21 Eylül 2010 Salı

NAMAZ REKÂTLARININ SAYISI

Nisa 101: Yeryüzünde dolaştığınız zaman, küfre sapanların size tedirginlik vermesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şu bir gerçek ki, küfre batanlar sizin için açık bir düşmandır.
Nisa 102: Sen içlerinde olup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir grup seninle namaza dursun; silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye varınca, diğerleri arkalarında beklesinler. Sonra namaz kılmamış olan diğer grup gelip seninle birlikte kılsınlar...
Nisa 103: Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken Allah’ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.
Nisa 102. ayette, "Sen içlerinde bulunup da onlara namaz kıldırdığında”. Yani sen İMAM olduğunda diyor. Onları “İKİ AYRI GRUBA” ayır. Önce birinci grup,  silahlarını da alarak seninle birlikte namaza dursunlar. İkinci grup ise bunların arkasında gözcü olarak beklesinler (olası bir düşman saldırısına karşı). Birinci grup secdeye varınca yani ilk rekâtı bitirince birinci grup ayrılsın ve gözcülüğü devralsınlar. İkinci grup ise imamla geri kalan son rekâtı kılsınlar, diyor. Bilindiği gibi bir secdeye varmak BİR REKÂTTIR. Yani Cemaat ikiye ayrılıyor. İlki BİR TEK REKÂT kılıyor (bir kez kıyam, bir kez rükû, bir kez secdeteyn (iki secde) yapıp kadede sağa sola selam verip bir rekâtı bitirmiş oluyorlar), sonra namaz kılmamış olan diğer grup gelip imamla geri kalan son rekâtı kılıyor. Yani, ikinci grup da gelip BİR tek rekât kılıyor.
Arkadaki cemaat namazı KISALTIYOR, yani birer rekât kılıyorlar. AMA İMAM KISALTMIYOR. Yani iki grubun da namazı bitirmelerini bekliyor. Buna göre secde hali bir rekâtın bitimidir ve her bir grup sadece BİR defa secde edecek ve namazını kısaltacaktır. Cemaat namazı kısaltıp BİR REKÂTA indiriyor. Ama İMAM kısaltamadığı için,  HER GÜNKÜ gibi 2 REKÂT KILIYOR. Yani Cemaat BİR rekât, İMAM İSE KISALTMADAN İKİ REKÂT kılıyor, her günkü gibi…
Şimdi sizce yarısı bir rekât eden namazın TAMAMI KAÇ REKÂTTIR? Tabi ki 1x2=2 dir.
(Ayette, “Sen” ifadesiyle de kastedilen sadece Peygamber efendimiz değil, öyle bir savaş ya da seferi durumda iken o gruba İmam’lık yapacak olan kişidir. Nitekim ayete bakıldığında, Allah, peygamber üzerinden örnek vererek öyle bir durumda nasıl namaz kılınması gerektiğini açıklıyor. Yani, “Sen” ifadesiyle kastedilen gruba İMAMlık eden kişidir).
Nisa 101-102-103 ayetlerine göre savaş halinde şunları yapabilirsiniz: (Ayette Savaş=Sefer, yolculuk anlamlarına da gelir). 
1. Namazı BİR REKÂT kılabilirsin                               2. Doğa koşullarında SAVAŞMAYABİLİRSİN

Nisa 102: ...Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur, fakat dikkatli olun. Allah kâfirlere şüphesiz ağır bir azap hazırlamıştır.
Evet, fırtına, soğuk ve grip dâhil hastalık bile savaşmamaya mazarettir. Eskiden karınca sürüsü gibi öldürülüyorduk. Şimdi ise BİR TEK CAN bile kıymetli. ALLAH, ASKERlerinizi bile bile öldürmeyin, canınızı tehlikeye atmayın diyor. Yani tutup da şehitlik adıyla yakamızı açıp "Vurun beni alçaklar, vurun ben şehid olup Cennete giricem" diyemiyorsunuz. Allah, değil “ÖLMEMİZİ İSTEMEK “"CANIMIZIN" bir yağmurdan, bir gripten bile ZARAR görmesini istemiyor.
Bazı mealciler Nisa 101’de geçen “derebtum” kelimesini “seferi” yerine “gaza” diye çeviriyorlar. Oradaki kelime gaza değil  “sefer”  dir.  Yani yolculuk durumu, bir şehirden başka bir şehre gitmek de bir “sefer”, yolculuk durumudur. "Namaz, sefer halinde kısaltılır" Sefer, yolculuk halidir ki savaş ve eşkiya korkusu da buna dâhildir. Nitekim Nisa süresi 101. ayette şöyle denilmektedir:
“Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır”.
Ayete iyice bakılırsa Allah, yolculuk (seferi) durumunda namazınızı kısaltın yani iki rekât olan namazınızı bir rekât olarak kılın diyor. Ve bu şekilde namazı kısaltmanız yüzünden de herhangi bir günaha girmeyeceğimizi söylüyor. Yani iki rekât olan namazı bir rekât olarak kısaltmanız yüzünden içiniz sıkıntıya girmesin ya da aman zaten 2 rekât namaz neyini kısaltayım demeyin diyor ayet. Çünkü Allah seferi iken namazınızı kısaltın diyor. Aksini yapmak Allah’a alternatif oluşturmak demektir. Bu nedenle yolculuk durumunda mutlaka namazlarınızı kısaltın ve tek rekât olarak kılın.
[Yaya olarak 80 km-8 saat ya da uçarak-ya da herhangi bir vasıtayla 8 saat yapılan yolculuklarda, hasta-rahatsız olduğumuzda ve de herhangi tehlike-tedirginlik sırasında SALÂTI İKAMET EDERKEN namazı iki rekât (re, iki anlamına gelir) KILAMAYIZ yani bir kez kıyam, bir kez rüku, bir kez secdeteyn (iki secde) yapmamız gerekir (Nisa 4/101). Birisi kalkıp da ben seferi durumda ya da yukarıda belirttiğimiz zor şartlar altında iken bile iki rekât kılmak istiyorum demekle; Allah'ın "O size DİNde zorluktan bir şey bile kılmadı" Hac 22/78 ayetini umursamamış olur ki, bu da Allah’a karşı çıkmak demek olur].
Bu  ayetlerin  açıklamaları  ışığında  diyebiliriz  ki  namaz  “ÜÇ VAKİT” tir  ve  her namaz ikişer rekâttır.
Allah (cc), Nisa 103’te namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah’ı anın diyor (Dikkat ederseniz, ayette yer alan salât, namaz değil dua anlamına gelmektedir). Allah’ın en çok sevdiği şey "kapısının" çalınmasıdır. O da dua ile olur. Allah salt namaz kılıp (ekıymetüssalat) ardından kapı çalmayanı (salât) kibirli sayıyor. Bu çok önemli bir sırdır. Lütfen aklınızda tutunuz. “Ekıymetüssalat”, Allah’a borcumuzdur. Siz namaz kılarak aslında borcunuzu ödemiş oluyorsunuz. Ama kapı çalmak (dua etmek, önce hak eden müminlere, anne- babaya ve son olarak da kendine), dua etmek... İşte bu Allah’ın çok sevdiği bir şeydir. Hızır bile "Rabbim ilmimi artır, diyenlerin ilmini artır ve sayılarını artır ve de Makamı Hızıra komşu eyle” diyor bir duasında... Allah mekânımızı Sabıkun, makamınızı Mukarrebun kılsın.
Bakara 153: Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.
Kaderi/Levhi Mahfuz=ana kitabı etkileyen şey şudur: DUA (kişisel içerikli dua) ve Salât (toplum içerikli dua) ile seslenmek. Allah Mucib’dir. HER DUAYA (ve de bedduaya) İCABET edicidir. Merciidir. Hayır ve şer dileyen herkese her dileğini mutlaka verir. Örneğin İblis, âdemoğullarına can düşmanı olmayı dilemiştir. Ve El Mucib olan Allah bu dileğini ona vermiştir. Şer dilemiştir... Oysa hayr dileseydi halen Cennette kalıyor olacaktı. YANİ kendi kaderini, DUA (ve/veya beddua) ile değiştirmiştir. Nuh hep Rabb’ini anmıştır, zikretmiştir ve tesbih etmiştir ama dua etmemiştir insanlığa, tam tersine BEDDUA etmiştir ve bedduası kabul olmuştur. Yani KADERİ etkileyen zikr değil; niyetlerimiz (suiniyet ve hüsnüniyet) DUALARIMIZDIR.
Hızır Levhi Mahfuza ÇIKAN duaların tümüne operatördür. Yani kaderi değiştirme fonksiyonlarını yerine getirir (Kaderin değişmesi de KADERDİR bunu unutmayalım. Kader EN SONUNCU HALİYLE kaderdir). Şu anda yazılı kaderiniz HER AN DEĞİŞEBİLİR. Evlat istersiniz GELİR. Hayırlı evlat isterseniz belki elinizdeki HAYIRSIZ olabilecek evlat ÖLÜR, yerine hayırlı evlat gelir (neyin HAYIR neyin ŞER olduğunu KULLAR bilemezler). Bu şekilde KADERİNİZ değişir.
[Kader, Allah’ın her şeyi önceden bilmesi/görmesidir. Allah, bulunduğu mekân itibariyle her şeyi kuşatmıştır. O bir odadaki buhar gibidir. Hem odanın kendisi, hem odanın dışı hem de odanın içindeki buharın kendisidir. O her şeye nufuz etmiştir. Her şeyi kuşattığından ve bulunduğu mekân açısından her şeyi önceden gördüğünden/bildiğinden varolan her olsasılığı hiçbir şeyi eksik bırakmaksızın yaratmıştır (Hologram teorisi). Biz kendi kaderimizi yine kendi özgür irademizle seçiyoruz, Allah’ın bu noktadaki fonksiyonu seçtiğimiz kaderi/yolu bizim için yaratmasından ibarettir. Çünkü insan termodinamiğin birinci yasası gereği yoktan hiçbir şey yaratamaz. Sadece düşünerek, idrak ederek, özgür iradesiyle yaratılmış olan sonsuz yollardan birini seçer. Ve seçtiği o evrene bağlı bir Bing Bang ile kendi hayatını yaşar. Yani kader kendi elimizde ve direksiyonu istediğimiz yere kırmakta özgürüzdür.]
DUA ALLAH’adır. Uluları erenleri rahmetle anın ama SAKIN onları ALLAH ile aranıza sokup, ELÇİ gibi dilemeyin. Allah sonsuz LAİK olduğundan, araya tavassuf diye soktuklarımızdan ve sokanlardan TİKSİNİR. Hanif bilincinde Allah’tan isteyiniz ve SABR ediniz gelecektir. Sabır son derece önemlidir: Yazın ortasında KAR yağsın diye istemek de hakkınız ama... Kış gelince bu duanız kabul olur ki Allah dilemezse kutba bile kar yağmaz. O dilemezse bir yaprak dahi kımıldamaz. Zaten ateist ve teist arasındaki FARK/furkan da budur. Ateist: "Nasıl olsa kışın kar yağar" diye mantık yürütür. Bilmez ki Merkür’e kar yağmaz! Bilmez ki evren -270 santigrat derecelerde olup, değil kar yağmak BUZ TUTMUŞTUR, ama haberi yoktur.
Sadece Allah(cc)’tan yardım isteyin ve şu ayetleri aklınızdan çıkarmayın:
Şura 46: Onların Allah'tan başka kendilerine yardım edecek velileri yoktur. Allah'ın saptırdığı kimse için artık hiçbir yol yoktur.
Kehf 102: Küfre sapanlar, beni bırakıp da kullarımı veliler edineceklerini mi sandılar. ...
Meryem 81: Kendilerine onur ve destek olsunlar diye Allah dışında ilahlar edindiler.
Ankebût 41: Allah'tan başkalarını veli edinenlerin durumu, bir yuva edinen dişi örümceğin durumuna benzer. Ve yuvaların en zayıfı elbette ki dişi örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi!
Zümer 3: Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır. O'ndan başkalarını veliler edinerek, "Biz onlara, yalnız bizi Allah'a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz" diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.
Şura 6: O'nun dışında veliler edinenlere gelince, onlar üzerinde gözcü de Allah'tır.
Şura 9: Yoksa O'ndan başka veliler mi edindiler? Allah! O'dur gerçek dost. ...
Atalarımızın dinini bırakıp, Allah(cc)’un gerçek dinine girelim ve Kur’an’a hakkıyla inananlardan olalım. Kur’an’a ve Allah’a gerçekte inanmayan ailelerimize bolca dua edelim. Unutmayalım ki Allah, "Ya ebeveynleriniz hiçbir şeye akıl erdiremeyenler olsa da mı onlara uyarsınız?" (Bakara 170) diye soruyor. Yapacak bir şey yok. Birçok ebeveyn mevlide de inanır, Telli Baba’ya da, türbeye mum yakmaya da… Buna bir çare yok... Tören ve ayini seviyorlar… Muharrem de aşure, kandillerde helva dağıtmayı... (Sadece Kadir gecesi kandildir, diğerleri değil). Onlar için edeceğimiz duaların karşılığında, YAKINLARI kılığındaki melekler gelecektir. Mesela anneannenin annesi gibi... "Artık Allah’ın yanına geliyorsun, şunlar YANLIŞ idi... Allah sana TEVBE ETMEN İÇİN AZ BİR SÜRE VERDİ. Hayır hasenatların ve torunun duası ile sen bu tevbeyi getirirsen hakkında hayırlı olacaktır" denecektir. Hâşâ-Allah ZALİM değil; Allah Zalimlere karşı Kahhar ve Müntekimdir.
Şehleri, hocaları, gavsları vb.leri aradan çekin ve sadece Allah(cc)’un ipine yapışın. Dini bölenler ve Allah’a şirk koşanlar gibi olmayın. Unutmayalım ki Peygamber(as) da dini inen vahiyler sonucunda direk Kur’an ‘dan öğrenmiş ve ashabına da bunları öğretmiştir.
Dini emirlerin bir kısmının Kur’an’da bulunmadığını iddia etmek, Allah(cc)’un Peygamber(as)’a bildirmiş olduğu dini eksik bir şekilde vahyettiğini iddia etmek olur ki; bu da Peygamberin dahi dini gerçek manada bilmediğini kabul etmek olur. Bu düşünce de “Biz O’nda hiçbir şeyi eksik bırakmadık” diyen Allah(cc)’un ayetine karşı çıkmak demek olur ki, bu da kâfir olmakla özdeştir.
Peygamber(as) dini, inen vahiyler sonucunda öğrenmedi mi? O vahiyler, Kur’an’ın kendisi değil mi? O halde bazı dini emirlerin Kur’an’da olmadığını iddia etmek ya da Allah(cc)’un ayetlerinin sadece belli bir sınıfa (ruhban grubu; müceddid, gavs, şeyh vb.) ait insanlar tarafından anlaşılabileceğini, O kişilerin sadece Kur’an hakkında konuşma, düşünme ya da fetva verme yetkisine sahip olduğunu iddia etmek, ruhbanlık kurumunu kabul etmek demek olur. Bu da;
Zuhruf 44: Doğrusu o Kur’an, senin içinde, kavmin içinde bir öğüttür ve siz de ondan sorguya çekileceksiniz.
Bakara 99:  And olsun ki Biz sana ap açık ayetler indirdik.
Fussilet 2-4: Bu kitap, bilen bir topluluk için Allah’ın rahmetiyle müjdeleyici ve Onun azabından sakındırıcı olmak üzere, ayetleri açıklanıp ayırd edilmiş Arapça bir Kur’an olarak Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirdiler; artık hakka kulak vermezler.
Zümer 27: And olsun ki Biz bu Kur’an’da, güzelce düşünüp öğüt alsınlar diye insanlar için her türlü misali verdik.
En’am 38: Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.
Maide 15: …Gerçekten size bir nur ve hakkı ap açık bildiren bir kitap gelmiştir.
Maide 16: Allah, Kendi rızasına uyan kimseleri o kitap vasıtasıyla selamet yollarına eriştirir, İlahi izin ve iradesiyle onları inkâr karanlıklarından çıkarıp iman nuruna kavuşturur ve dosdoğru bir yola iletir.
Diyen Allah’ın ayetlerine karşı çıkmak olur ki bu da kâfirlikle özdeştir.
Kur’an’ın sadece hadislerle anlaşılabileceğini iddia eden ve bu hadisleri de Peygamberin(as)’ın sünnetiymiş gibi kabul eden bir zihniyet de apaçık bir şekilde Allah(cc)’ın ayetlerine karşı gelmiş, Allah(cc) ve Peygamber(as) adına yalan uydurmuş olmaktan öteye geçmez. Nitekim Peygamber(as) Kur’an’da yazılı hiçbir emrin dışına çıkmamış ve Kur’an’a harfiyen uymuştur; ne bir eksik ne de bir fazla. Aksini iddia etmek şöyledir ki; Peygamber(as) adına uydurulan tüm hadisler, O’nun kıldığını iddia ettikleri, Kur’an’ın belirttiği farz namazları dışındaki tüm namazlar ya da sünnetlerdir. Bu düşünceleri, Kur’an ‘da olmadığını bilerekten kabul etmek (Kur’an’da belirtilen bu yalanların hiç biri yok ) ve bile bile insanların ortaya atmış oldukları bu iftiraları bir dini inanç olarak savunmak (Kur’an’daki ayetleri hiçe sayarak) gafletin ta kendisidir.
İnsanların dini konularda daha bilinçli olması ve Allah(cc)’un kitabını daha dikkatli bir şekilde okuması gerekmektedir. Nitekim Karbela olayından sonra Hz. Ali, Hz.Hasan, Hz. Hüseyin ve sahabenin tamamı Muaviye’nin emriyle öldürülmüş ve din,  siyasete alet edilerek uydurma hadisler, Yahudi ve Hıristiyan din adamları, Ebu Süfyan, Muaviye, Yezid gibi, Peygamber(as) ve O’nun ashabına düşman olan kişiler tarafından bozguna uğratılmıştır. (Sahabeleri, Hz. Ali’yi, Peygamber(as)’ın iki gözü olan torunlarını öldüren o kişilerden o münafıklardan ne beklenirdi ki?). Bu dönemden sonra din içten ve dıştan fitnelerle yıkılmış ve gerçek din öldürülmüş, Kur’an eksenli din anlayışından kul eksenli din anlayışına geçilmiştir.
Muaviye-Yezid gibi münafıklar, Emevi ve Abbasiler döneminde de, insanları yönetmek ve iktidar hırsı gibi nedenlerle, uydurma hadisler ısmarlamışlardır. Bu şekilde, hem kendi düşüncelerini hadis kılıfı altında insanlara kabul ettirecek hem de kendi saltanatlıklarının devamını sağlayacaklardı. Bu ısmarlama hadisler, özellikler Hıristiyan ve Yahudi din adamları tarafından ortaya atılmıştır. Neden ise; savaşla yok edemedikleri İslam dini hadis fitnesiyle içten parçalamaktı. Buhari ve Müslim’in hayatlarına bakın bakalım. Müslüman olduklarını görebilecek misiniz? Kur’an değiştirilemeyeceğinden, dini bozmanın en iyi yolu fitneler üretip dini parçalamak ve insanlar arasında ayrılıklar doğurmak olacaktı. Bu şekilde din parçalanmış ve hakikat ortadan kalkmış olacaktı. Bunu nasıl başaracaklardı. Tabi ki uydurma hadislerle… Düşünün bakalım Peygamber(as) neden hadis yazılmasını yasaklıyor, neden dört halife zamanında bu vasiyete uyuluyor ve ondan sonra bu vasiyet çiğneniyor, neden en çok hadis rivayet edenler, peygambere en yakın olan kişiler değil… Bir düşünün bakalım… Evet, oyuna getirildik… Kandırıldık… Peygamber daha ölüm döşeğinde iken başlayan ayrılıklar, şimdi tamamıyla bozuk bir din anlayışını bize miras bırakmıştır. Sonraki dönemlerde ortaya çıkan bazı şahsiyetler tarafından, bozuk olan din anlayışı bir sistem etrafında toplatılarak daha düzenli bir din anlayışına gidilmiştir. O şahsiyetlerin topladıkları ya da öğrendikleri hadislere, bakış açıları da şimdiki mezhep inanışlarını ortaya çıkarmıştır. Yani, Allah(cc)’un Peygamber(as)’a bildirmiş olduğu emirler, hadisler ışığında farklı anlamlar almış ve yeni dini inanışların (mezheplerin=insan kaynaklı dini inanışların) ortaya çıkmasına neden olmuştur. O şahsiyetlerin en büyük hatası ise dini anlamada sadece Kur’an’ı referans alınması gerektiğini bilmemiş ya da anlamamış olmalarıdır.
Şu anda Türkiye’de en yaygın mezhepler; Şafii, Hanifi, Maliki ve Hanbelî mezhepleri olup bu mezhepler hak mezhepler olarak algılanmaktadır. Neden peki? Çünkü insanların çoğu bu mezheplerden… Şu anda Mekke-Medine toprakları Mu’te nikâhına inanan ve Kur’an’a göre tamamıyla sapık bir inanış olan Vahhabilikle (İngilizler tarafından oluştuşturulmuştur) yönetilmektedir. Neden? Çünkü çoğu insan orada o mezhebe inanmaktadır. Peki, hiç düşündünüz mü sizin inanışınızın Kur’an’da yeri nerede diye?
Kul kelamına dayanan hiçbir şey hatasız olamaz. Bir inanış sadece ve sadece Allah(cc) kelamına dayanıyorsa saftır ve tam anlamıyla gerçekçidir. Ve de unutmayalım ki, Allah(cc)’un emirleri kesindir, olasılığa dayanmaz, çelişki içermez, parçalanmaz ve mezheplerde olduğu gibi de mezhepten mezhebe de değişim göstermez. Emir ne ise odur yoruma gerek bırakmaz. Allah(cc)’un Peygamber(as)’a bildirdiği din, insanların eliyle bozguna uğratılmıştır. Dinde olmayan birçok emir dinin emriymiş gibi gösterilmiş, Kur’an kaynaklı din anlayışından, Kul anlayışlı din anlayışına gidilmiştir. İşte bu gerçekten dolayı mahşerde Peygamber(as) bize şu şekilde seslenecektir;
Furkan 30: Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur'ân'dan ayrıldı (Kur'ân'ı terketti).” dedi.
İşte bu ayet, şu andaki din anlayışımızın ne kadar yanlış olduğunun bir göstergesidir. Bu yazılanlara rağmen, hala tarikat ve mezheplerin hak olduğunu, dini anlamanın tek yolunun Kur’an ile birlikte hadisler olduğunu iddia ediyorsanız, aşağıdaki ayetleri tekrardan okuyup üzerlerinde bir daha düşünün.
Maide 15: …Gerçekten size bir nur ve hakkı ap açık bildiren bir kitap gelmiştir.
Maide 16: Allah, Kendi rızasına uyan kimseleri o kitap vasıtasıyla selamet yollarına eriştirir, İlahi izin ve iradesiyle onları inkâr karanlıklarından çıkarıp iman nuruna kavuşturur ve dosdoğru bir yola iletir.
Ali İmran 103: Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın.
Ali İmran 105: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.
Ali İmran 106: O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara: "İmanınızdan sonra küfrettiniz ha? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın".
En'am 159: Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara yapıp ettiklerini haber verecektir.
Müminûn 53: Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli kitaplara ayırdılar. Her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir.
Rûm 32: Onlardan ki, dinlerini parçalayıp fırkalar haline geldiler. Her fırka kendi elindekiyle sevinip övünür.
Mü’minun 52: İşte bütün bu peygamberlerin getirdikleri din, tek bir dindir ki, o da sizin dininiz olan İslamdır…
Enbiya 92 : İşte bütün bu peygamberlerin getirdikleri din, tek bir dindir ki, o da sizin dininiz olan İslamdır….
Enbiya 93: Fakat insanlar tevhid dinini parça parça ederek aralarında ihtilafa düştüler…
Enam 161: De ki: Muhakkak Rabbim beni İbrahim'in doğru yoluna dosdoğru olan Hanif dinine iletti.
Yunus 105: Ey Resul! De ki: Ayrıca yüzünü Hanif dininden ayırma ve sakın ortak koşanlardan olma diye emrolundum.
Hac 31: ...Allah'a Hanif olarak muhatap olun, habis ortak koşmalardan kaçının. 
Nahl 120: Doğrusu İbrahim Hakk'a yönelen bir kurucuydu. O Hanif idi. 
Nahl 123: Ey Resul! Sana Hanif ol, İbrahim'in dinine uy diye vahyettik.
Beyyine 5: Hâlbuki onlar yalnızca Hanif olmak üzere, dini sadece Allah' a has (özgün kılarak, mezhep imamlarına, şeyhlere, kullara vb. has kılmayarak), Allah'ı bilmekle, salâtı ikame etmekle ve zekât vermekle emrolunmuşlardı. En dosdoğru ve gerçekçi din de işte bu Haniflik'tir.
Yunus 30: Sen artık yüzünü hakka yönelmiş Hanif dine dön ki, Haniflik Allah'ın mayasıdır. İnsanları o maya üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında hiç bir değiştirme ve değişiklik bulunmaz. İşte En doğru ve en sağlam din Haniflik'tir; fakat insanların çoğu bilmezler.
Yunus 43: Allah katından geri çevrilmez bir gün gelmezden önce, yüzünü Hanif dinine çevir. Ki o gün insanlar bölük bölük ayrılırlar.
Evet ey inananlar bölük bölük (mezheplere, tarikatlara) ayrılmış olduğumuz bu günlerde Allah(cc) dinine uymak, dini sadece Allah(cc)’a has kılmak (şeyhlere, mezhep imamlarına, gavslara vb değil) ve dini anlamak için sadece Kur’an’ı referans almamız gerekmez mi? Sizce bu şekilde yapmazsak Kur’an’a gerçekten uymuş, Allah(cc)’un emirlerini yerine getirmiş olur muyuz? Sizce Kur’an’a uymazsak Müslüman olur muyuz?
Ayetlere inanmayacak, onlar üzerinde düşünmeyecek, onların gerçekliğini sorgulayıp-kabul etmemekte direnecek miyiz? Atalarımızın kabul etmiş olduğu yanlışlıkları biz de mi kabul edeceğiz?
Fussilet 2-4: Bu kitap, bilen bir topluluk için Allah’ın rahmetiyle müjdeleyici ve Onun azabından sakındırıcı olmak üzere, ayetleri açıklanıp ayırd edilmiş Arapça bir Kur’an olarak Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirdiler; artık hakka kulak vermezler.
Bakara 170: Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?
Maide 104: Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse?
En’am 148: Şirk koşanlar diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne atalarımız ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de, bizim zorlu-azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki: "Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz ancak "zan ve tahminle yalan söylersiniz.”
Şuara 74: “Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk."
Ahzap 67: Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler.
Zuhruf 22: Hayır; dediler ki: "Gerçekten atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu biz onların izleri (eserleri) üstünde doğru olana (hidayete) yönelmiş (kimse)leriz."
Kur’an, dinin emirlerini içeren bir kitaptır. Peygamber de dini inen vahiyler sonucun da Kur’an’dan öğrenmiş ve hal ve hareketleriyle bize öğretmen olmuştur. O’nun söylediği hiçbir söz Kur’an’a aykırı olamaz. Bu durumda, Kur’ana aykırı olan bir söz de O’na ait olamaz. Çünkü O nefsinden konuşmaz. Gelecekte yaşanacak fitneyi Allah(cc) izniyle önceden bildiğinden hadis yazılmasını yasaklamıştır. Bu durum 4 halife zamanında da devam etmiştir. Ancak Muaviye dönemi ve ondan sonraki dönemlerde hadisler yazılmaya başlanmış ve uydurma hadislerle birlikte de din bozulmuştur.
Unutmayalım ki, Allah(cc), Kur’an’ın değiştirilmeyeceğinin (Kehf 27) garantisini vermiştir, din ise insanların eliyle bozulmuştur. Allah (cc) Kur’an da Yusuf Süresi 111’de “Bu Kur’an, udurulabilecek bir söz (HADİS) değildir” diyerek gelecekte çıkacak bu fitneyi önceden haber vermekteydi. Ancak insanlar, Allah(cc) tarafından sınanacaklarından dolayı Allah(cc)’ın ayeti hak oldu ve insanlar şu anda “O’nun sözlerine mi yoksa uydurulan o hadislere mi inanacaklar” sınanması içerisindeler. Nitekim Bakara214: Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Ayeti de önceki ümmetlerin başına gelen, fitnelerle dinin bozulması durumunun, başımıza da geleceğini söylemektedir.
Kur’an değiştirilemediğinden ve yeni peygamber gelmeyeceğinden dolayı bu fitneden kurtulmanın tek yolu Allah(cc)’un kitabına sımsıkı sarılmaktır. Çünkü insanlar tarafından yazılmış her şeyin bozulmuş, değiştirilmiş olma ihtimali her zaman vardır. İnsanların hata yapma, yanlış yapma ihtimali her zaman vardır. Ancak Allah(cc), Kur’an’ın değiştirilmeyeceğinin garantisini vermektedir ve Allah(cc) asla hata yapmaz, yanlış söz söylemez.
Bir düşünün bakalım. Hz.Muhammed(sav)’in mezhebi neydi? Hangi mezhebe sahipti? Hangi tarikattan dı?
Ali İmran 103: Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın.
Ali İmran 105: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.
Ali İmran 106: O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara: "İmanınızdan sonra küfrettiniz ha? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın".
En'am 159: Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara yapıp ettiklerini haber verecektir.
Müminûn 53: Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli kitaplara ayırdılar. Her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir.
Rûm 32: Onlardan ki, dinlerini parçalayıp fırkalar haline geldiler. Her fırka kendi elindekiyle sevinip övünür.
Ayetleri gereği Allah(cc) Müslümanların parçalanmasını yasaklamış mezheplere, tarikatlara bölünmeyin uyarısını yapmıştır. Mademki; peygamber (as)’ı taklit etmek onun sünnetine uymak istiyoruz, o zaman mezhepleri, tarikatları bırakıp O’nun getirdiği ve O’nun yaşadığı İslam’a uymamız gerekmez mi? O’nun gibi mezhepsiz, O’nun gibi tarikatsız olmamız gerekmez mi?
O’nun şeyhi kimdi? O’nun mürşidi kimdi? O’nun veli’si kimdi? O’nu yetiştiren, O’na yol gösteren her şeyi O’na öğreten Allah (cc) değil midir? Allah(cc), O’nu Kur’an ile eğitmedi mi O’na her şeyi vah yettiği Kur’an aracılığıyla öğretmedi mi? Peki O Kur’an’ın kendisi ise; neden Kur’an’ı referans alıp sadece Allah(cc)’un ipine sarılmıyoruz.
Ali İmran 103: Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın.
Şehlerin, mürşidlerin uzatmış oldukları ipe değil Allah(cc)’un ipine tutunun, günahlarınızı sadece O bağışlayabilir. Zilzal süresi 7,8 ayetleri gereği hiçbir şeyh hiçbir insana yardım edemeyecektir. İnsanları, cübbeleri altında cennete geçiremeyecek, sırattan kurtaramayacaktır. Bu Allah(cc)’un vaadidir.
Zilzal 7: Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir”.

Zilzal 8: Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir”.
Yani her koyun kendi bacağından asılacaktır.
Zümer43-44: Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçılar mı edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (Şefaatçı edineceksiniz)? De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.
Bakara 123: Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.
Bakara 254: Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün  (kıyamet)  gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette zalimlerdir.
En’am 51: Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belkisakınırlar.
Araf 53: Kitabın haber verdiği sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, "Rabb’imizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat etsin  yahut geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek" derler. Doğrusu kendilerini mahvetmişlerdir, uydurdukları şeyler onları koyup kaçmışlardır.
Bakara 48: Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz;  hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.
Zümer 44: De ki:  Bütün şefaat Allah’ındır.   Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra Ona döndürüleceksiniz.
Görüldüğü gibi Şefaat pazarlaması üzerine kurulu mezhepçi taassup ve tarikatların aksine, ayetler bir tek şey söylüyor:  ALLAH’TAN BAŞKA ŞEFAATÇİ YOKTUR.
Eş Şafii (AL Şufi, EL Şafi ya da Şifa kökünden gelen Şufa da deniyor), Allah’ın 114 adından biridir.  Şifa veren, şifa dağıtan, yegâne şefaat eden tek güç, derde derman ve deva olan, ŞUFU ve şefaat eden anlamlarına geliyor. Yani Veli gibi o da Allah’ın adıdır. "Allah’tan başka SİZE KİM şefaat edecektir?"; "Haydi bakalım getirin o şefaatçilerinizi de şefaat etsinler!", gibi ayetlerden ALLAH’IN adının Şifacı olduğunu ve eylemin adının da Şefaat olduğunu anlıyoruz.
(Kur’an’da 114 Açık ESMA ve 137’ye kadar da GİZLİ ya da sıfat isim vardır.  Hennan, Mennan, Dehean, Sereiul Hısab, Settar, İlahinnas, Nurün alanur vb. gibi… Hadislere göre ise; "Allahın yüzden bir eksik=99 güzel adı vardır. Kim onları ezberlerse sorgusuz Cennete girecektir". Şimdi soruyoruz: 99 isim Esma ül Hüsna Allah’ın güzel isimleridir de Kur’an’da geçen ve Allah’ı tanımlayan şu isimler, Hennan, Mennan, Dehean, Sereiul Hısab, Settar, İlahinnas, Nurün alanur çirkin isimler mi? Bunlar Allah’ın güzel isimleri değil mi? Rabb ve Yahu (Ya Hüve) bile Allah’ın adıdır. Allah’ın övündüğü isim olan “Seriulhısab=Çok çabuk hesap gören” bile Hadis yüzünden çıkarılıp atılmış ve hadisleri doğru çıkarmak adına Esma ül Hüsna 99’a tamamlanmıştır. Şimdi soruyoruz: Kur’an’a mı inanalım yoksa Buhari ve Müslime mi?)

Arş düzdür (Ahiret hayatında yuvarlaklık yok. Ahiret hayatı bir ÖKLİD uzaydır). SİDRE (Cennet’lerin yer aldığı yer) DÜZDÜR, direkler (aks) DÜZ VE DİKTİR. Yani verilen bir noktadan (Direk) mahşere (bir paralele) bir tek paralel çizebilirsiniz. Eğer orası yuvarlak olsaydı: Başı ve sonu BİRLEŞİRDİ. O durumda ÖMÜR olurdu, SONSUZ HAYAT OLMAZDI! Yani yine ölümlü olurduk. Artık yuvarlak gök açılacak. Yuvarlak Dünya ve Güneş de dümdüz uzatılacak. Cehennem’in aydınlığı kızıl ateşinden menkuldür. Cennetin serin aydınlığı ise ARŞ’ın NURUNDAN menkuldür. Mahşer ise karanlıktır. Ancak Güneş başımıza uzatılınca ve Cehennem çekilerek yaklaştırılınca AYDINLIK olacaktır. O ana kadar mezardan mahşer alanına karanlıkta ve sürünerek gideceğiz. İyiler için Tarık (Kendine ışıma, kendini aydınlatma) yetisi verilecek yani ayakta olacaklar. Kötüler ise sürünecekler yani TARIK ışıması olmayacaktır. Derken bir aydınlık yaklaştırılacak. Daha doğrusu Cehennem Zebanilerin elinden kaçmış saldırmaktadır. Olmaz olsun öyle aydınlık!!! Cehennem’i zor dizginlerler, durdururlar (düşünsene bir süpernovanın göbeğindesin)... Ve nihayet insanlar mahşere, göbeğe toplanırlar. O zaman güneş AÇILIP başımıza konur. Olmaz olsun öyle Güneş! Yanıyoruz, beyinler kaynıyor!
Koşarız cami imamı tanıdığımıza, koşarız şeyhimize, koşarız evliyaya, koşarız resullere ve Resulullaha. HERKES SİZİ KOVAR: "Git başımdan ben kendim şefaat arıyorum kendim için" diye... ALLAHTAN BAŞKA SİZE KİM ŞEFAAT EDEBİLİR? Şefaat ya Resulullah! ALLAHTAN BAŞKA BİZLERE KİM ŞEFAAT EDEBİLİR? İyi ama dememiş miydi Resulullah, "İlla da ümmetim illa da ümmetim, şefaat edeceğim". "Şimdi kendisi şefaat arıyor. Yahu bizi ketenpereye mi getirdiler!". Mahşerde böyle bin yıl düşünüp duracağız. Resulullah dahil tüm elçiler ŞEFAAT BEKLİYOR olacaklar. BİN yıl dile kolay... Ve yine bu kez size soruyorum: ALLAHTAH BAŞKA KİM ŞEFAAT EDEBİLİR? Şefaat tümden Allah’ındır. Evet Allah’ımızındır. Çünkü Rabbimizin adı EŞ-ŞAFİYdir/Şifa veren, şefkatle şefaat eden... HİÇKİMSEYE, ALLAHTAN BAŞKASI ŞEFAAT EDEMEZ. İbrahim’e, Hızır’a, İsa-Musa-Muhammed efendilerimize... SİZE ŞEFAAT OLARAK ALLAH YETER!
Şimdi sanki “Allah’tan başka şefaatçiler varmış” gibi algılanan ayetlerin gerçekte ne anlama geldiğine ve gerçekte ne anlatmak istediğine bakacak olursak:
Yunus 3: Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hala düşünmüyor musunuz?
Bakara 255: Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.
Enbiya 28: Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler!
Taha 109: O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.
Meryem 87: Rahman’ın katında ahid almışların dışında şefaate malik olmayacaklardır.
Müddessir 48: Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez.
Necm 26: Allah, dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz.
Allah evreni bir kez yarattı ve karışmıyor artık (yerçekimi hep yanı, zaman hep ileri akıyor vb. yani değişmiyorlar). Bu gerçekten doğru (Afakta böyle) ama şu Hablil verid var ya, onun içindeki "7 açılmamış boyutun kıvrılı kaldığı tünel"… Oradan ALLAH nefse/ruha/bireysel olarak, bizlere karışıyor. Dualarımıza icabet ediyor ve kaderi değiştiriyor. Allah, LAİKtir. Kulu ile arasına ŞEFAAT dâhil hiçbir şeyi ve vesileyi sokmaz... Ancak bir tek şeyi sokar: DUA. Müminin mümine olan duası, sadece o "ŞEFAAT" makamı yerine geçer. O LAİK kanala, sadece o dua girebilir. Hüsnü Duanın tersi ise BEDDUAdır ve Beddua O kanala girmez... O "KUL HAKKI" olarak ya da iftira olarak defterde yazılıdır. Ama dua var ya... İşte o dua çok önemlidir...
İşte ayetlerde belirtilen, “izin verdiği-sözünden hoşlandığı vb. kişilerden başkası şefaat edemez“ ifadesiyle anlatılmak istenen budur. Yani Müminin mümine olan duası bir şefaat kapsamıdır. Allah, bu dualar vesilesiyle dua edilen kişiye şefaat eder. Yani insanların direk kendileri şefaat etmiyor ya da şefaatçi olmuyorlar. Çünkü Eş-Şafii Allah’ın bir adı olup kimse bu adı alıp Allah ile adaş olamaz.  Nitekim; Zümer 43-44’de “Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçiler mi edindiler?... De ki:  Bütün şefaat Allah’ındır…”  buyrulmaktadır. Aksini iddia etmek, Allah’tan başka şefaatçiler olduğunu kabul etmek, Allah’ın kendisiyle çeliştiğini ima etmek olur ki, buda en büyük şirktir.
Ayrıca, Meryem 87. ayete baktığımızda;  “Rahman’ın katında ahid almışların dışında şefaate malik olmayacaklardır” ibaresiyle de cennette dahi devam eden bir şefaatin olduğunu görürüz. RAHMAN Suresi, biliyorsunuz CENNETLERİ anlatır. Bir kişi düşünün cennete gidebilmesi için tek bir sevaba ihtiyacı var. O kişiye, “git, ara” denir. Eğer bir sevap bulup getirebilirsen cennete girebilirsin denir (Bunun temel nedeni şudur: Allah çok merhametli olduğundan, insanları affetmek için bahane arıyor. O kişiyi bu şekilde arayışa sokuyor ki olada bir insan kendi sevabından vazgeçip, o insana vermeyi nefisine yedirirse, o vesileyle o da cennete gitmiş olacaktır. Bu şekilde Allah şefaatını bu iki kişi üzerinde kullanmış ve her ikisini de affedip cennetine almış olacaktır). O insan sevabı bulur. Sonra Cennet kapısında o insana şöyle seslenilir: "Sizi buraya gönderen günahkar demişti ki: "Bu bir tek sevabım var, o da bana fayda etmez. Madem günah ve sevabın denkti ve benim verdiğim tek sevap senin lehine olsun, senin olsun”. İşte CENNETe bu yüzden giren ve diğerinin sevabını almış kişiye denir ki, "GİT VELİNİMETİNİ, O CÖMERT İNSANI DA AL GETİR CENNETE"... Ve Gider onu alıp getirir, birlikte cennete girerler.
Meryem Suresi 87. ayet bu anlamdadır. Çünkü ayette, RAHMAN KATINDA diyor. Esfeli safilin >>> Dünya yani Mahşer demiyor, SİDRE katında diyor... Bunun anlamı şu: ALLAH ŞEFAAT ETMİŞ ve kullarını Cennet’e almıştır. ŞİMDİ Cennetlik, artık gidip o Cehennem’e giden en umutsuz Müslümanı ALIP GETİRİR… Yani ALLAH ŞEFAATİ mahşerdedir... VE ŞEFAAT TEK ALLAH’TANDIR!
Buda Ahirette dahi devam eden bir SINAVIN olduğunu gösterir. İyimiz iyi, kötümüz kötü olarak nasıl öldüysek kaldığımız yerden aynı bilinçle devam edeceğiz.
Birisinin terazide tartısı küçük bir farkla Cehennem’e eğiliyor. O kişi kendini kurtaracak bir TEK milimetrik SEVAB istiyor, arıyor mahşeri, dört dönüyor. Arkadaşları, anne-babası "Bize lazım olacak veremem" diyorlar. Öte yanda ise bir kere “La ilahe illallah” demekten başka hiç bir iyiliği olmayan biri var. O diyor ki, "Gel kardeşim, benim bir tek sevabım var, o da bana hayretmez al senin olsun!". Senin olsun diyor ve Sırat’tan Cehennem’e düşüyor. Bizimki çok sevinçli: Sevabı koyuyor terazi Cennet’e asansör gibi çıkıyor yukarıya. Cennetine giriyor. Ama kapıda bir engel: "Sen buraya giriyorsun ama kimin sayesinde buraya geldin?". "Bir iyi insan sayesinde tek sevabını bana verdi". "O Allah’a BORÇ verdi. Allah sonsuz Rahimdir. Git ve o kardeşini elinden tut getir. Bu Cennet onunki, seninki yan kapı". Adam gider ve Cehennem’de avaz avaz yanan kişiyi alır. Getirir ve Cennete koyar. İkisi de Allah’a şükrederler. Ve bunu nasıl öderiz derler? Rabb’im der ki: "Şefaat yetkimi birbirinize kullandım". Bilmeden birbirinize şefaat ettiniz. İkiniz de CEHENNEM’EDEN çıktınız. Rabb’im merhamet etmek için zerrece (fotoncuk kadar) iyiliği AFFETME/Şefaat etme bahanesi ediniyor.
Görüldüğü gibi Allah’tan başka bir şefaatçi yoktur. Ayetlerde bahsedilen “izin verdiği-sözünden hoşlandığı vb. kişilerden başkası şefaat edemez“ ifadeleri yukarıda bahsettiğimiz olayları anlatmaktadır. Yoksa mezheplerin ya da tarikatçıların belirttiği gibi şefaat yetkisine sahip olan şeyhlerden, gavslardan değil… Eğer hala şeyhlerin, gavsların ahirette size şefaat edeceğine inanıyorsanız, Allah’ın şu ayetlerini apaçık bir şekilde inkâr etmiş ve küfre girmişsiniz demektir.
Zümer43-44: Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçılar mı edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (Şefaatçı edineceksiniz)? De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.
Bakara 123: Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.
Bakara 254: Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün  (kıyamet)  gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette zalimlerdir.
En’am 51: Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar.
Artık ALLAH’a HİÇBİR ŞEYİ ŞİRK KOŞMAYALIM! Resulullah’a Kurban oluruz ama o ALLAH değil! Allah’ın ortağı değil! Allah danışmanı hiç değil! Nasıl olacak da şefaat listesi yapılacak? Hadislere bakıyoruz: Günde beş vakit namaz kılıp, sürekli tesbih çekenleri ve sünnet namazlarını hiç aksatmayanları Resulullah cennete götürecekmiş... Buyrun SAHİH hadis... Namaz 5 vakit, sünnet namazlarına devam ŞART… Bunları yapmayanlara Peygamber şefaat etmeyecek ve "Ben buna şefaat etmiyorum, Cennete istemiyorum!" mu diyecektir. Peki Allah da –hâşâ kuzu kuzu - “Peki Resulüm,  madem istemiyorsun, senin dediğin olsun” mu diyecektir. Hadislere inanmaya devam mı edeceğiz. Hani “kim bir kertenkeleyi görür öldürürse, 7 büyük günahı silinip 7 büyük sevap yazılır" diyen hadisçilere mi inanacağız. Şimdi biz 10 bin kertenkele yetiştirip öldürürsek DİREKT İBRAHİM’in makamına mı gideceğiz…
Resulullah dâhil hiç kimse ASLA BİZE ŞEFAAT etmeyecektir VE HİÇ BİR PEYGAMBER ötekinden üstün değildir. Kimi kimden üstün tutarsanız, DERHAL DİNDEN ÇIKARSINIZ! Hepsi eşittir! Kur'an'da HİÇ adı geçmeyen yüzbinlerle peygamber bile İSA, İBRAHİM, İDRİS, RESULULLAH ile eşittir. Musa asla Eyyub'dan; Nuh asla Yunus'dan üstün değillerdir veya tersi…
Bakara 285: …. Allah'ın resullerinden hiçbirini ötekinden ayırmayız…
Nisa 152: Allah'a ve O'nun resullerine iman edip onlardan birini ötekilerden ayırmayanlara gelince, Allah böylelerinin ödüllerini yakında kendilerine verecektir. Allah, Gafur'dur, Rahim'dir.
Taassup ehli Müslümanlar bu ayetlere rağmen şu ayetleri referans gösterip, bütün peygamberlerin imamının Peygamber efendimiz olduğunu iddia eder ve diğer peygamberlerle peygamberimiz arasında ayrımcılık yapar ve Allah’ın ayetlerine karşı gelirler. Zaten onlar, gerçekte Allah’ın ayetlerine inanmayan kişilerdirler.
Bakara 253: İşte resuller! Biz onların bazısını bazısına üstün kılmışızdır. Allah, onlardan bazısıyla konuşmuştur. Bazılarını da derecelerle yüceltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık ayetler verdik ve onu Ruhulkudüs'le güçlendirdik. Allah dileseydi, onların ardından gelenler, açık-seçik mesajlar kendilerine ulaştıktan sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Ancak tartışmaya girdiler de içlerinden bazısı iman etti, bazısı küfre saptı. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ne var ki, Allah dilediğini yapıyor.
İsra 55: Rabbin, göklerdeki ve yerdeki kimseleri de daha iyi bilir. Yemin olsun biz, peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kılmışızdır. Davud'a da Zebur'u verdik.
Dühan 32: Yemin olsun, biz onları bir ilim sayesinde âlemlere üstün kılmıştık.
Ayetlere bakılırsa sanki Allah kendisiyle çelişiyor gibi görünüyor. Hâlbuki Allah(cc), asla kendisiyle çelişmez. Bu durum sadece Kur’an’ı asla anlayamamış mealcilerin tercüme yanlışlıklarından kaynaklanıyor. Bakara 253 ve İsra 55. ayetlerin anlatmak istediği: Peygamberlerin yaşadıkları zamanlara göre kendilerine farklı özellikler, güçler verildiği ve verilen bu güçler nedeniyle peygamberlerin birbirinden ayrıldığıdır. Yoksa O peygamberlerin makamca birbirlerinden üstün olduklarından değil… Sadece peygamberlerin yaşadıkları dönemin koşullarına bağlı olarak, Allah tarafından kendilerine verilen özellikler değişiyor.
Adem; annesiz ve babasız doğan peygamber, Nuh; dünyanın ilk dev transatlantiğini ilahi planla yapan tersaneci peygamber, Yunus; hem kara varlıklarının solunumunu hem de embriyonun ana rahminde 9 ay boyunca yaptığı amniyöz solunumu yapabilen peygamber, Süleyman; cinlere hükmeden, hayvanlarla konuşabilen, rüzgarların emrine verildiği peygamber, Davut; demiri eliyle eritip istediği şekli verebilen peygamber, Musa; denizi yaran, Allah ile konuşan peygamber, İsa; babasız doğan, körleri iyileştiren, cansız çamur parçasına can veren peygamber…. Bu peygamberlerin hangisi bir birinden üstün… Âdem mi üstün İsa mı? Âdem öldü, İsa ölmedi gelecek! KİM ÜSTÜN? Bu futbol takımı tutmaya benzemez. Resulullah bir istisna olarak SON elçidir ve cinlerin de peygamberidir. Bundan üstün biri daha var mı? VAR İSA… İsa ZAMAN-AŞIRI ELÇİDİR. Resulullahtan önce de var İDİ ve sonra da GELECEK, gelecekte yer alacak. Hatemül Enbiya Resulullah ama İSA ondan da sonra gelecek. O halde İsa üstün! Hayır, Resulullah üstün, çünkü Resulullah cinlerin de peygamberi. Hayır, İsa üstün. Çünkü Kutsal ruh/Ruhül Kuddüs Resulullah da yok, İsa da var… Peki, kim üstün? Tabiki hiçbiri… Çünkü bunlar arasında hiçbir üstünlük yoktur. Sadece yaşadıkları zamanların koşullarına göre farklı özelliklerle donatılmışlardır. Yukarıdaki meallerde de belirtilen üstünlükler bunlardır. Makamca üstünlük değil…
Allah’ın Resulleri AYRIMSIZDIR. Resulullahı çok sevin, canınız kadar sevin ama abartmayın. Allah ve melekleri ona selavat getiriyor selamlıyor, BİZ DE BUNU yapıyoruz, fakat Allah’ın 114 adını andıktan sonra... Allah’ımızın ÖNÜNE (El evvel) KİMSEYİ koymayın. Her şey yerli yerinde ve hiyerarşisiyle dursun. Melek bizden üstün değildir, biz de melekten. Cebrail Hans’tan üstündür ama bu melekleri bizden üstün kılmaz. Çünkü Hızır dede Cebrail’den ÜSTTEKİ yerleri denetleyebilen TEK İNSANDIR. Azrail Allah’ın dostu değildir ama İbrahim DOSTUDUR. İbrahim Azrail’den üstün değildir. Azrail can alır, İbrahim alamaz. Yani üstünlükleri keyfi olarak benimsemeyelim. Diyelim ki, "Her bir nesnenin/kimliğin diğerine üstünlüğü ve zaafı vardır". Bu daha iyi bir tanım... Ve bunun Kur’an’daki adı Tafdil >>> Faydalı, Müfid icat etmeyin diye geçmektedir.
Bir ayette hiçbir elçinin diğerinden üstün olmadığını yazarken, bir diğer ayet ise "Bazı elçilerin diğerinden üstün olduğunu" yazıyor. TAFDİL ile (Faydalı) ÜSTÜN kelimesini anlamak farkı gözetmek için, şu ayetlere bakarsanız; "Kimse kimseye (İbrahim ve Resulullah dâhil) şefaat edemez, sadece ALLAH şefaat eder” diye bir ayet varken. Bunun gibi bir de "Allah’ın diledikleri müstesna diyen başka bir ayet var. Bu ayetler aslında birbiriyle çelişmez. Ayetler şunu diyor Resulullah dâhil hiçbir peygamber (süfyanistlerin şehleri, gavsları, mezhep imamları) bir mümin için ŞEFAAT edemezler. Ama o mahşerde; bir tek sevabı olan birinin, bir tek sevabı olan diğerine -ki terazi tartısı denk idi ve bir tek birim sevab arıyordu- "AL BENİM TOPU TOPU BİR TEK SEVABIM VAR O DA SENİN OLSUN" diyordu. Ötekisi bu bir tek sevabı alıp CENNETe giriyordu ama "Seni buraya gönderen KİŞİYİ DE AL GETİR" diyordu kapıcı melekler. Bu şekilde Allah kendi şefaati bu kişiler üzerinde kullanıp her ikisini de bu şekilde cennetine almış oldu. İşte Allah’ın ayette belirttiği “diledikleri müstesna” ayetinin sırrı budur.  Bunlar MASAL değil MİSALdir. RESULULLAH şefaat edememiş; ama Allah’ın DİLEDİĞİ bir günahkâr bir tek sevabını vererek CENNETe girene ALLAHın izniyle ŞEFAAT etmiş. (Bu misali doğrudan ALLAH VEKİL ayetinden çıkardığımızı da bilmenizi isteriz. Allah’a vekâlet veriniz. Allah’tan Asla ÜMİT kesmeyiniz. Ümitsiz >>> İBLİStir. Evrendeki tek ümitsiz ŞEYTANDIR. Ümit edin... Büyük oynayın. Cenneti istemeyin, tenezzül etmeyiniz. Bizim çıtamız yüksek SABIKUN. Cennet üstü Cennet… Allah’a en yakın olan, O’nun cemalinin (kendisinin değil) görülebileceği tek yer… Sabıkun’u ümit ediniz. Ümit etmeyen HANİF değildir.
Şimdi bunları neden anlattık? ÇELİŞKİ gibi görünen iki ayetin aslında ÇELİŞMEDİĞİNİ göstermek için…
[Şimdi bir dereden okyanusa katmerli yolları aşalım ve Abyss'lere ulaşalım. Orası Atlantis olsun. Hayat sularda başlamadı mı? Ayet "Her diriyi sudan çıkarttık görmüyorlar mı?" demiyor mu? Nuh tufanı dünyayı sardığında denizler 10 km. yükseldiğinde altta batan kıtalar ne oldu? Ne olduysa oldu. Biz onlara külliyen ĞARK yani Atlantis Gondwana, Mu, Lemuria diyoruz. Okyanus çanakları falan...
Elbette Allah'ın elçileri arasında bir ayrım yoktur. Ama tümünün diğerlerinden bir spesifik üstünlüğü vardır. Örneğin en fakir İsa, en zengin Süleyman, En Allah dostu İbrahim, en bilgin İdris, en sabırlı Eyyub en sabırsız Yunus vb. Yunus as’ ı anlamak için, önce küçük bir girizgah yapalım.
Oksijen? Havadan aldığımız, balığın sudan erimiş olarak aldığı, deniz memelilerinin (Balinagillerden yunus ve deniz memelilerinden fok, mors vb.) ise DALGIÇLIK yöntemiyle oksijeni alır ve dalarlar. 15 dakika kadar idare ederler ve sonra da yeniden solumak üzere su yüzeyine çıkarlar. Amfibiler öyle: Baştan balık gibi su içindeki oksijeni solurlar. Sonra karaya geçince, yeni doğmuş velet gibi ve bizim gibi oksijeni solurlar. Trake/Deri solunumu dâhil tüm solungaçlı ve solungaçsız solunumlar bizde DOĞAL olarak vardır. Alak denen o pre-embrio içinde tüm bu marifetler var. Zaten cenin/dölüt, ana rahmindeki plesenta sıvısı ve amniyöz içinde akvaryumda yaşamıyor mu? Hani hamilelik 9 küsur ay olmasaydı da 9 yıl olsaydı biz ciğerlerimizin içi dâhil dopdolu bu sıvıdaki oksijeni almaya devam etmeyecek miydik?
Gelelim bebeğe doğdu işte! Ömrünce son nefesine kadar oksijene endeksli yaşamı başladı. Pekiyi acaba bir bebek sırtına vurup da ağlatıp, kara solunumu yaptırmasaydık. Onu bir sıvı kültür ortamı içinde öylece tutsaydık ne olurdu?
Hz. Yunus olurdu: Yunus (as) elçi oldu. Ama baktı ki, herkese laf anlatacak daha doğrusu anlatamayacak, Elçi olduğunun haftasında "Sabırsızlığı" nedeniyle görevi bırakmaya karar verdi. Ama (Zorunlu askerlikteki gibi elçilikten de İSTİFA edilemediği için) istifası reddedildi. O zaman kendini gemiden aşağı attı. Ölmek için değil! Tam tersine kaçmak için, bulunmamak için... İndi denizin dibine ne gam? Zaten o hem kara varlıklarının solunumunu hem de EMBRİO'nun ana rahmindeki 9 ay boyunca yaptığı amniyöz solunumu İKİSİNİ BİRDEN YAPABİLİYORDU. Buna güvendi de Cumburlop suya atladı gemiden... Fakat hesapta balina yoktu. Onu yutuverdi. Daha doğrusu ağız bölümünde hapishane çubukları gibi dişlerinin ardında tutuverdi. Yunus ve balina aynı tür solunum yapıyorlardı. Ama hesapta mide asitleri yoktu. Allah'ımıza yalvardı. Sonrası malum, affedildi. Lider (Çünkü en büyükleriydi.) Balina onu kusmak için "Kıyıya vurdu" Onu izleyen sürü de peşinden kıyıya yöneldi. O gün bugündür, balinalar zaman zaman intihar ederler...
Nuh, yani şu dünyanın ilk dev transatlantiğini ilahi planla yapan tersaneci peygamber... Tüm dünya onun yekpare okyanusu oldu... Çünkü Everest tepesi bile deniz seviyesinin altındaydı… 950 yıl yaşadığı bildirilen NUH'un ünlü tufanı Nuh 650 yaşındayken vuku buldu. 650 yıl Rabbine dua etti, "Şu benim ümmetime gazap verme, azap verme, onları bağışla, koru, affet" diye... Allah 650 yaşına kadar "HİÇBİR DUASINI KABUL ETMEDİ". 650. yaşgününde "Sen şöyle şöyle bir gemi yap" demekle yetindi. Nuh ve üç oğlu eli mecbur transatlantiği yaptılar. Dördüncü oğlu Yamm (Kenaan) ise tembel ve kaytarık olduğundan Anti Lübnan Dağlarının en yüksek tepesindeki bu gemi inşaatını anlamsız bulduğundan babasını reddetti. İnşaat bitmişti. Ama 650 yıl dua eden ve duası HİÇ KABUL edilmeyen NUH'un o gün oğlunun da içinde bulunduğu bir alaycı güruha BEDDUA etmesiyle TUFAN başlayıverdi. 650 yıl hiçbir duası kabUL EDİLMEYEN Nuh'un hayatında ettiği ilk ve son, tek BEDDUA anında kabul edilmişti... Gelin bundan sonra hiçbir peygamberi bir birinden üstün tutmayın, ayrım yapmayın…]
Kur'an'ın HİÇBİR YERİNDE, "HABİBULLAH" kelimesi geçmez. İsa ve Ezra (Üzeyr) ne kadar Allah'ın oğlu ise, Resulullah da o kadar Allah'ın sevgilisidir. (!) Allah'ımızın adını Kur’an’ da EN AZ verdiği elçisi Hz. Muhammed (Selatüs selam vesselam) efendimizdir. Kur'an'da adı en çok geçen ise MUSA'dır. Bu en sevilenin Musa olduğunu göstermeyeceği gibi, CİN görmediği halde cinlerin de peygamberi olan Resulullah'ın Musa'dan üstün olduğunu açıklamaz. Resuller arasında TAFDİL/üstünlük HARAM olarak Kur'an'da yasaklanmıştır. Resulullah efendimiz insan ve cin ÂLEMLERİNE (“we ma erselnake ille Rahmetilli alemin") RAHMET olarak gönderilmiştir. Bunun asla ve asla İbrahim'in Allah'ımızın TEK dostu olmasından ya da Nuh'un BEDDUA ederek, bütün dünyayı kilometrelerce su altında bırakmasından hiç bir üstünlüğü yoktur. İkisi ve 228 bini de eşittir.
Hiçbir peygamber bir birinden üstün değildir. Peygamber efendimiz, diğer tüm peygamberlerin imamı, önderi değildir ve bize asla şefaat etmeyecek, edemeyecektir. Çünkü Allah’tan başka şefaatçi yoktur. Siz ondan şefaat istemeye gittiğinizde:
1. Ben Sünneti Muhammed'denim dediğinizde, Resulullah "Ben sünnetullah'tanım, onu kim uydurdu?" diye size tokat atacaktır.
2. Ben İmamı Azamın mezhebindenim, size en yakınım derseniz, "O da ne, benim mezhebim mi vardı ki, benim mezhebime en yakın oluverdiniz" diye sizi tekmeleyecektir.
3. Ben selavat getirdim şu kadar milyon kere... derseniz, sizin yüzünüze tükürecektir: "Bana selavatı NAMAZ arkasından getireceksiniz. Kaç vakit, kaç rekât namaz kıldınız. Beş vakit dediniz! Ben 40 rekât namaz mı emrettim? Ben 55 vakit namazla mı Mir'ac'dan geldim? "diyecektir.
4. Siz saçmalamaya devam edeceksiniz: "Ama şu Hadisleri mübarek kudsi sözleri söylediniz ya?..." "BEN Mİ SÖYLEDİM? ŞAHİDİNİ getir!" diyecektir. Müslim. Buhari, Hureyre koşacaksınız... "BANA CEHENNEME ODUN OLMUŞ YALANCILARI MI ŞAHİT YAPTINIZ?" diyecektir.
5. Ama ben sünnet namazlarının hepsini kıldım! diyeceksiniz. O ise, İBRAHİM'den bu yana namaz AYNI KALDI, Sünnet namazı dediğiniz NEDİR? diyecektir.
6. Şefaat ya Resulullah diyeceksiniz, O ise, "BEN BUGÜN ALLAH ŞEFAATİNE MUHTACIM, Ben Allah mıyım ki, şefaat yetkim olsun” diyecektir.
O günün dehşetinden Allah(cc)’a sığınmak gerekir ki, hiçbir kimsenin kimseye faydası yoktur. Allah’tan başka kimseden yardım beklemeyin. Eğer peygamber efendimizi örnek alıyorsanız, soruyorum size: Peygammer(as), Allah(cc)’den başka kimden medet, yardım bekledi?
Allah(cc)’ten başkasını veli edinmeyin ve Allah’ın şu sözlerin kafanızdan çıkarmayın:
Şura 46: Onların Allah'tan başka kendilerine yardım edecek velileri yoktur. Allah'ın saptırdığı kimse için artık hiçbir yol yoktur.
Kehf 102: Küfre sapanlar, beni bırakıp da kullarımı veliler edineceklerini mi sandılar. ...
Meryem 81: Kendilerine onur ve destek olsunlar diye Allah dışında ilahlar edindiler.
Ankebût 41: Allah'tan başkalarını veli edinenlerin durumu, bir yuva edinen dişi örümceğin durumuna benzer. Ve yuvaların en zayıfı elbette ki dişi örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi!
Zümer 3: Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır. O'ndan başkalarını veliler edinerek, "Biz onlara, yalnız bizi Allah'a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz" diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.
Şura 6: O'nun dışında veliler edinenlere gelince, onlar üzerinde gözcü de Allah'tır.
Şura 9: Yoksa O'ndan başka veliler mi edindiler? Allah! O'dur gerçek dost. ...
Böylelikle Allah(cc), tarikatçılığı, mezhepçiliği, şeyhlik kurumunu (ruhbanlık) yasaklamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder