yalanlıya bilirlerdi. Bizim kanaatimiz, hiçbir zaman böyle bir şahsın yaşamadığıdır. Yaşamış olsa dahi, Ebu Hureyre’nin hadis rivayet etmesindeki tek amacının, uydurma hadisler göz önüne alındığında, İslam’ı bozmak olduğu anlaşılır.
Kaldı ki senedin, hadisin sahihliğiyle (gerçek olmasıyla) ilgili hiçbir manası olamaz. Hadis metnini uyduranlar kolayca senedi de uydura bilirler. Falan, falana söyledi şeklindeki bir uydurmanın zorluğu veya imkânsızlığı nedir ki hadisin sahihliğine güvence olabilsin.  Buhâri’nin altıyüzbin hadisi senedleriyle birlikte ezbere bildiğini ve kitabına aldığı hadisleri bunlar arasından seçtiğini iddia etmişlerdir, bundan da anlaşılmaktadır ki senedleriyle birlikte yüz binlerce hadis uydurması mevcuttur ve hadisleri uyduranlar, senedlerini de uydurmuşlardır.
BUHARİ: Künyesi “ Şeyhu’l İslam ve İmâmul-Huffaz Ebû Abdullah Muhammed İbnû İsmail, İbnû İbrahim, İbni’l Muğire, İbni’l-Berdizbe el-Buhâri el-Cu’fi” (H.194-256). Doğum yeri Buhara olup ölüm yeri de Semerkant’ın Hertenk köyüdür. Görüldüğü gibi yaşayıp öldüğü yer Arabistan’ın çok dışındadır. Kendisinden Müslim ve Tirmizi hadis almışlardır. Tirmizi ile Ebû Dâvud (ö.316) talebeleridir. Müslim kendisine “Müsaade et, ayaklarını da öpeyim, ey üstadlar üstadı, ey muhaddislerin seyyidi, İlel’de hadis hadis doktoru” demiştir. Sahihinin en meşhur nüshaları Nesefi Nüshası ve Firebri Nüshasıdır. Nüshalar arasında farklılıklar vardır: Bazen “Babun” şeklinde kalıp, hiçbir fıkhı hüküm ifade etmeyen başlıkların yer alması, bazen başlık olduğu halde arkadan hadis kaydetmeden bir başka bab başlığına geçmesi… Sonrakiler tarafından bu boşluk doldurulmuştur. Meşhur Çağdaşları, Ahmed İbnu Hanbel, Yahya İbnu Main, Ali İbnu’l Medeni, Salih Cezere, Nesefi, Firebri.
Buhari hadisleri kitabına yazarken sahih olmaları konusunda Allah’a danışmış olduğu garantisini de vermektedir. Bu hususla ilgili olarak şöyle demiştir. “Herhangi bir hadisi Sahih’e dâhil etmezden önce yıkanıp iki rekât namaz kılarak, Allah’a istihârede Bulunup manevi bir işaret aramış, ondan sonra hadisin sıhhatine hükmetmiştir”. “Bu şekilde sıhhati nazarımda sübût bulmayan hiçbir hadisi Sahih’e almadım”der. Ayrıca Sahihini 16 yılda altıyüzbin hadisten seçerek tekrarlarıyla birlikte 9082 hadis yazmıştır, iddiası da vardır. Şöyle bir hesap yaparsak bu sözlerin herhangi bir gerçeği ifade etmediği ortaya çıkar. Altıyüzbin hadis için, altıyüzbin defa yıkandığını ve her bir hadis içinde iki rekât namaz kıldığını söylemekle, böylece (600.000.- : 16.- ) : 365 = 103 kere her gün yıkanmıştır. Ayrıca (600.000.- X 2.- ) : (16.- X 365.- ) = 205 rekât namaz kılmıştır. Her rekâtı üç dakika da kılsa 3 X 205 = 605 dakika, bu da yaklaşık on saat demektir. Günde 103 kere yıkanıp on saat Namaz kıldığını ve bunu 16 sene devam ettirdiğini iddia etmek ciddiyetten uzak bir iddiadır. Zira değil günde 103 kere yıkanmak, hiç uyumasa bile en az saatte dört defa giyinip soyunması demektir.

MÜSLİM: Künyesi, “El-İmam el-Hâfız Hüccetül- İslam Ebu’l Hüseyn, Müslim İbnul-Haccâc el el-Kuşeyri, en Nişâburi” (H.204-261) Horosanın Nişabur kentinde doğup ölmüştür. Müslim, Sahihini bizzat işiterek aldığı üçyüzbin hadisten seçtiğini ifade eder. Tekrarları nazara alınmadığı takdirde kitabında 3033 hadis mevcuttur. Rivayete göre, bir hadis ararken dalgınlıkla bir sepet hurmayı yemiş ve hastalanarak ölmüştür. Kitabında yazmış olduğu hadislerin, bazı senedlerinin ricâlinde şahıslar sayıca farklıdır. Bazı metinlerde elfaz değişmektedir.
NESAİ: Künyesi. “El-Hafız el-İmam Şeyhûl-İslâm Ebu Abdurrahmân İbnu Şuayb İbnu Ali İbnu Sinân Bahr el Horâsani el, Kâdi” (H.215-303). Aslen Horosanın Nesâ şehrindendir, orada doğmuştur. Tahsiline Belh şehrinde başlamıştır. Kitabının adı Kitab’ı el-Müctebâ Mine’s-Sünen (es-Sünenu’s-Suğra)dır. Tekrarlarıyla beraber 5724 hadis ihtiva eder. Şafii fukuhasındandır.
EBÛ DÂVUD: Künyesi, “El-İmam es-Sebt, Seyyüdü’l Huffâz Süleyman İbnul-Eş’es İbni İshâk es-Sicistani” (H 212-275). Doğum yeri Horasan Bölgesinin Sicistân şehridir. Kitabı hakkında “ Ben Resûlullah’a nispet edilen Beşyüzbin hadisten şu Sünen’i seçtim. Kitabımın içerisinde 4800 hadis mevcuttur.” der. Ebû Dâvud Sünen’ini kendisinden yüklenip rivâyet izni alan yedi kişi mevcuttur. Bunlardan dört tanesi yaygınlık kazanmıştır. Nüshalar arasında farklar mevcuttur.
TİRMİZİ: Künyesi “Muhammed b. İsâ b. Sevre b. Musa b. Ed-Dahhâk es Sülemi el-Bûği ed-Tirmizi” Tirmizi Orta Asya şehirlerinden Termiz, Türmiz şeklinde de telaffuz edilen, Tirmiz şehrine nispettir. Tahsilini memleketinde ve Horasan’da yapmıştır. Buhari’nin en meşhur talebesidir. Bir müddet Buhara’da hadis okutmuş. İlelu’l-hadisi Semerkant’ta tasnif etmiştir. Anadan doğma âmâ olduğu rivayet edilmekte. Tekrarlarıyla birlikte 3951 hadis yazmıştır.
İBNÛ MACE: Künyesi, “Muhammed b. Yezid b. Abdullah er-Raba’i el-Kazvini” (209-273). Tahran yakınlarındaki Kazvin şehrinde doğmuştur ve ölüm yeri de Kazvin’dir. Tekrarlarıyla birlikte 4341 hadis yazmıştır. İbnu Mace’nin Süneni hicri yedinci asırdan itibaren Kütüb’i Sittenin altıncı kitabı olarak benimsenir. Bazıları altıncı Kitab olarak Muvatta’yı görmüştür.
Görüldüğü gibi Kütüb’i Sittenin hiçbir yazarı aslen Arap olmadıkları gibi, seyahat amaçlı olsa dahi Mekke ve Medine taraflarına gittikleri pek bilinmemektedir. Bir iki tanesinin Mekke ve Medine taraflarını gidip gezdikleriyle ilgili kayıt varsa da bizce uydurmadır. Zira böyle bir şey vuku bulmuş olsaydı Hac ve Umre yaptıklarıyla ilgili kayıtlarda mevcut olacaktı böyle bir şeye rastlamadık. Bunların öğretileri üzerine bir fıkıh oluşturularak mezhepler meydana getirilmiştir.
EBÛ HANİFE: Numan b. Sabit (H.80-150), Arap olmadığı kesin olmamakla beraber, Türk veya İran asıllı olduğu hakkında farklı rivayetler mevcuttur. Onun Tirmizli bir Türk kabilesine mensup olduğu söylenmekle beraber M. Ebu Zehra’ya göre ise Farslıdır. Abdulbaki Gölpınarlı’ya göre de Ebû-Hanife Nu’man b. Sabit’in babası, Zerdüşt dinindeyken İslam'ı Kabul eden Kâbül’lü Zevtâ’dır, bu şahsın adının Tâvus yahut Merzubân olduğunun rivayet edildiği şeklindedir.
Fıkıh öğretisini öğrencileri oldukları iddia edilen Ebu Yusuf (H.113-182) ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybani’ye (H.135-189) isnat ettirilmiştir. Fıkhul Ekber adında tek bir eser yazmıştır. Dinin Kur’an’a has kılınması gerektiğini söylemiş, hadislerle İslam’ın açıklanmasını yanlış bulmuştur. Bu nedenle hem Emeviler döneminde hem de Abbasiler döneminde işkence görmüştür. Ölümünden sonra Abbasilere yakınlık gösteren öğrencisi, Ebu Yusuf tarafından adı kullanılarak, Abbasi zihniyetinde Hanifilik mezhebi çıkarılmıştır. Şimdiki Hanifi mezhebinin tüm görüşleri Ebu Yusuf’a aittir. Hanefiler şöyle söylemektedirler: “ Kur’an, mütevatir veya meşhur sünnetle nesh edilebilir. Sadece ahad, hadisle nesh edilemez”. Böylece hadislerin Kur’an’ı nesh edebileceğini yani iptal edebileceğini fıkıhlarına esas kabul etmişlerdir. (Bak. Dr. İsmail Hakkı Ünal. İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları No.327 Baskı-1994 Sayfa 213 )
İMAM MALİK: ( H.93-179) Bazıları aslen Yemenli olduğunu söylerken, bazı siyer yazarları, İmam Malik ve ailesinin Arap olmadığını söylemişlerdir. Büyük atası Ebû Amir’in, Beni Teym kölelerinden olduğu söylenmiştir. İmam Malik, üstadının özellikle İbni Hürmüz olduğunu belirtir. “Yedi, sekiz yıl yalnız ondan okudum, başkalarını bu işe hiç karıştırmadım” der. Hürmüz adı Acem asıllı olanların kullandığı bir isimdir. Bir rivayette de “ On üç yıl oturup İbni Hürmüz’den ders okudum”der. (16 yıl rivayeti de vardır) Ondan öğrendiklerini, başka bir kimseden almadığını söyler. İmam Malik üstadı İbni Hürmüz’den aldıklarının tamamıyla tesiri altında kalmış denebilir. Medarik’de Şöyle denir: “ Malik derki, İbni Hürmüz’ü şöyle derken işittim” ifadeleri bunu açıkça ortaya koyar. Meşhur Kitabı Muvatta da 1826 hadis mevcuttur. Sünnet Kur’an ile Tearruz ederse, Bazı hallerde Kur’an’ı sünnete takdim eder, bazı hallerde sünneti Kur’an’a hâkim kılar. Böylece sünnetin Kur’an’ı iptal edebileceğini Kabul etmiştir. ( Bak, İmam Malik, Hayatı-Görüşleri- Fıkıhta yeri, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hilal Yayınları 1984 sayfa 283.)
İMAM ŞAFİİ: Ebû Abdullah Muhammed bin İdris bin Abbas Şafii (H.150-204).
Suriye’de (Filistin) doğduğunu söyleyenler olduğu gibi ayrıca Askalan’da (gazze yakınında) Hatta Yemen’de doğduğunu söyleyenlerde vardır. Kureyş kabilesinden olmadığı halde, “kölelik yönünden kureşli sayılmıştır. Zira atası, Ebu Lehebin kölesi imiş” rivayet edilmiştir. Ömer, atası Şafii’yi Kureyş kölelerine katmamış, Osman onu bunlara katmış. İmam Şafii, Huzey kabilesinin yanında yaklaşık on yıl kalarak, kendilerinden Arap dili ve şiirini öğrendi. Ana dili Arapça olmayıp Arapçayı sonradan öğrendiği anlaşılmaktadır. Hocası İmam Malik’tir. El-Risale ve El-Üm isimli kitapları vardır. Şafii derki: “Fıkıh öğrenmek isteyen Ebu Hanife’nin iyalidir. Siyer isteyen Muhammed b. İshak’ın iyalidir. Hadis isteyen Malik’in iyalidir. Tefsir isteyen Mukatil b. Süleyman’ın iyalidir” diyerek tavsiyede bulunur. Ebu Hanife ve İmam Malik’ten bahsettik, diğer ikisi ise: Muhammed b. İshak : (H.85-151). Bilhassa Siyer Meğazi çalışmaları vardır. Siyerin dışında müstakil olarak Kitâbu’ssünen telif etmiştir. İbrahim b. Sa’d ez Zuhri ondan sadece ahkama dair 17 bin hadis rivâyet etmiştir. Yahya’l-Kattan onun hakkında “kezzab” yani yalancı demiştir. Ayrıca, hakkında Şiiliğe meyyal olduğu ve kaderi olduğu rivayetleri de vardır. Yalnız ahkama dair 17 bin hadis söylemesi “ne kadar” yalancı olduğuna dair kuvvetli bir delildir. (Bak. İlk üç Asırda İslam Coğrafyasında Hadis. Dr. S. Kemal Sandıkçı. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 299. Baskı 1991 s. 45-46 ) Diğer tavsiye ettiği: Mukatil b. Süleyman Şiânın Zeydiye Mezhebindendir. Şafii onun kitaplarını okudu, inceledi ve neticede onları da okumağa teşvik etti. Onu bu hususta, imam addetti. Bu maddede, kendisine başvurulan bir âlim saydı. (Bu konuda bak. İmam Şafii. Osman KESKİOĞLU. Diyanet Başkanlığı yayınları 1987 s. 46 ). Kur’an ve Sünnet Konusundaki görüşü: Şafii’nin bu konudaki görüşü, Sünnetin Kur’an’la nesh edilemeyeceği şeklindedir. Resûlullah’ın sünnetini ancak Resûlullah’ın sünneti nesh edebilir. Kur’an bir sünneti nesh edemez, nesih olayı olması için bunu başka bir sünnetin ilân etmesi gerekir, der. Kur’an’ın sünnetle nesh edilip nesh edilemeyeceği konusuna gelince, her ne kadar Kur’an’ı ancak Kur’an nesh eder diyorsa da, uygulama konusunda durum hiçte öyle değildir. Örneğin, Kur’an’a rağmen, zina olayında Recm cezasını kabul etmekle, sünnetin Kur’an’ı nesh edebileceğini açıkça beyan etmiş olur. Yani kısaca iddiası; Kur’an sünneti iptal edemez fakat sünnet Kur’an’ı iptal eder şeklindedir. (Konu hakkında bak: İmam Şafii. Osman KESKİOĞLU s.238-239. Büyük Şafii İlmihali, Yazan Halil Gönenç. Hilâl Yayınları 1979, 2. Baskı s. 375.)
AHMED İBN-HANBEL: (H. 164-241) : Anası O’na gebe olarak Merv’den Bağdat’a geldi. Merv’de doğduğunu söyleyenler var. Kendisinden yapılan rivayette Bağdat’ta doğduğu söylenmiş. Merv asılı olup Arap değildir. ( Yazılarımızda Arap değildir derken, bununla o devirlerde ilk etapta Kur’an’ın yayıldığı coğrafyaya yakınlığa veya uzaklığa dikkat çekmek suretiyle Kur’an dışı bazı kültürlerin etkinliğine, dikkat çekmek içindir. Yoksa İslam dini evrensel olup, herhangi bir ırktan olmak veya olmamak avantaj veya dezavantaj değildir.) Kitabı “Müsned”de yaklaşık 40.000.- hadis vardır. Kur’an’ı esas alıp sünneti terk edenlere red için Kitab bile yazmıştır. Ona göre Kur’an’ın batını vardır. Hâlbuki Kur’an’a batın bilgi isnat etmek küfürdür. Zira Kur’an açık manalı bir kitaptır. Ahmed, Sünnetin Kur’an’a hâkim olduğunu, fakat Kur’an’ın sünnete hâkim olmadığı ve sünnetin Kur’an’ı nesh yani iptal edebileceği iddiasındadır. Şöyle ki : “Ahmed’e göre sünnet beyan bakımından Kur’an’a hâkim sayılır, onun ahkâmını takrir eder. Şatıbi sünnetin Kur’an’a hâkim olmasını şöyle açıklar. Ulemaya göre sünnet, kitaba hâkimdir, Kitab hâkim değildir, çünkü kitabın iki ve daha ziyade şeye ihtimali vardır.” demekte. “gerek iman itimade, gerek amel ve akla dair olsun, Hadisler arasında bir fark yapmazdı.” (Konu hakkında bak: Ahmed İbn-i Hanbel. Hilâl Yayınları 1984 s.242-255 Prof. Muhammed Ebu Zehra. Terc. Osman KESKİOĞLU .)
Bütün korkuları, Kur’an’ın İslam dini öğretisine esas alınmasıdır. Zira Kur’an esas alınmış olsa ve Peygamber adına ileri sürmüş oldukları sözler Kur’an ölçüsüne vurulsa, bütün iftira ve yalanları hemen ortaya çıkar ve sünnet diye ileri sürmüş oldukları sözlerden geriye pek bir şey kalmaz. Bu hususu onlarda kabul eder mahiyette şu şekilde itiraf etmektedirler. “İmam Ahmed’e gelince, o İmam Şafii’nin usulüne uygun hareket eder. İbni Kayyım, Ahmed’in ve Şafii’nin görüşlerini destekleyerek şöyle der: Eğer bir kimsenin kitabın zahirinden anlayışına göre Hz. Peygamber Aleyhisselamın sünnetleri red olunacak olursa o zaman sünnetlerin çoğu red olunur ve sünnet batıl olur.” (Ahmed ibn-i Hanbel, Hilal Yayınları S.247 )
Bu ifadeler bile, Sünnetle Kur’an’ın ne kadar bir birleriyle bağdaşmayan bilgiler ihtiva ettiğini belirtmeye kâfidir. Sonuç olarak, İmam Ahmed birçok sözlerinde belirtmiştir ki, İslam dininin öğrenilmesi, aynı zamanda Kur’an’a hâkim olan, sünnetle mümkündür. Kur’an bilgisi sünnet yoluyla olur, Kur’an sünnete hâkim olamaz. Bu din, sünnet yoluyla öğrenilir. İslam fıkhının en kestirme ve en işlek yolu sünnetten geçer. Sünnetin beyanından yararlanmaksızın sadece Kur’an’dan öğrenmeğe çalışanlar, doğru yolu şaşırırlar, hak yolu şaşırırlar iddiasındadır. 750 bin hadis arasından seçtiği rivayet edilen, Müsned’teki hadislerin 10 bini tekrarlanmış hadislerdir. Hadislerin sahihliğine ölçü olarak Kur’an’ı değil de kendi Müsned’ini kabul ve tavsiye eder, Şöyle ki: “Resulullah’ın hadislerinden olup olmadığı konusunda anlaşmazlığa düştüğünüz rivayetlerle ilgili olarak Müsned’e başvurun. Orada bulduysanız delil, bulmadıysanız delil olmaz .” demiştir.  Mahiyeti ne olursa olsun, Kur’an’ı hadise tabi kılar, şöyle ki : “hatta ona göre haberi, vahid olan Hadisler bile, Kur’an’ın umumini tahsis eder.” (Ahmed İbn-i Hanbel. Hilâl Yayınları s.245 )
Görüldüğü gibi dört mezhep imamı da fıkıhlarına hadisleri esas almaktadırlar. İttifakla hadislerin Kur’an ayetlerini iptal edebileceğini fakat Kur’an’ın hadisleri iptal edemeyeceği iddiasındadırlar. Bu da başka bir ifadeyle, Allah’ın Kur’an’la bildirdiği İslam’a, öncelikle hadislerle peygamberin karşı çıktığı ve peygamberin sözünün Allah sözünden daha üstün olduğu manasındadır. Bu ise İslam dinine saldırı ve peygambere büyük bir iftiradır. Bilindiği gibi, İslâm dininin dejenere edilmesi için kâfirlerin geliştirdiği yöntemlerin en başında “hadis uydurma”, “Kudsi hadis ihdas etme” gibi yöntemler gelmektedir. Ama hainler bunları yeterli görmemişler ve kepazeliklerine bir de “nesh” yöntemi eklemişlerdir. Kur’an’ı tanımayan ve Kur’an’ın “tartışılmayacak kadar net ve açık” niteliğini kavrayamayan bir kısım gafil ve cahil ilâhiyatçı, tefsirci sözde ulema da, İslâm’ı dejenere etmek için ortaya atılmış “nesh” konusunun geniş kapsamı içinde kaybolmuş ve yollarını şaşırarak sayıları 750’yi bulan ayetin birbiriyle çeliştiği, uyumsuz olduğu iddiasıyla, bu olumsuzluğu “nesh” kurallarıyla çözmeye çalışmıştır. “Nesh” yönteminde ileri sürülen bir diğer sapık görüş de, Kur’an’da lâfzı neshedilmiş ama hükmü baki kalmış ayetlerin var olduğu görüşüdür. Nitekim bu sapık görüş etkisinde kalan zavallılar, eskiden Kur’an’da bulunmasına rağmen bazı ayetlerin sonradan yok edildiğine inanmaktadırlar. Bu iddiayı ortaya atan rezillere göre Osman Mushafı tertip edilirken yok edilen bu ayetler Ahzab (bazılarına göre Nur) suresindeymiş ve Ahzab suresi ilk zamanlarda Bakara suresi kadar uzun bir sureymiş… Müslümanlar arasında, Kur’an’ın korunmadığı, eksikliği, bir bölümünün kaybolduğu gibi kuşkular uyandırmaya yönelik olarak uydurulan bu tip rivayetlerden bir tanesi şudur:
Aişe nakleder: "Recm ve büyüklerin on defa süt emzirmesi (nin sütkardeşliği oluşturacağı) hususundaki ayetler benim yatağımın altında bulunan bir sayfa üzerinde yazılı idi. Peygamber vefat edince Peygamber`in vefatıyla meşgul olduğunda keçi gelip onları yedi." (Bk. Dar-e Kutni; c:4, s:105, İbn-i Mâce; c:1, s:625) Buna benzer bir hadis de Müslim`de yer alır ve orada Aişe kaydeder ki bu ayetler Peygamber vefat edinceye kadar okunurdu. (Bk. Muslim; c:4, s:167, Tirmizî; c:2, s:309). Ayrıca benzer hadisler, sözde dört hak mezhep kurucularından biri olan Ahmed bin Hanbel’in kendi kitabında da yer almıştır.
"Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmesini emreden ayet, Ayşe'nin döşeğinin altındaki sahifede yazılı bulunuyordu. Peygamber ölünce Ayşe onun defin işlemleriyle meşgul iken, evin açık kapısından içeri giren bir keçi o sahifeyi yedi ve böylece taşlama cezası Kur’an'dan çıktı; ama hükmü devam ediyor" (İbni Mace Nikâh 36, hadis no: 1944; Ahmed bin Hanbel 3/61; 5/131, 132, 183; 6/269). "Keçinin yemesi sonucu Kur’an'dan çıkan taşlama ayetini Ömer Kuran'a tekrar sokmak istedi; ancak halkın dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi" (Buhari 53/5; 54/9; 83/3; 93/21; Muslim, Hudud 8/1431; Ebu Davut 41/1; Itkan 2/34).
İslam dinini karalamaya dönük diğer tür hadisler ise şu şekildedir:
“Ebu Said el-Hudri’den: Bir Kurban veya Ramazan Bayramı’nda Peygamber musallaya çıktı. Kadınlara rastladı ve onlara: “Ey kadınlar topluluğu! Sadaka verin. Zira cehennem halkının çoğunun sizler olduğu bana gösterildi” , buyurdu. Onlar: “Neden, ya Rasulallah?” diye sordular. Peygamber: “Çünkü siz çokça lanet eder ve kocalarınıza küfran-ı nimet (nankörlük) edersiniz. Kendini denetleyebilen dikkatli ve tedbirli bir erkeğin aklını, sizin kadar aklı ve dini eksik hiçbir kimsenin çelebileceğini görmedi”, buyurdu. Onlar: “Nedir dinimizin ve aklımızın eksikliği ya Rasulallah?” dediler. Hz. Peygamber: “Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil midir? Onlar “Evet” dediler. Peygamber, “bu aklınızın eksikliğinden… Kadın hayız (adet) gördüğü zaman namaz kılmaz ve oruç tutmaz değil mi?” buyurdu. Onlar: “Evet” deyince, Peygamber, “ işte bu da dininizin eksikliğindendir,” yanıtını vermiştir.[15] Buhari, Hayz, 6; Zekât, 44; Muslim, İman, 132; Ebu Davud, Sünnet, 15; Tirmizi, İman, 6; İbn Mace, Fiten 19; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/67, 373.
Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e karşı devrim olarak belirtilen bu yapay gelenek, şaşırtıcı biçimde hemen her hadis külliyatında eksiksiz biçimde yazıya geçirilmiştir. Buradaki diyaloga dikkat edersek şunları görürüz. Kadınların sadaka verebilmeleri için, kocalarının kazançlarından başka kendileri ekonomik güç ve özgürlüğe sahip olmaları gerekir. Oysa kurgulanan kadın tiplemesinde, mirastan erkeğe nispetle yarı yarıya pay sahibi olan kadının, kocası gibi geçim için çalışmasının gerekli olmadığı ve ekonomik sorumluluğun da erkeğe ait olduğu yazılır. Hele kadın, kocasının izni olmadan dışarı bile çıkamadığı tezini dikkate alırsak, bir kadının kendi inisiyatif ve tasarrufunda sadaka verebilecek bir ekonomik güce sahip olması düşünülemez. Bunu her İslam ilmihalinde ya da dini eserlerde bulmak mümkündür. O takdirde, ikisinden biri yanlıştır. Ya kadın da çalışıp kazanmak ve kendi kazancından sadaka vermek zorundadır, ya da buradaki emir yanlıştır. Çalışıp kazanma zorunluluğu olmayan kadına, sadaka vermediği gerekçesiyle cehennemin yolunu gösteren bu hadis, temelden yanlış olmalıdır.
Çokça lanet etmek ve nankörlükte bulunmak, kadından sadır olduğunda, küçük ahlaki kusurlar olmaktan çıkmakta, kişiyi cehennemlik yapmaktadır. Hatta bir cinsi çoğunluk itibarıyla cezalandırmaktır. Bu ise İslam’ın adalet anlayışıyla bağdaşmaz. Hayız görmek, Tanrı’nın kadınlara verdiği bir ceza olamaz. Kadın bundan dolayı dinen eksik sayılırsa bu açıkça insanüstü bir adaletsizlik değil, insanın insana reva gördüğü bir nefretin sonucu olabilir. Hz. Peygamber’in yaratılıştan gelen kadınlara özgü bu hali, eksiklik saymasını düşünmek insafsızlık ve mantıksızlık olur. Şahitlik, İslam öncesi insan bile sayılmayan kadına tanınmış henüz başlangıç noktasındaki haklar manzumesindendir. Bu yüzden aklının eksik olduğunu iddia etmek, kadını ilkel anlayışa geri sürmek anlamına gelir. Buradaki diyalog asılsız, mantıksız ve maksatlı bir karşıt cins düşmanlığını, hem de Hz. Peygamber’in dilinden ortaya koymaktadır.
Kadınların insan olduğunu kabul etmemek için onu, Kur’an’ın verdiği temel insan haklarından yoksun bırakan bu yapay gelenek, bazı tasavvufi eserlerde de sürdürülmüştür. Hala da sürdürülmektedir. Zamanının kadınları hakkında acı bir dille konuşan Takıyüddin Huni (ö. 1426), “ İnsanlığın en ikiyüzlüleri kadınlardır. Zekâlarının, dinlerinin ve kanaatlerinin zayıflığından ötürü imanları noksandır” demektedir. Kelabazi, et-Taarruf, s. 20 (aktaran: Margareth Smith, Bir Kadın Sufi: Rabia, s. 173).
Bir başka örnek:
“Cehenneme baktım ve cehennem ehlinin çoğunun kadın olduğunu gördüm. Cennete baktım. Cennet ehlinin pek azının kadın olduğunu gördüm..” [Kutu’l-Kulüb, s. II/238 (aktaran: Margareth Smith, Bir Kadın Sufi: Rabia, s. 172).] Hz. Peygamber’e saygısızlık pahasına nispet edilen daha buna benzer pek çok söz vardır. Öyle ki, İslam dünyasında kadını aşağılayan görüşler, gittikçe herhangi bir dini kaynağa referans vermeye gerek duyulmadan genel kabul düzeyinde kesin yargılara dönüşmüştür.
“Namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır.” (Sahihi Müslim, Salât 265; Tirmizi Salât 253/338 Ebu Davud, Salat, 110/720)
“Uğursuzluk üç şeyde vardır: Kadında, evde ve atta.” (Ebu Davud, Tıb, 24/3922; Müslim, Selam, 34/115 Buhari, Nikâh, 17/4805)
Bunlarla da yetinmeyen iftiracılar, İslam dinini bozmak için Tevrat’ı dahi kullanmaktan geri durmamışlardır.
Tevrat’ta Tekvin; 2/7, 21-23 bölümünde geçen, “Tanrı Âdem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğu üfledi. Böylece Âdem yaşayan varlık oldu… Sonra “Âdem’in yalnız kalması iyi değil” dedi, “Ona uygun bir yardımcı yaratacağım.” Derken Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapladı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi. Âdem “İşte bu benim kemiklerimden alınmış bir kemik, etimden alınmış bir ettir” dedi. Ona “kadın” denilecek, çünkü o adamdan alındı.” İfadesini kullanaraktan erkeklerin, kadınlardan üstün olduğunu iddia etmişlerdir. İşte Tevrat’tan yararlanılaraktan uydurulmuş bir hadis:
“Ebu Hureyre’den: Kadınlar hakkında birbirinize (siz erkekler birbirinize) iyilik tavsiye ediniz. Kadın kısmı, eğe kemiğinden yaratılmıştır. Eğe kemiğinin en eğri tarafı üstüdür. Bunu düzelteyim derken kırarsın; kendi haline bırakırsan eğri olmakta devam eder. Binaenaleyh kadınlar hakkında birbirinize iyilik tavsiye ediniz.” Buhari, el-Camiu’s-Sahih, Nikah 79-80, İst. 1315.
Ayrıca yukarıda zina edenlerin recm edilmesi ile ilgili olarak verdiğimiz hadisler de Tevrat ve İncil’den İslam’a geçen uygulamalardır:
Kitab-ı Mukaddes: Tesniye bölümü Bab 22, 13-30. cümleler
 “........ 13- Eğer bir adam bir kadın alır, ve ona yaklaşır, ve ondan nefret ederse, 14- ve ona ayıp şeyler isnat edip onun ismini kötülerse, ve: Bu kadını aldım, ve ona yaklaştığım zaman kendisinde kızlık nişanlarını bulmadım, derse; 15- o zaman genç kadının babası ve anası genç kadının  kızlık nişanlarını alacaklar ve kapıya, şehrin ihtiyarlarına getirecekler; 16- ve genç kadının babası ihtiyarlara diyecek: Kızımı bu adama karı olarak verdim, ve ondan nefret ediyor; 17- ve işte; senin kızında kızlık nişanlarını bulmadım, diyerek ona ayıp şeyler isnat etti; ve lakin kızımın kızlık nişanları bunlardır. Ve esvabı şehrin ihtiyarları önüne serecekler. 18- ve o şehrin ihtiyarları o adamı alıp kendisini tedip edecekler; 19- ve yüz şekel gümüş para cezasına onu mahkum edip genç kadının babasına verecekler, çünkü o adam İsrailin bir kızının ismini kötüledi; ve kadın o adamın karısı olacak; bütün ömrünce onu boşayamayacaktır. 20- Fakat bu şey, genç kadında kızlık nişanları bulunmadığı, hakikatse; 21- o zaman genç kadını babasının evinin kapısına çıkaracaklar, ve şehrin adamları onu taşla taşlıyacaklar, ve ölecek, çünkü babasının evinde zina etmiş olmakla israilde alçaklık etmiştir; ve aranızdan kötülüğü kaldıracaksın. 22- Eğer bir adam, başka bir adfamın karısı olan bir kadınla yatmakta olarak bulunursa, o zaman kadınla yatan adam ve kadın, onların ikisi de öleceklerdir; ve kötülüğü israilden kaldıracaksın. 23- Eğer kız olan bir genç kadın bir adamla nişanlı ise, ve bir adam onu şehirde bulup onunla yatarsa;  24- o zaman onların ikisini de o şehrin kapısına çıkaracaksınız, ve onları, şehirde olduğu halde bağırmadığı için, kadını, ve komşusunun karısını alçalttığı için erkeği taşla taşlıyacaksınız, ve ölecekler; ve kötülüğü aranızdan kaldıracaksın. 25- fakat adam nişanlı genç kadını kırda bulursa, ve onu yakalayıp kendisiyle yatarsa, o zaman yalnız onunla yatmış olan adam ölecektir. 26- fakat genç kadına bir şey yapmıyacaksın. Genç kadında ölüme müstehak suç yoktur. Çünkü bir adam komşusuna nasıl kalkar, ve onu öldürürse, bu şey de öyledir. 27- çünkü onu kırda buldu, nişanlı genç kadın bağırmış, ve onu kurtaran olmamıştır. 28- Eğer bir adam, kız olan nişanlanmamış genç bir kadın bulursa, ve onu tutup onunla yatarsa, ve onlar bulunurlarsa, 29- o zaman onunla yatmış olan adam genç kadının babasına elli şekel gümüş verecektir. Ve kadın onun karısı olacaktır, çünkü onu alçaltmıştır; bütün ömrünce boşıyamıyacaktır. 30- bir adam babasının karısını almıyacak ve babasının eteğini açmıyacaktır.”
 Levililer: 20/10, 14
10 "Biri başka birinin karısıyla, yani komşusunun karısıyla zina ederse, hem kendisi, hem de zina ettiği kadın kesinlikle öldürülecektir.
11 Babasının karısıyla yatan, babasının namusuna leke sürmüş olur. İkisi de kesinlikle öldürülecektir. Ölümü hak etmişlerdir.
12 Bir adam geliniyle yatarsa, ikisi de kesinlikle öldürülecektir. Rezillik etmişler, ölümü hak etmişlerdir.
13 Bir erkek başka bir erkekle cinsel ilişki kurarsa, ikisi de iğrençlik etmiş olur. Kesinlikle öldürülecekler. Ölümü hak etmişlerdir.
14 Bir adam hem bir kızla, hem de kızın anasıyla evlenirse, alçaklık etmiş olur. Aranızda böyle alçaklıklar olmasın diye üçü de yakılacaktır.
…………
20 "Amcasının karısıyla cinsel ilişki kuran adam, amcasının namusuna leke sürmüş olur. İkisi de günahlarının bedelini ödeyecek ve çocuk sahibi olmadan öleceklerdir.
21 Kardeşinin karısıyla evlenen adam rezillik etmiş olur. Kardeşinin namusunu lekelemiştir. Çocuk sahibi olmayacaklardır.
 Yuhanna İncili; 8/1-11
 İsa ise Zeytin dağına gitti. 2Ertesi sabah erkenden yine tapınağa döndü. Bütün halk O`nun yanına geliyordu. O da oturup onlara ders vermeye başladı. 3-4Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsa`ya, «Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı» dediler. 5«Musa, Yasa`da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?» 6Bunları İsa`yı sınamak amacıyla söylüyorlardı; O`nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı.İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. 7Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, «Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın!» dedi. 8Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya koyuldu. 9Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa`yı yalnız bıraktılar. Kadın ise orta yerde duruyordu. 10İsa doğrulup ona, «Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?» diye sordu.11Kadın, «Hiçbiri, efendim» dedi. İsa, «Ben de seni yargılamıyorum» dedi. «Git, artık bundan sonra günah işleme!» 
Dört büyük mezhep İmamından biri olduğu iddia edilen Gazali’nin ise İhya-ı Ulumiddin adlı eserinde vermiş olduğu hadisler ise tam anlamıyla Peygamber ve Allah’ı karalamaya dönüktür:
“Allah Resulu, bir kadın gördü ve derhal Zeynep validemizin odasına girip, şehvetini gidererek dışarı çıktı” (İhya-ı Ulumiddin cild 3, 358 Arslan Yayınları-1981, Mütercim Ali Arslan)
En güzel ahlak sahibi olan peygamber efendimizin, dışarıda gördüğü kadınlara şehvetik bir gözle baktığını ifade eden bu hadis gerçekten çok düşündürücüdür.
“Cennete girdim. Baktım ki Bilal orada. (Uyanıkken) ona dedim ki: Ey Bilal! Hangi amelin sayesinde benden evvel cennete gittin? Bilal (r.a): Ben bir şey bilmiyorum ancak her aldığım abdestten sonra iki rekât namaz kılıyorum.”( İhya-ı Ulumiddin cild 2, 554 Arslan Yayınları-1981, Mütercim Ali Arslan)
Peygamberi bilgisiz gösteren, dini kendisinin öğretmesine ve bir peygamber olmasına rağmen cennete bir sahabeden sonra girmesi gerçekten çok manidardır.
Gazali, kitabında yer verdiği şu hadis ile de; Allah’ın, yaptığı işlerde tereddüt edebileceğini resmen kabul ile şirk noktasına gelmiştir:
“Kulum nafile ibadetlerle durmadan bana yaklaşa yaklaşa, nihayet öyle bir yaklaşıyor ki, onu sevmeye başlıyorum. Onu sevdiğim zaman, onun duymasına vasıta olan kulağı ve görmesine alet olan gözü oluyorum. Çalışan eli, yürüyen ayağı oluyorum. Benden istediği zaman mutlaka veririm. Bana sığındığı zaman onu mutlaka korurum. Ölümden korktuğu için istemeyen mümin kulumun nefsi günaha girmesin diye ruhunu aldığım zaman, tereddüt ettiğim kadar yaptığım hiçbir işte tereddüt etmedim. Hâlbuki o, nefsin ölmesi mutlaka lazımdır.” ( İhya-ı Ulumiddin cild 1, 278 Arslan Yayınları-1981, Mütercim Ali Arslan)
Unutmayın ki, Allah Rasulü (s)'nün hadisleri eğer Kur'ân-ı Kerîm gibi Din'in temel bir kaynağı ve her müslümanın bilmesi ve uyması gereken bir esas olsaydı, Rasul (s) kendinden sonrakilere taşınması için Sahabe'den bunları ezberlemelerini isterdi. Böyle bir durumda ise Sahabe'nin imanca ve de takvaca en üstünleri ve ilimce en güçlülerinin hadisleri en çok rivayet edenler olması gerekirdi. Yani çok rivayette bulunanların (Muksirûn), az rivayette bulunanlardan (Mukıllûn) daha üst bir mertebede bulunmaları ve bu ikincilerin, gerek takva ve gerekse ilim açısından diğerlerinin gerisinde olmaları icap ederdi, ne var ki meşhur hadis kitaplarında da mülahaza ettiğimiz gibi durumun tam aksine olduğunu görüyoruz. Râşîd Halîfeler, Rasul (s)'ün ölürken kendilerinden hoşnut olduğu -bir rivayete göre Cennetle müjdelenen(!)- on Sahabe, Muhacirlerin ileri gelenleri, Ensar'ın öncüleri gibi Din'de yüksek bir mertebe ve ilme, dîni hükümlerde ihtiyat ve danışmanlık yetkisine sahip Sahabîler en az rivayette bulunanlar olduğu gibi bunlar arasında kendilerinden tek bir hadis dahi rivayet edilmemiş olanlar vardır! Onlar açısından bu durum, bu noktada da kalmamış, Sahabe'nin büyükleri hadis rivayetinden çekinerek, kardeşlerini bundan  menetmişlerdir. Bazıları daha da ileri giderek yazılı bazı hadis sahifelerini yaktırmıştır.

PEKİ, DOĞRU HADİSLERE NE YAPACAĞIZ? Günümüze kadar aktarılan hadislerin içinde binlerce uydurma hadis olduğu kesindir. Kur'an'la çelişen, Kur'an'a ilave hüküm getiren, mantıkla, aklın açık verileriyle çelişen hadislerin yalan olduğu kesindir. Dine ilave yapan hadisler, Kur'an'ın detaylı, her şeyi açıklayan, hiçbir eksiği olmayan kitap olduğunu açıklayan Ayetleriyle çeliştikleri için kesinlikle Peygamber Efendimize, iftiradırlar. Hadis nakleden, hatta toplayanlardan bazıları ''nerede insanların işine yarayan güzel bir söz bulursak, başına Peygamber dedi ki demekten Korkmayın'' dediği de vakidir. Bu oluşum ve ihtimalleri dikkate alırsak, Kur'an'a hiçbir ilave yapmayan, helal, haram, günah, sevap, farz, yasak ve gaybi haber belirtmeyen ve Kur'an'la çelişmeyen tavsiye, öğüt, misal, nasihat ve o dönemle ilgili tarihi bilgi niteliğindeki hadisleri kabul edebiliriz. Fakat Din adına zorunlu olarak uymamız gereken tek şey Kur’an’ın kendisi olmak zorundadır.

4 yorum:

  1. Hanif İslam kavramını kullanmak yanlış mı?

    Haniflik, müslüman (İslam’ı kabul eden kişi) olan bir kişinin, dogma anlayışından sıyrılarak aklen ve tahkiken Tanrı’nın varlığını kabullenmeyi, sorgulamayı, araştırmayı ve tam anlamıyla Kur’an’ı referans almasını gerektirir. Haniflik, bu sorgulama anlayışını da atamız Hz. İbrahim’den alır. Bu nedenle Hanifliği kabul eden bir müslüman, Hanif olur. Her şeyi sorgulayarak, altındaki nedeni araştırarak kabul etme anlayışı ve sadece Kur’an’ı referans alma mantığı bir Hanifi sıradan bir müslümandan ayıran en önemli farktır. Hanif İslam derken de aslında yeni bir din ya da İslamın farklı bir türü değil, İslam’a akıl, bilim ve Kur’an gözüyle bakma kastedilmektedir. Dolayısıyla sıradan müslümanlarla, hanifleri ayırmak, şu andaki geleneksel İslam inancı (tahrif edilen) ile Kur’an’daki İslam inancını ayrımak ve de Hanifliğin de Kur’an ve İslam ile ilgili bir kavram olduğunu belirtmek için Hanif İslam kavramını kullanmak daha mantıklıdır ve bu asla şirk ya da dinden çıkmak değildir. Kaldıki Hanif İslam=Akıl ve bilim gözüyle İslam ya da İslam’a akıl ve bilim gözüyle bakmak anlamına gelir. Ayrıca Hanif İslam kavramının, Hanif olmayan İslam ya da İslam’ın alternatiflerini oluşturacağı doğru değildir. Çünkü İslam’ın kaynağı, değiştirilmesi mümkün olmayan Kur’an’dır. Bu nedenle Kur’an, referans alındığı sürece Kur’an’daki İslam’ın alternatifleri asla oluşturulamaz (Kaynak tek olunca yol da tek olur). Bu nenenle İslam kelimesinin önündeki Hanif kelimesi sadece İslam’a bakış açısını tanımlayan ve diğer dogmatik müslümanlardan farklı olarak İslam’a akıl, bilim ve Kur’an gözüyle (şeyhlerin ya da tarikatların gözünden değil) bakıldığını tanımlayan bir kelimedir. Dolayısıyla Hanif İslam kavramı direk Hanifliği temsil eden bir kavramdır ve Kur’an açısından kullanılmasında asla sakınca yoktur (Hanif İslam=Haniflik=Akıl, bilim ve Kur’an gözüyle din).

    YanıtlaSil
  2. Bütün insanlara gönderilen dinler zaten İslam’dı.

    “İşte bütün bu peygamberlerin getirdikleri din, tek bir dindir ki, o da sizin dininiz olan İslam’dır…” Mü’minun Suresi 52

    Ancak insanlar kendilerine indirilen kutsal kitapları ve dolayısıyla İslam inancını dejenere edip yeni inanışlar çıkardılar.

    “Fakat insanlar tevhid dinini parça parça ederek aralarında ihtilafa düştüler…” Enbiya Suresi 93

    Allah, insanlara son bir kurtarıcı olarak Peygamber Efendimizi ve değiştirilmesi mümkün olmayan Kur’an’ı verdi.

    “Rabbinin sözü doğruluk ve adaletle tamamlandı. Onun sözlerini [Kur'ân’ı] değiştirebilecek [hiçbir şey, hiçbir kuvvet] yoktur”. En’am Suresi 115

    “Kur’ân’ı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız”. Hicr Suresi 9

    Allah, Peygamber Efendimize ve dolayısıyla bütün insanlara dogmatik müslümanlıktan çıkıp aklen, tahkiken ve bilim gözüyle İslam’a bakmalarını ve Tanrı’nın varlığını aklen kabul etmelerini (Hanifliği) tavsiye etti.

    “Ey Resul! Sana Hanif ol, İbrahim'in dinine uy diye vahyettik.” Nahl Suresi 123

    “Ey Resul! De ki: Ayrıca yüzünü Hanif dininden ayırma ve sakın ortak koşanlardan olma diye emrolundum.” Yunus Suresi 105

    “Ey Resul! Sana Hanif ol, İbrahim'in dinine uy diye vahyettik.” Nahl Suresi 123

    “De ki: Muhakkak Rabbim beni İbrahim'in doğru yoluna dosdoğru olan Hanif dinine iletti.” En’am Suresi 161

    “Sen artık yüzünü hakka yönelmiş Hanif dine dön ki, Haniflik Allah'ın mayasıdır. İnsanları o maya üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında hiç bir değiştirme ve değişiklik bulunmaz. İşte En doğru ve en sağlam din Haniflik'tir; fakat insanların çoğu bilmezler.” Rum Suresi 30

    “Hâlbuki onlar yalnızca Hanif olmak üzere, dini sadece Allah'a has (özgün kılarak, mezhep imamlarına, şeyhlere, kullara vb. has kılmayarak), Allah'ı bilmekle, salâtı ikame etmekle ve zekât vermekle emrolunmuşlardı. En dosdoğru ve gerçekçi din de işte bu Haniflik'tir.” Beyyine Suresi 5

    Ancak müslümanlar, Kur’an’ı bırakıp insanlar tarafından oluşturulan inançlara inanıp İslam’ı dejenere etmişlerdir (Kur’an’ı değil, inandıkları inanç olan İslam’ı dejenere etmişlerdir. Eğer gerçekten şu anda Kur’an’a iman etselerdi, gerçek İslam’ı yaşıyor olurlardı. Bu durumda da İslam’ın dejenere edildiğinden bahsetmiş olmazdık. Yaşamadıklarına göre de İslam inancını dejenere ettiklerini söyleyebiliriz. Yani dejenere olan İslam kavramını kullanmak yanlış bir ifade değildir. Zaten Kur’an’da Mü’minun Suresi 52, Enbiya Suresi 93 ve En'am Suresi 159 ayetleri dikkatlice incelendiğinde de Tanrı’nın kendisinin de bu kavramdan bahsettiğini görürüz. Ancak dejenere olan Kur’an kavramını kullanmak yanlış bir ifadedir. Çünkü Kur’an’ın değiştirilemeyeceğini, Tanrı’nın kendisi zaten söylemektedir. Kur’an’ın bizzat kendisini inceleyerek asıl olan, dejenere olmamış İslam inancına ulaşabiliriz anlayabiliriz).

    “Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur'ân'dan ayrıldı (Kur'ân'ı terketti).” dedi”. Furkan Suresi 30

    “Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara yapıp ettiklerini haber verecektir”. En'am Suresi 159
    Allah, mezheplerin arttığı ve artık hangi inancın doğru olup olmadığını anlamadığımız bir zamanda Hanifliğe yönelmemizi emretmektedir:

    “Allah katından geri çevrilmez bir gün gelmezden önce, yüzünü Hanif dinine çevir. Ki o gün insanlar bölük bölük ayrılırlar.” Rum Suresi 43

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Hanif İslam Öğretisi-Kur'an ve Bilim Işığında Din
    (Cinius Yayınevi-Ahmet Toprak)

    Milyarlarca insan öyle ya da böyle bir şeye inanmakta ve inandığı şeyin doğruluğunu bile sorgulamadan hayatı boyunca körü körüne inandığı şeyle yaşamaktadır. Doğru nedir ve neye göre tanımlanır? Sizce bir şeyin doğruluğu nasıl bilinebilir ve sizce doğru olan bir şey, gerçek anlamda doğru mudur? Evet, milyarlarca doğrunun olduğu ancak gerçekkte doğrunun ne olduğunu bilmediğimiz bir dünyada yaşam sürüyoruz…

    İnançlarınızı sorgulamaya hazır olun… Bildiğiniz her şeyi kökten sarsacak, sizi şoke edecek bir öğreti: Hanif İslam Öğretisi… Kur’ân odaklı bir din anlayışı…

    ******

    Bir konunun gerçekte doğru olup olmadığı yani gerçekliğini neye göre belirlemeliyiz? Referans kaynağı ne olmalıdır? Doğanın ve evrenin işleyişi açısından gerçeklik; gözlem, deney ve saf matematiğin denklemleri ile belirlenebilir. Felsefik düşünceler, sosyoloji, din ve siyasi bilimler gibi toplumun tamamını ilgilendiren konularda gerçeklik ise bir sağlama kitabı olan Kur’ân’a başvurularak belirlenebilir. Yani doğanın ve evrenin işleyişi açısından bir konu; gözlem, deney ya da matematiksel denklemlerle ispatlanabiliyorsa bu şeyin doğruluğundan bahsedilebilir. Felsefik düşünceler, sosyoloji, din ve siyasi bilimler açısından ise bir konu; eğer Kur’ân’a dayandırılabiliyorsa o şeyin doğruluğundan bahsedilebilir. Yani gelenek, görenek ya da toplumda bir şeye inananların sayısı, asla o şeyin gerçekliğini belirlemek amacıyla kullanılamaz.

    Hanif İslam Öğretisi; yeni bir din, yeni bir mezhep, yeni bir cemaat ya da yeni bir tarikat değildir. Hanif İslam Öğretisi sadece ve sadece Kur’ân odaklı ve var olan her şeyin Kur’ân’da var olduğunu ve dini anlamak ve yaşamak için Kur’ân’ın yeterli ve eksiksiz olduğunu savunan bir öğretidir. Dini, her bireyin ruhani yolculuğu olarak algılar ve bu ruhani yolculukta Kur’ân dışında ne bir cemaate, ne bir mezhebe, ne bir tarikata ne de herhangi bir hadis kaynağına gerek olmadığını savunur. Hanif İslam Öğretisinin ne bir önderi, ne bir tarikatı, ne de bir cemaati vardır. Hanif İslam Öğretisinde tek ve tek referans kaynağı, değişmemiş ve doğruluğundan şüphe duyulmayan Kur’ân’ın ta kendisidir.

    *****

    İslamın kaynağı, Kur’ân ve Hz. Muhammed değil midir? Peki, Peygamber Kur’ân dışında söz söylemiş midir? Allah’a alternatif emirler (sünnetler), Allah’ın emrettiği emirler dışında bir şey söylemesi mümkün müdür? Allah’ın emrettiği şeyler (farzlar) dışında kendi, Kur’ân’da yer almayan ancak sadece hadislerde yer alan şeyleri (sünnetleri) gerçekten yapmış mıdır?

    “Sana vahyolunana sım sıkı sarıl. Şüphesiz ki sen dos doğru bir yoldasın. Bu Kur’ân senin için de, kavmin için de büyük bir şereftir. Hepiniz ondan mes’ul tutulacaksınız”. Zuhruf Suresi 43-44

    ******

    Yukarıdaki paragraflar, Cinius yayın evinden çıkan Ahmet Toprak’ın Hanif İslam Öğretisi-Kur’an ve Bilim Işığında Din kitabından alıntıladığım bazı bölümler olup kitap müthiş bir dille yazılmış. İnsanı düşünmeye sefk eden ve kişinin inandığı şeyin doğruluğunu sorgulamaya iten bir kitap. Kitap, bildiğimiz İslam konusunda tüm kalıpları yıkmakta ve Kur’an ışığında gerçek bir din anlayışını (acaba namaz gerçekte kaç rekat?, Kur’an’da türban konusu geçiyor mu?, Kur’an’a göre oruç?, Kur’an’a göre hırsıza verilecek ceza? Kur’an’a göre zina ve cezası?) bize sunmaktadır. Eğer sizde gerçekliği görmek, kalıpları kırmak ve bir beyin fırtınası içine girmek istiyorsanız mutlaka bu kitabı okuyunuz…

    YanıtlaSil