22 Eylül 2010 Çarşamba

MEVLANA... EVRENLER

Süper uzayda, geon biçiminde yani maddenin kuantlaşmadan önce sonsuz özünlü enerji olarak titreşim halinde bulunduğu, saf enerji halinde bulunan madde (aslında orada madde değildir) Planck uzayında kuantlaşarak madde özelliğini kazanır. İşte Mevlana' dan parçacıkların bulunduğu uzaylara dair tasvir...

Allah (cc) yokluk âleminin dilsiz ve gözsüz parçacıklarına melodisini duyurduğunda, o anda onlar varlık âleminde raks ederler. Allah ( cc ) varlık âleminin varlıklarına melodisini duyurduğunda, o anda onlar geldikleri yere geri dönerler. ...Allah ( cc ) bir tomurcuğa seslendiğinde, gül açar. Allah ( cc ) bir taşa seslendiğinde, taş billura dönüşür.

MEVLANA... BİLGELİĞE GİDEN YOL

Madem ki insansın, madem ki duyuyor, düşünüyor ve seziyorsun, büyük hakikati bulmak için gönlünü ve idrakini yoracaksın.

Duyduklarını ve bulduklarını söyleyeceksin.

Sen söyleyemezsen, ruhunun vasıl olduğu sırları şiirlere, sazlara ve semalara söyleteceksin.

Bütün bunlarla dahi söylenemeyecek ölçüde büyük sırlara erdiğin zamansa;

işte o zaman susacaksın...

21 Eylül 2010 Salı

ANNE SÜTÜ

Bakara 233: Anneler, çocuklarını emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse için tam iki yıl emzirirler. Onların uygun bir biçimde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuğun babasına aittir... Eğer ana-baba karşılıklı anlaşma ve danışma sonucu sütten kestirme isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı süt anneye emzirtmek isterseniz, verdiğiniz ücreti güzelce teslim ettikten sonra, bunu yapmanızda bir günah yoktur...
Anne sütünün bebekler için ne kadar vazgeçilmez ve benzersiz bir besin kaynağı olduğu gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. İlerleyen teknolojiye rağmen mamalar, halen anne sütünün yerini tam olarak dolduramamıştır. Yapılan araştırmalar da, anne sütünün içeriğinin sanılandan daha karmaşık olduğunu göstermektedir. Anne sütünde inek sütündekinden farklı bir protein bulunur. Bu protein inek sütündekinden farklı olarak allerjik reaksiyonlara yol açmaz. Yağ asitleri, karbonhidratlar gibi birçok değişik besin kaynakları en ideal oran ve miktarda anne sütünün bileşiminde yer alır. Bu değişik besin kaynaklarının içerikleri de bebeklerin özgün ihtiyaçlarına uygundur. Örneğin inek sütünde bulunmayan ve insan beyninin gelişiminde önemli rolü olduğu bilinen taurin amino asiti anne sütünde mevcuttur. Mükemmel bir besin kaynağı olması dışında, anne sütü bebekleri enfeksiyonlardan koruma açısından da önemli rol oynar. Anne sütünde bulunan, anneden çocuğa geçen immungloblinler bebekler için yaklaşık 6. aya kadar mikrobik hastalıklara karşı koruma görevini gerçekleştirir. Ayrıca anne sütüne geçen immun sisteme ait hücreler de birçok değişik enfeksiyona karşı koruma görevini yürütür. Anne sütünde, inek sütünde bulunmayan en az 100 değişik madde bulunur 1 . Bütün bu besin ve gıda özellikleri yanında bebekleri anne sütü ile beslemenin bebeğin psikolojik gelişimi açısından da önemli olduğu psikologlar tarafından kabul edilmektedir. Emzirmenin anne için de önemli avantajları vardır. Bunlardan en iyi bilineni, bebeklerini emziren annelerin göğüs kanserine karşı önemli ölçüde korunmasıdır.
Anne sütünün önemi, kısa bir makalede özetlenemeyecek kadar ayrıntılı ve çok yönlüdür. Her geçen gün yeni araştırmalar bu konudaki bilgilerimizi daha da geliştirmektedir. Bu gelişmelerden birisi de geçtiğimiz Aralık ayında dünyanın en saygın birkaç tıp dergisi arasında yer alan Lancet Dergisinde yayınlanan bir makalede açıklanmıştır 2. Yakın zamana kadar Dünya Sağlık Örgütü, 3. Dünya ülkelerinde yaşayan annelere 2 yaşına kadar emzirmeyi tavsiye etmekteydi. Ancak 1 yaş sonrası emzirmeye devam etmenin önemini vurgulayan kaydedeğer ilmî araştırmalar mevcut değildi. Lancet’de yayınlanan bu yeni bilimsel makale 2. yaş içinde emzirmeye devam etmenin çocukların büyüme ve gelişmesine önemli katkıda bulunduğunu ortaya çıkardı.

Kaynaklar: 1- FDA Consumer Magazine (Ekim 1995). 2- Lancet, vol. 354 11-Aralık-1999; 2041-45.

KUR'AN'DAN HİKMETLİ ÖĞÜTLER

Lokman 14: Biz insana, annesine ve babasına itaati tavsiye ettik. Annesi onu güçsüzlük üstüne güçsüzlükle taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yılda olmuştur. (Onun için) Bana sonra da ana babana şükret. Dönüş ancak Bana'dır.
Ahkaf 15: Biz insana, anne ve babasına çok iyi davranmasını önerdik. Annesi onu zorluğa uğrayarak karnında taşımış, onu güçlükle doğurmuştur. Taşıması ve sütten kesilmesi 30 ay sürer...
Meryem 32: (Allah) Anneme iyilik etmemi önerdi. Beni zorba bir eşkiya yapmadı.
İsra 23-24: Rabbin... anneye babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi, yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa sakın onlara öf deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle! İkisine de acıyarak tevazu kanadını indir. Ve de ki: Rabbim, onların beni küçük iken terbiye edip yetiştirdikleri gibi, ikisine de merhamet et.
Lokman 15: Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeye Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünya'da iyi geçin ve Bana yönelen kimsenin yoluna uy. Sonra dönüşünüz Bana'dır.
Alak 1-5: Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı embriyodan (ilişip yapışan bir sudan) yarattı. Oku, Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir. O'dur kalem ile öğreten. İnsana bilmediğini öğretti.
Zümer 9: ...De ki: Bilenler ile bilmeyenler hiç eşit olur mu?
Tahrim 6: Ey iman sahipleri! Kendinizi ve aile bireylerinizi ateşten (cehennemden) koruyun...
Mücadele 11: ...Allah iman edenleri yükseltir, ilim verilenleri ise kat kat dereceleri ile büyültür...
Al-i İmran 195: Hiç kuşkunuz olmasın ki Ben, sizden kadın-erkek çalışıp iş ve değer üreten hiç kimsenin ürettiğini zayi etmeyeceğim.
Tevbe 105: ...İş yapıp değer üretin; Allah, O'nun Resulü ve iman sahipleri yaptıklarınızı göreceklerdir...
Nisa 124: Erkek veya kadın, inanmış olarak kim barışa yönelik güzel işler (salih amel) yaparsa, cennete gireceklerdir.
Nahl 97: Erkek yahut kadın, her kim inanmış olarak barışa yönelik bir iş (salih amel) yaparsa, muhakkak ki onu güzel bir hayat ile yaşatacağız ve böylelerinin ücretlerini, işleyip ürettiklerinin en güzeli ile karşılarız.
Tevbe 71: İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin veli (dost ve yardımcı) sıdır. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler...
Şura 38: ... ( İman sahiplerinin ) İş ve yönetimleri, kendi aralarında bir şûra iledir.
Maide 159: ... ( Resulüm ) İş ve yönetim hususunda onlarla şûraya git...

Nisa 34: ERKEK KADINDAN ÜSTÜN MÜDÜR!

Kur’an’ı okurken özellikle farklı meallerden okurken direk göze çarpan ayetlerden biri de Nisa Suresi 34. ayettir: Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların her birine farklı özellikler vermiştir ve erkekler evin geçiminden sorumludur. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah’ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.
Günümüz yozlaşmış İslam anlayışında en fazla kullanılan ayetlerden biri de budur. Birkaç farklı mealden aynı ayete bir göz atalım:
Allah’ın erkekleri, kadınlardan üstün yaratmış olması ve erkeklerin mali harcamaları karşılamaları gerekçesi ile erkekler kadınları yönetmeye yetkilidirler. Buna göre iyi kadınlar; saygılı olanlar ve kocalarının yokluğunda Allah’ın korunmasını emrettiği mahremiyetleri koruyanlardır. Dik kafalılık edeceklerinden endişe ettiğiniz kadınlara öğüt veriniz, kendilerini yataklarında yalnız bırakınız ve dövünüz. Eğer uslanıp size itaat ederler ise kendilerine karşı başka bir tedbire başvurmayınız. Hiç şüphesiz Allah yüce ve büyüktür. SEYYİD KUTUB
Allah’ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ’sorumlu - yöneticilerdir.’ İyi kadınlar gönülden (Allah’a) itaat edenler, - Allah, (onları ve haklarını) nasıl koruduysa - görünmeyeni koruyanlardır. Başkaldırıp - diretmelerinden korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) dövün. Size itaat ederlerse, aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür. TEFHİMÜL KURAN
Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah’ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri gibi malî yükümlülükleridir. O halde iyi kadınlar: itaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise, kocalarının yokluğunda, onların hukuklarını koruyan kadınlardır. Dik başlılığından yıldığınız kadınlara gelince: Onlara evvela öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün. Şayet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın. Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır. SUAT YILDIRIM
ERKEKLER, kadınları, Allahın kendilerine onlardan daha fazla bağışladığı nimetler ve sahip oldukları servetten yapabilecekleri harcamalarla koruyup gözetirler. Dürüst ve erdemli kadınlar, gerçekten Allahın koru(nmasını buyur)duğu mahremiyeti koruyan sadık ve itaatkâr kadınlardır. Kötü niyetlerinden korktuğunuz kadınlara gelince, onlara (önce) nasihat edin; sonra yatakta yalnız bırakın; sonra dövün ve bundan sonra itaat ederlerse onları incitmekten kaçının. Allah gerçekten yücedir, büyüktür. MUHAMMED ESED
Allâh, insanları birbirinden üstün kıldığı ve mallarından harca(yıp kadınların geçmini sağla)dıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Bundan dolayı iyi kadınlar itâatkâr olup, Allâh’ın kendilerini korumasına karşılık (Allâh’ın verdiği başarı ile) gizliyi korurlar (kocalarına aslâ ihânet etmezler). Hırçınlık, etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarda onlara sokulmayın, onları dövün. Eğer size itâ’at ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Çünkü Allâh yücedir, büyüktür. SÜLEYMAN ATEŞ
Erkekler kadınların üzerinde ziyâde kâimdirler. Çünkü Allah Teâlâ onların bazısını bazısı üzerine tafdil buyurmuştur. Ve mallarından infak etmektedirler. İmdi sâlih kadınlar itaatlidirler. Allah Te-âlâ’nın hıfzı sayesinde gaybı muhafazakardırlar. Serkeşliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince onlara nasihat veriniz, ve onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövünüz. Fakat size itaat ederlerse artık onların aleyhlerinde bir yol aramayınız, şüphe yok ki, Allah Teâlâ çok yücedir. Çok büyüktür. ÖMER NASUHİ BİLMEN
Er olanlar kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kere Allah birini diğerinden üstün yaratmış bir de erler mallarından infak etmektedirler, onun için iyi kadınlar itaatkârdırlar. Allah kendilerini sakladığı cihetle kendileri de gaybı muhafaza ederler, serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince: evvelâ kendilerine nasihat edin, sonra yattıkları yerde mahcur bırakın, yine dinlemezlerse dövün. Dinledikleri halde incitmeye bahane aramayın, çünkü Allah çok yüksek, çok büyük bulunuyor. ELMALILI HAMDİ YAZIR
Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür. DİYANET
Verilen meallere bakarsak günümüzde bayanların nasıl hor görüldüğünü görebiliriz. Ve günümüzde bayanlara bakış açısı bu haldeyken, bayanların geçmişte neler çektiklerini ve nasıl ezildiklerini varın siz düşünün… Ayetlerde farklılığa neden olan kısımları yine Kur’an’dan yararlanarak incelemeye çalışalım:
Nisa 34: Er ricalü kavvamune alen nisai bi ma faddalellahü ba’dahüm ala ba’div ve bi ma enfeku min emvalihim fes salihatü kanitatün hafizatül lil ğaybi bi ma hafizallah vellati tehafune nüşüzehünne fe izuhünne vehcüruhünne fil medacii vadribuhünn fe in eta’neküm fe la tebğu aleyhinne sebila innellahe kane aliyyen kebira.
“Er ricalü kavvamune alen nisai” ifadesi meallerin birçoğunda erkelerin bayanlar üzerinde otoriter bir güç olduğu anlamında kullanılmıştır. Bu çelişki “KAVVAM” kelimesinden kaynaklanmaktadır. Kimi bu kelimeyi “yönetici” kimi ise “hâkim olmak” anlamında kullanmıştır. Bu kelimenin, Kur’an’da diğer kullanılışlarına bakarsak;
Nisa 135’ de “kavvam” kelimesi adalete bağlı kalmak, adaleti gözetmek veya ayakta tutmak anlamında kullanılmış ve bütün mealciler de bu alamda birleşmişlerdir. Nisa 135. ayete bakacak olursak:
…Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun… DİYANET
… Adaleti yerine getirmeğe uğraşır hâkimler… ELMALILI
… Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun… ALİ BULAÇ
… Adaleti ayakta tutun… TEFHİMÜL KURAN
… Adalete sıkı sıkıya bağlı kalınız… SETTİD KUTUB
Yine “kavvam” kelimesi Maide suresi 8. ayette Nisa 135 ile aynı anlamda kullanılmıştır. Furkan 67 de “KAVVAM” kelimesinin türevlerinden “KAVAM” yerli yerinde, dengeli anlamında kullanılmıştır. Sonuçta Nisa 34. ayette “kavvam” kelimesine yüklenen anlamı diğer hiçbir ayette bulamazsınız. Dilerseniz her mealcinin mealine bakabilirsiniz. “KAVVAM” kelimesini hiçbir mealde Nisa 34’de kullanıldığı gibi otoriter bir anlamda kullanıldığını göremezsiniz. Söz konusu bayanlar olunca iş değişiyor tabiî ki!
Nihayetinde verilen anlamlardan yola çıkarsak Nisa 34. ayetteki “Er ricalü kavvamune alen nisai” ifadesinin; bayanları gözetmek, kollamak, dengeli ve dürüst olmak, geçimlerini sağlayarak dik durmalarını sağlamak gibi anlamlara geldiğini görürüz. Yani ayette erkeklerin üstünlüğünden bahsedilmiyor. Ayetin görünürde belirttiği iki anlam vardır: Birincisi, Erkeklerin fiziksel güç açısından daha güçlü olmaları nedeniyle kadınları bu güce güvenerekten ezmemeleri, onları kendi emellerine göre kullanmamaları aksine onlara karşı dürüst olmaları ve kadınların haklarını korumaları istenmiştir. İkincisi, erkeklerin maddi güç açısından kadınlardan daha zengin olmaları durumunda, kadınları bu maddi güce bağlı olarak ezmemeleri, onları kullanmamaları, aksine onları gözeterek yardıma muhtaç olanlara yardım etmeleri ve zor durumda olanların geçimlerini sağlayarak dik durmalarını ve kimse önünde eğilmemelerinin sağlanması istenmiştir.
Her mealde olmasa da Nisa 34’te “faddalellahü ba’dahüm ala ba’div” ifadesi de yine yanlış meal edilen ifadelerden biridir. Her nedense yine erkeklerin bayanlara üstün oldukları anlamı verilmiştir ki, yukarıda ayetin verilen tam meallerine bakarsak özellikle SEYYİD KUTUB mealinde bunu açıkça görebiliriz.
Allah kullarını bir yaratmıştır. Erkeğin kadına, kadının erkeğe hiçbir üstünlüğü yoktur. Gerek yapı gerekse hayattaki rolleri açısından erkek ve bayanın yaratılış özellikleri farklıdır. Fakat bu üstünlük olarak, bayanlarla erkekleri özellik yarışına sokmak anlamını tabiî ki taşımaz. Ayete bu anlamı veren “BADAHÜM” kelimesi sadece erkeklere veya sadece bayanlara ya da erkeklerle bayanları karşılaştırmak için kullanılan bir kelime değildir. Kur’an’da bu kelimenin kullanılışına bakacak olursak:
Bakara 251’de (ve lev la def’ullahin nase ba’dahüm bi ba’dil le fesedetil erdu) Eğer Allah’ın, bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, yeryüzü bozguna uğrardı…
Bakara 253’de (Tilker rusülü faddalna ba’dahüm ala ba’d) İşte resuller! Biz onların bazısını bazısına üstün kılmışızdır…
Enam 53’de (Ve kezalike fetenna ba’dahüm bi ba’dil) Biz böylece onların bir kısmını diğer bir kısmıyla…
Nisa 32’de (Ve la tetemennev ma faddalelelahü bihi ba’daküm ala ba’d lir ricali nasiybüm mimmektesebu ve lin nisai nasiybüm mimmektesebn ves’elüllahe min fadlih innellahe kane bi külli şey’in alima.) Allah’ın, bir kısmınıza bir kısmınızdan farklı olarak lütfettiği şeyleri isteyip durmayın. Erkeklere kendi kazandıklarından bir pay var; kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay var. Allah’tan, O’nun lütfünü isteyin! Allah, her şeyi iyice bilmektedir.
{Yine kurandan incelenirse birçok örnek verilebilir. Enam 65, enam 129, enam 165, enfal 37, nahl 71, isra 21, kehf 99 v.s. bakabilirsiniz. Fakat hiçbirinde erkeklerin bayanlara üstün olduğu anlamı çıkmaz.}
Görüldüğü üzere “BADAHÜM” kelimesi kullanıldığı cümlede hitap edilen durumun tamamını kapsıyor. Söz konusu erkek ve bayanların tamamı olduğuna göre ayet “Allah erkeklerin ve bayanların bazısını bazılarına üstün kılmıştır” yani; ”Allah her birine farklı özellikler ve yetenekler vermiştir.” şeklinde devam edecektir. Zira ayetin devamı da bu söylediklerimizi destekler nitelikte devam etmekte ve evin geçiminin erkeğin sorumluluğunda olduğunu belirtmektedir. Özellikle Rad suresi 4. ayet söz konusu ifadeyi açıklar niteliktedir.
Rad 4: (Ve fil erdi kitaum mütecaviratüv ve cennatüm min a’nabiv ve zer’uv ve nehiylün sinvanüv ve ğayru sinvaniy yüska bi maiv vahidiv ve nüfaddilü ba’daha ala ba’din fil ükül inne fi zalike le ayatil li kavmiy ya’kilu). Yeryüzünde birbirine sırt vermiş komşu kıtalar, üzümlerden bahçeler, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, bir tek suyla sulanırlar. Biz bunların, yemişlerde bir kısmını diğer bir kısmına üstün kıldık. Bütün bunlarda aklını çalıştıran bir topluluk için elbette ki ibretler vardır.
Yukarıda verdiğimiz Bakara 253 örneğinde veya yine İsra 55’de peygamberlerin kiminin kimine üstün olduğu belirtilmektedir. Aynı şekilde bu ayetlerdeki üstünlük de büyüklük açısından değil sadece her peygambere yaşadığı çağa uygun özellikler verildiği ile ilgilidir. Yani bazı çağlarda öyle peygamberler gelmiştir ki yaşadıkları çağın özelliğine uygun olarak onlara hiçbir mucizevî özellik verilmemiş sadece uyarı yapmışlardır. Yani kesinlikle bizim peygamber sizin peygamberden üstündür şeklinde beyanatlarda bulunulmasın… Ayrıca Müslümanlar kesinlikle, Hz. Muhammed bütün peygamberlerin imamıdır, o bütün peygamberlerden büyüktür şeklinde sözler sarf etmemelidir. Aksi halde Allah(cc)’un şu sözlerini hiçe saymış ve dinden çıkmış olur: Bakara 136: “Şöyle deyin: “Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, onun torunlarına indirilene, Mûsa’ya ve İsa’ya verilene ve diğer nebilere verilene inandık. Bunlar arasından hiç kimseyi ayırmayız. Biz yalnız O’na/Allah’a teslim olanlarız.” Yani buradan anlaşıldığı gibi Bakara 253 ve İsra 55’de söylenmek istenen herhangi bir peygamberin diğerine üstünlüğü değil, her birinin farklı özelliklerde olduğu vurgusudur ki İsa, Musa, Davut, Muhammed ve diğer bütün peygamberlerin özellikleri farklıdır. MÜMİNLER ALLAHIN ELÇİLERİ ARASINDA AYRIM YAPMAZLAR.
Kadın ve erkek bir bütünün (nefsin) çiftleştirerek yaratılmış iki parçasıdır. Bu bakımdan insanlık hak ve değerleri açısından birbirlerine eşittirler. Yüce Yaratıcı'larına karşı kul olmanın bütün sorumluluklarını (sevap ve günahları) aynı yükümlülükle paylaşırlar. İnsanlar doğuştan Cenâb-ı Allah'a değer olarak aynı mesafededir. Ancak yaptığı işler neticesinde değeri artar veya eksilir. Allah katında kadın veya erkek olsun en değerli insan, hangi cinsten olursa olsun ancak takva sıfatlarına sahip olandır. Ne kadın erkeğin hâkimiyeti için yaratılmış ve ne de erkek kadının hâkimiyeti için var edilmiştir. Onlar, sosyal hayatta birbirlerini tamamlamak için görevlendirilmişlerdir. Her iki cinsinde, yaratılıştan kaynaklanan farklılıkları ve üstünlükleri vardır. Bu farklılıklar, hukuk açısından birinin diğerine hükmetmesi demek değildir.
Nahl 72: Allah size kendi nefislerinizden (canlarınızdan) eşler yarattı. Eşlerinizden size oğullar ve torunlar oluşturdu...
Nisa 1: Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden, ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinize karşı gelmekten sakının...
Kadın, erkeğin kaburga kemiğinden mi yaratıldı? Kur' ân-ı Kerîm'de böyle bir açıklama yoktur. Bilgi seviyesi kısıtlı olan o çağın insanlarına yaratılış, onların anlayabileceği bir öykü şeklin de anlatılmıştır. Kitab'ı Mukaddes'in birinci bölümünde bu olay şöyle yazılmıştır: Tevrat-Tekvin 2/21-22: «Rabb Allah Ademin üzerine derin uyku getirdi ve o uyudu ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı ve Rab Allah Ademden aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu Ademe getirdi.»
İşte size Tevrattan örneksenerek alınan bir de uydurma hadis: “Ebu Hureyre’den: Kadınlar hakkında birbirinize (siz erkekler birbirinize) iyilik tavsiye ediniz. Kadın kısmı, eğe kemiğinden yaratılmıştır. Eğe kemiğinin en eğri tarafı üstüdür. Bunu düzelteyim derken kırarsın; kendi haline bırakırsan eğri olmakta devam eder. Binaenaleyh kadınlar hakkında birbirinize iyilik tavsiye ediniz.” (Buhari, el-Camiu’s-Sahih, Nikah 79-80, İst. 1315)
Kadın haklarının karşısında olanlar; asırlarca önce yaşayan insanların anlayabileceği bir şekilde Tevrat'ta açıklanan yaratılış öyküsünü örnek vererek, Kur'ân ayetlerinde anlam kaydırması yapmak suretiyle ve uydurma hadisler ilâve ederek gerçeği saptırmak istemişlerdir. Tüm insanlara yol gösterecek ve kıyamete kadar yürürlükte kalacak olan son vahy Kitab'ı Kur'ân'ı Kerîm'de insanın yaratılışı, mucizevî ayetlerle açıklanmıştır. «Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı.» veya Sizi bir tek nefisten yarattı, ondan onun eşini var etti. gibi daha birçok benzer anlatımlarla Kur'ân, insanın yaratılış sırrını açıklamaktadır. Tüm varlıklar (zevc) çift olarak yaratılmıştır. Zevc; çift, iki şeyden meydana gelen eş, karı kocanın her biri gibi manalara gelmektedir.
[Çift yaratılma gerçeği; Nobel Fizik Ödülü'nü kazanan ünlü Parite Teorisini aynen temsil etmektedir. Çift (zevc) deyiminin Lâtince karşılığı da Parite'dir. Bu teoriye göre: Her varlık benzer veya zıt ikizi ile birlikte aynı anda doğar. Örneğin günlük hayatımızda çift oluşumu; elektriğin artı-eksisinde, mıknatısın kuzey ve güney kutuplarında fark ederiz. Evrende maddesel bir parçacık tek başına meydana gelmez, mutlaka çiftiyle birlikte doğar. Bir protonun yaratıldığı yerde zıt eşi de (anti proton) beraber var edilir. Örneğin atom, artı yüklü çekirdeği ve etrafında dönen eksi yüklü elektronlar ile birlikte oluşur. Keza Samanyolu ekseni etrafında dönen Güneş ve onun uydusu Dünyamız da aynı yasaya tabidir. Bunlar çekim (gravidasyon) ve çekime karşı koyan aralıksız jiroskopik dönme hareketi ile hayatlarını sürdürmektedir.]
Cenâb-ı Allah, evreni ve bütün yaratılanları benzer ve zıt ikizi ile birlikte var etmiştir. Bu yasa, yaratılışın ana ilkesini teşkil eder. Ancak Allah'ın Zat'ı tüm görüntü ve belirişlerinin üstündedir. O; Ahad (Mutlak ve Tek Kudret), Samed (Herşey O'na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç olmayan), Sübhân (Sonsuz Yüce)dir. 14 asır evvel inen Kur'ân, bu oluş sırlarını mucizevî olarak Yasin 36/36 da şöyle açıklamıştır :« O ne Yüce Allah'tır ki herşeyi (zevc) çift yaratmıştır; arzın çıkardıklarından, kendi nefislerinden ve daha nice bilmediklerinizden.» Ayet, çiftleri üç grupta toplamaktadır. 1) Arzdan çıkan çiftler, 2) İnsan nefsindeki çiftler, 3) Bilmediğimiz çiftler. (Bkz. Dr. Halûk Nurbaki - Kur'ân Mucizeleri - Say: 27-35)
Ayette vurgulanan nefislerinizdeki çiftler, erkek ve kadın zıt ikizleridir. Şu halde insanın ilki olan erkek ve kadın tek nefsin çiftleştirilmesiyle aynı zamanda ve birlikte yaratılmıştır. Yani bir bütün, bütün özellikleri ile iki parçaya bölünmüştür. Şu halde erkek nasıl bir insan ise kadın da öyledir. İşte bu gerçek Kur'ân'da Yasin 36/36 ayeti ile açıklanmıştır. Zariyat 51/49 :« Herşeyden (zevc) çift yarattık ki düşünüp anlayabilesiniz.»
«İkisinden birçok erkekler ve kadınlar üretti.» Ayetin açıkladığı gibi bir tek nefisten bölünme suretiyle meydana gelen Hz. Âdem ile Hz. Havva ilk iki insan olarak Kur'ân-ı Kerîm'de yer alır. Araf 7/189: O'dur sizi bir tek nefisten (canlıdan) yarattı, gönlü ısınsın diye ondan eşini var etti; eşini sarıp örtünce (eşiyle birleşince) eşi, hafif bir yük yüklendi, onu gezdirdi. Yük ağırlaşınca Rableri Allah'a dua ettiler: Eğer bize iyi güzel bir çocuk verirsen elbette şükür edenlerden oluruz. dediler. İnsanların var olması, önce bir tek nefisten iki parça olarak erkek ve dişi yaratılmış, sonra da ikisinin birleşmesiyle birçok erkekler ve kadınlar oluşmuştur.
«Kıyamette nefislerin çiftleştirilmesi.» İbrahim 14/48 : «O gün Yer Küre başka bir yer küreye dönüştürülür. Gökler de öyle. Hepsi O Vâhit ve Kahhar olan Allah'ın huzuruna dikilir.» Kıyamette Dünyamızın parçalanarak yok olması ile bir yaşam son bulacak, ancak bu olay yeni bir yaşamın başlangıcını teşkil edecektir. Yine Kur'ân-ı dinleyelim Tekvîr 81/7 : «(Kıyamette) Nefisler çiftleştirildiğinde.» Her iki ayetin kılavuzluğundan öğreniyoruz ki, ilk yaşamda olduğu gibi yeni oluşan ayrı bir Dünya da her zerre, her canlı benzer veya zıt ikizi ile birlikte ayni anda doğacak, yaratılış ve oluş böylece devam edecektir. Rahman 55/29 : «...Allah, her an yeni bir iş ve oluştadır.»
Sonuçta ayetlerden anlıyoruz ki; Kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmamıştır, hiçbir eğriliği ve eksikliği de yoktur. Tek bir nefsin ikiye bölünmesi ile erkek ve kadın aynı zamanda var edilmiştir. Şu halde bir bütün (nefs), tüm özellikleri ile çiftleştirilerek iki parçaya ayrıldığından erkek nasıl ise kadın da aynıdır. O halde Allah katında her iki cins arasında değer ve hak açısından mutlak eşitlik vardır. Ancak kadın ve erkek yaratılış özelliklerine göre, birbirlerinin tamamlayıcısı olarak ayrı ayrı görevlendirilmiştir.
Gelelim şimdi Bakara 228. ayetteki “erkeklerin kadınlardan bir derece daha üstün” olduğu ifadesine:
Bakara 228: Vel mütallekatü yeterabbasne bi enfüsihinne selasete kuru' ve la yehıllü lehünne ey yektmne ma halekallahü fı erhamihinne in künne yü'minne billahi vel yevmil ahır ve büuletühünne ehakku bi raddihinne fı zalike in eradu ıslaha ve lehünne mislüllezı aleyhinne bil ma rufi ve lir ricali aleyhinne deraceh vallahü azızün hakım
Bakara 228: Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir.
Klasik mealcilerin Bakara 228’de çevirdikleri “ erkekler kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler” ifadesi bilinen anlamdaki üstünlük değildir. Yani bu ifade erkekler kadınlardan üstündür anlamında anlaşılmamalıdır. Nitekim Allah(cc), “üstünlük takvadadır” diyerekten üstünlüğün kadın ya da erkek olmak ile alakalı bir şey olmadığını belirtmiştir.
Allah(cc), ayette ".......Erkeklerin kadınlar üzerinde bir (SAFLIK) derece farkı vardır. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir." Derken burada erkeği aklamıyor. Tam tersine kadınların fiziksel-biyolojik ve sahip oldukları ruhsal yaratılışları nedeniyle onlara AZİZE gibi davranmamızı fakat onlara HÂKİM olmamızı istiyor. (Burada Hâkim, hükmetmek anlamında değil, kollamak anlamındadır). Bunun nedeni, ayetteki iki adet esma'nın=AZİZ ve HÂKİM isimlerinin TALİM edilmesidir. Yani erkekler kadınları kollamak, onlara yardımcı olmak ile Allah(cc)’un iki ismi olan AZİM ve HÂKİM isimlerini talim etmiş, onları uygulamış, o isimlerin anlamına göre yaşamış ve o isimleri, yapacakları o davranışlarla kendi benliklerinde yaşatmış olacaklardır.
Erkeğe böyle bir görev verilmesinin nedeni de cennette yaşanan bazı olaylara dayanmaktadır:
Allah(cc), topraktan olan balçığa şekil verip o balçıktan başlangıçta iki cins çıkarmıştır (Huri olan üçüncü cinsi ise bu iki cinsten sonra yaratmış ve bu cins ebediyen cennette kalmıştır). Bunlar Kadın ve Erkekti. Allah(cc), daha ruh halinde olan Âdeme seçme hakkı vererek hangi cinsi istediğini sordu. Âdem, daima kadının güzelliğini ve estetikliğini görmek istediği için erkek cinsini tercih etti. Daha sonra Allah(cc), meleklere ve şeytana dönerek Âdeme secde etmelerini (yani sahip oldukları nur ve nar yapılarını maddeye dönüştürmelerini, E2=m2c4 ve E=mc2 uyarınca) istedi. Şeytan ise büyüklenerek bu isteği reddetti, yani maddeleşmedi, büyüklendi, formüle karşı geldi ve Âdeme kin besleyerek üzerine yürüdü. Ama nötrino yapısına sahip olduğundan, ona hiçbir şey yapamadan içinden akıp geçti. Bu sefer şeytan; ona etkimek, vesvese vermek için tau nötrinolarını kullandı fakat euzu besmele okuduğu için bu vesveseler de Âdeme çarpıp yansıyarak kendini (şeytanı) vurdu. Bu olaydan sonra Allah(cc), şeytanı o mekandan kovdu (daha o aşamada dünyaya sürgün olarak gönderilmiyor, sadece Adem’in bulunduğu o mekandan uzaklaştırılıyor).
Bundan sonra Allah(cc), kadın cinsine de ruh üfleyerek Havva annemizi yaratıyor ve Âdem ile Havva’ya şunu söylüyor (Burada dikkat edilirse kadın ya da erkeğin sonradan yaratılması durumu söz konusu değildir. Kadın ve erkek aynı anda yaratılıyor ve yaratılmış olan ruha seçme hakkı veriliyor. Yani o ruh yani Âdem eğer erkeği değil de kadın cinsini seçmiş olsa idi, o zaman Âdem denilen kişi kadın olacaktı. Halbuki erkek bedenini tercih ettiğinden Âdem erkek olmuş ve Allah’ın ilk peygamberi unvanını almıştır):
“Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin; Sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.” (Bakara 2/35; ayrıca A’raf 7/19)
“Ey Âdem! Dedik, bu (şeytan), hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin.” (Ta-Ha 20/117)
Bakara 228. ayete göre; Erkek, bir Huriden DÜŞÜK derece sahibidir. Erkek SAF'tır. Fakat Havva cinsi/Nisa/Kadın'nın bundan bir derece daha AZ saf anlamında SABİİ'dir. Demek ki som altın Huri ise; 22 ayar SAF olan erkek; 20 derece olan Havva'dır. Oysa yaratılışta ÜÇÜ BİRDEN BİRBİRİNE eşitti. Saflık dereceleri aynıydı, üçü de Huri saflığındaydılar. Onları ne ayırdı da DERECELELENDİRME başladı? Yani başlangıçta, yaratılış anında böyle bir derecelendirme yoktu, bu derecelendirme sonra, bir olay/imtihan üzerine yapıldı!
Şeytan bir NEFS olarak imtihan aracıdır. İmtihanın soru-yanıt kâğıdı ise Kur'an'da “Şeceretil Mel'une" diye geçen yasak ve lanetli ağaçtır. BİR DERECE üstün olmanın nedeni; Şeytan'ın DİREKT olarak Adem'e etki edememesidir... Şeytan ne yaparsa yapsın Âdem’i birebir/direkt/dolaysız aldatamamıştır. Çünkü Âdem, bir peygamberdi… Fakat Havva'yı birebir aldatmıştır. Havva da (aşki nedenlerle; Âdem ile Havva birbirlerine saf duygularla Âşıktılar ve sonsuza kadar birlikte olmak istiyorlardı) Âdem’e etkili olduğundan, iblis Âdem’i direkt değil; endirekt/dolaylı yolla aldatmış, sınav kaybedilmiş, yasak meyve yenmiştir. Allah'ın ince adaleti gereği de, Âdem’e "SAFİYULLAH” denmesine rağmen Havva'ya "SAFİYULLAH" denmemiştir. Dolayısıyla "BİR SAFLIK DERECESİ" altta tutulmuştur. Bu dereceye SABİYE'lik denmektedir.
Her ne kadar Âdem dolaylı bir yolla şeytana uymuşsa da Allah(cc)’un emrine uymadığından hem Havva’da hem de Âdem’de aynı suçun kurbanı olmuş ve aynı cezayı almışlardır. Yani bu olay kesinlikle Havva’nın suçu olarak telakki edilmemelidir. Aksine Âdem’in bir peygamber olarak bu oyuna gelmemesi ve şeytana uymaması gerekirdi. Allah(cc), her iki cinse de akıl verdiğinden her akıl da yaptıklarından mesul olduğundan her iki cins de olaydan sorumlu tutulmuştur.
“Şeytan onların her ikisinin ayaklarını kaydırdı. ( ) içinde bulundukları cennetten onları çıkardı.” (Bakara 2/36; ayrıca A’raf  2/22)
Şeytan onları aldatırken Âdem ve Havva’nın her ikisi için de ulvi bir amacı istismar ederek yaklaşmış ve onlara; “... ‘Rabbimiz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedi kalanlardan olursunuz diye yasakladı’ dedi. Ve onlara; Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti.” (A’raf 7/20-21)
“Derken şeytan onun aklını karıştırıp, ‘Ey Âdem! Dedi, sana ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?’ Nihayet ondan yediler; Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) âdem rabbine asi olup yolunu şaşırdı.” (Taha 20/120-121)
(Bu ayette sanki şeytanın ilk aldattığı Âdem’miş gibi görünüyor. Ama Âdem bir peygamber olduğundan ve bütün peygamberlerde olduğu gibi kesinlikle şeytanın vesveselerinden etkilenmeyeceğinden böyle bir durum söz konusu olamaz. Şeytan hiçbir peygambere musallat olamaz, onlara vesvese veremez, onları kandıramaz. Hiçbir peygamber büyülenmez, cinlenmez, esnemez. Bu Allah’ın peygamberleri tam anlamıyla emin kılmak için verdiği bir ayrıcalıktır. Âdem, yukarıda belirttiğimiz gibi bir kul aracılığıyla, sevgilisi olan, âşık olduğu Havva aracılığıyla yasak meyveden yemiştir. Amaç ise sonsuza kadar cennette kalmak ve aşklarının devamlılığını sağlamaktı… Havva bu aşkın sonsuza kadar hiç bitmeden sürmesini istiyordu… Bu durum kesinlikle erkeklerin üstün olduğu şeklinde anlaşılmasın. Bu olay sadece erkek ve kadına yüklenecek sorumlulukların belirlenmesine ve sınanmaları için dünyaya gönderilmelerine zemin hazırlamıştır. Yani bu durumdan iki cins de sorumludur).
“...Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır. Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada (diriltilip) çıkarılacaksınız.” (A’raf 7/24-25)
“(Adem ile Eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf 7/23), “tevbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.” (Taha 20/122)
Kadın erkek eşitliği o andan itibaren-maalesef-bozulmuş, erkek güçlü ve himayeci, nafaka kazanan ve doyuran bir konuma getirilmiştir (Erkeğin bir derede daha saf olması nedeniyle kadını koruma, kollama görevi erkeğe verilmiştir. Eğer kadın bir derece daha saf olmuş olsaydı bu sefer erkeği koruma, kollama görevi kadına verilecekti. Aslında o sınanma durumu, doğa yasalarının işleyişini belirlemiştir). Kadın da HER KONUDA erkeğe (Himaye edilmek, sadece erkeğin şövalye savaşçı-asker olması gibi) emanet edilmiştir. Kadının kas sistemi güdük; sinir sistemi erkeğin İKİ MİSLİ güçlü yaratılmıştır. Erkeğin de kas sistemi iki kat güçlü; sinir sistemi (duygusuzluğun veya romantik olamayışın tek nedenidir) güdük tutulmuştur. Bu durum kadınların lehinedir ve hayatları boyu erkeğe yaslanarak güvende olmalarını sağlayan mekanizmadır. Dışarıda vahşi doğayla savaşan ve kolay ölen/telef olan daima erkektir (Askerlik ilahi olarak zorunlu bir erkek görevidir).
Kur’an’ın kadına bakış açısını daha iyi kavrayabilmek için son bir söz olarak Mustafa Özkaya’nın hazırlamış olduğu bir yazıdan alıntılanan aşağıdaki yazıyı okumak yararlı olacaktır:
Kur’an’ın indiği dönemde yeryüzünün farklı coğrafyalarında kadının maruz kaldığı birçok zulümler ve farklı uygulamalar olması kaçınılmaz olduğu gibi, bunlardan Allah’ın haberdar olmaması da asla düşünülemez. Ancak Allah’ın bunlardan yalnızca konu olarak Arap toplumunu seçmesi ve Kur’an’ı (belki de indirildiği yerin seçimindeki nedenlerden biri olarak) bu putperest topluma göndermesi bu anlamda oldukça manidardır. Çünkü müşrik Mekke toplumunda kadına daha doğumunda hayat hakkı tanımayan bir tavır gelişmiş ve yeni doğan bir kız çocuğunu diri diri toprağa gömecek dereceye vararak dünyanın herhangi bir yerindeki kadını aşağılayacak tüm uygulamaların zirvesine ulaşmış bir hâkim telakki oluşmuştur.
Kur’an insanoğlunun yeryüzüne gönderilişine neden olan Âdem ve Havva’nın yasak ağacın meyvesinden yeme olayını ayrıntılarıyla vererek kendinden önceki tahrif edilmiş semavi dinlerin bu olayı anlatışlarını temelden sarsmıştır. Bilindiği üzere Hıristiyanlıkta kadının ilk günaha sebebiyet vermesi ve Hz. Adem’i kandırarak tüm insanların bu günaha ortak edildiği iddia edilir.
İlk olarak Allah yasak ağacın meyvesinden yememe emrini her ikisine de şöyle yöneltiyor;
“Biz: Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin; Sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.” (Bakara 2/35; ayrıca A’raf 7/19)
Diğer bir ayette ise Allah, şeytanın her ikisi için de düşman olduğunu söylemektedir:
“Ey Âdem! Dedik, bu (şeytan), hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin.” (Ta-Ha 20/117)
Kur’an’da, yasak meyveden yiyerek Allah’ın yasağını çiğneme olayı ise Hıristiyanlıkta anlatıldığı gibi yalnızca Havva’nın şeytan tarafından kandırılışı, onun da sanki bir şeytan rolünü benimseyerek Âdem’i kandırışı şeklinde anlatılmamıştır. Bu konuda zikredilen ayetlerin bazıları, her ikisinin de şeytana kandığı şeklinde olayı anlatır;
“Şeytan onların her ikisinin ayaklarını kaydırdı. ( ) içinde bulundukları cennetten onları çıkardı.” (Bakara 2/36; ayrıca A’raf  2/22)
Şeytan onları aldatırken Âdem ve Havva’nın her ikisi için de ulvi bir amacı istismar ederek yaklaşmış ve onlara; “... ‘Rabbimiz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedi kalanlardan olursunuz diye yasakladı’ dedi. Ve onlara; Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti.” (A’raf 7/20-21)
“Derken şeytan onun aklını karıştırıp, ‘Ey Âdem! Dedi, sana ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?’ Nihayet ondan yediler; Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) âdem rabbine asi olup yolunu şaşırdı.” (Taha 20/120-121)
Tüm bu anlatılanlardan, aslında Allah’ın insanoğlunun yeryüzü macerasının başlangıcına yönelik bir takdiri olduğu diğer Kur’an ayetlerinin desteğiyle de anlaşılmaktadır:
“...Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır. Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada (diriltilip) çıkarılacaksınız.” (A’raf 7/24-25)
Bu olayın tek sorumlusunun Havva olmadığını Kur’an bu netlikte ortaya koyduktan sonra hadiseyi olduğundan çok büyük göstererek tüm insanların doğuştan taşıdıkları bir günah şekline dönüştüren inanışını da aynı netlikte geçersiz kılmaktadır. Bu doğrultuda her ikisinin de bağışlanmayı diledikleri ve tevbenin kabul edildiğini gösteren ayetler zikredilmiştir;
“(Âdem ile Eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf 7/23), “tevbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.” (Taha 20/122)
Cahiliye Araplarındaki uygulamalar ve inanışlara bakılacak olduğunda durum çok daha vahimdir. Bilindiği gibi cahiliye Arapları kabileler halinde yaşamakta ve tüm yaşantı ve sosyal ilişkilerinde bu kabileciliğin yansımaları rahatlıkla görülmekteydi. Kabilelerin birbirleriyle sürekli savaşması ve güçlü olan kabilenin ise savaşan erkek sayısına göre belirlenmesi kabileci bir toplum içinde gayet doğaldır. Arap kabileleri de birbirleriyle sürekli savaşmakta ve erkek sayılarının artmasına gayret etmekteydiler. Bu sert kabile yaşantısı kızların neredeyse tamamen değersiz ve anlamsız olmasına yol açmıştı. Kur’an ayetleri kız çocuğu olduğunda sinirden yüzü simsiyah kesilen kişiden, çıkışı bu kız çocuğunu diri diri toprağa gömmeye vardırana kadar birçok örnek vermiş ve bunları ağır bir dille kınamıştır.
Kur’an, kız çocuğunun babasına Allah’tan bir nimet olduğunu “müjde” ifadesini kullanarak işaret etmekte ve onların katı tutumlarını yermektedir:
“Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir.” (Nahl 16/58-59)
“Onlardan biri, Rahman’a isnat ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir.” (Zuhruf 43/17)
Bu ayetin devamında hem kadının yaratılışındaki özelliklere, hem de müşrik Arapların neden kız çocuklarını istemediklerine işaretler vardır:
“Süs içinde yetiştirilip savaş edemeyecek olanı mı istemiyorlar.” (Zuhruf 43/18)
Kur’an, kabilenin gücüne güç katmayacak olan kız çocuğunun erkek çocuktan ayrı tutulduğu bu toplumun mevcut değer yargılarını çok ağır bir üslupla yermiş ve birçok ayette bunu konu edinmiştir. Kur’an’ın bu tavrı kadının toplumdaki yeri ile ilgili yapılan yorumlarda dile getirilen İslam’ın yumuşak geçişi benimsediği ve kadına hak ettiği yeri evrimsel bir süreçte verileceği türü yaklaşımların tutarlı olmadığını gösterir.
“...Onu aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür.” (Nahl 16/59)
“...Ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi hoş gösterdi ki, ham kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar!... Öyle ise onları uydurdukları ile baş başa bırak.” (En’am 6/137)
“Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda” (Tekvir 81/8-9)
Cahiliye Araplarının kız çocukları konusundaki saplantıları, onları bazı inanışlara ve hurafelere de itmiştir. İnsanın anne karnındaki oluşumunu anlamada dahi sorunları olan bu topluluğa inen Kur’an, bunun için en ince ayrıntılara değinmiş ve onların kafalarındaki bilimsel ve dini açıdan batıl olan inanışların tümünü yıkmayı hedeflemiştir. Nitekim Kur’an onların bu uygulamalarını “Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler... muhakkak ki ziyana uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır.” (En’am 6/140) diye tanımlayarak asılsız hurafelere dayandırdıklarını belirtmektedir.
Kız çocukların Allah’a ait olduğu ve meleklerin Allah’ın kızları olduğu gibi sapık inanışlar da bu kabildendir.
“Onlar kızların Allah’a ait olduğunu iddia ediyorlar. Hâşâ! Allah bundan münezzehtir. Beğendikleri de (erkek çocuklar) kendilerinin oluyor.” (Nahl 16/57)
“(Ey müşrikler) Rabbiniz, erkek çocukları sizin için ayırdı da, kendisi meleklerden kız çocuklar mı edindi! Gerçekten siz vebali çok büyük bir şey söylüyorsunuz.” (İsra 17/40; ayrıca Saffat 37/149-150, 153)
Diğer bir ayette de bu mealdeYoksa kızlar onun, oğullar da sizin mi?” (Tur 52/39; ayrıca Necm 53/27; Zuhruf 43/15-18) buyrulmaktadır.
Görüldüğü gibi Allah böyle bir isnadı ağır bir dille reddetmiş ve bu tartışmaya şu ayetle de son noktayı koymuştur. “Bütün çiftleri o yaratmıştır.” (Zuhruf 43/12)
Allah, bunca yanlış isnadı ve sapık inanışları zikretmesinin yanında tek bir insandan çoğalışa ve “bir damla su”dan yaratılışa oldukça fazla vurgu yapmaktadır. Bunların bu derece fazla zikrini onların uygulamalarındaki aşağılamaya ve öldürmeye varan cinsiyet ayrımcılığını geçersiz kılmanın yanında, çocuğun aslında anne ve babanın ortak ürünü olduğunu ve cinsiyetin ise Allah tarafından belirlendiğini göstermek içindir. Çocuğun anne karnındaki gelişim safhaları ve döllenme dönemi ile ilgili ayrıntılar ise onların muttali olamadıkları ve kendilerince uydurdukları bazı hurafeleri, aciz bırakıcı bilimsel gerçeklerle çürütmek içindir diyebiliriz. Bu meyanda şu ayetleri zikretmek gerekir:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve her ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının.” (Nisa 4/1; (bu ayetin ‘kadınlar’ anlamına gelen surenin ilk ayeti olması da anlamlıdır) ayrıca Nahl 16/72; Şura 42/11; Hucurat 49/13)
“Allah sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan da eşini yarattı. Sizi de annelerinizin karnında üç katlı karanlık içinde safhalardan geçirerek yaratıyor.” (Zümer 38/6)
“O sizi daha topraktan yaratığı zaman ve siz annelerinizin karnında cenin olarak bulunduğunuz sırada bile sizi en iyi bilendir.” (Necm 53/32)
“Allah sizi önce topraktan, sonra meniden yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı.” (Fatır 35/11)
Bu son üç ayetin ilk bölümleri ilk insanın yaratılışına ve ikinci bölümleri ise diğer insanların devam eden yatılışlarına işaret etmektedir.
Diğer ayetlerde de bu gerçeklere temas edilmekte döl yatağına akıtılan spermin ileri ki safhada yumurta ile birleşip onu aşılayışı ve Allah’ın insana bu safhadan sora şekil verişi konu edinilmektedir (Kıyamet 75/37-39; İnsan 76/2; Mürselat 77/20; Abese 80/18-19).
Dolayısıyla cinsiyet ayrımcılığının, ona yapılan son derece vahşi muamelelerin ve batıl inanışların tümü geçersizdir. Diğer taraftan cahiliye Araplarının henüz doğuştan başlayan bu cinsiyet ayrımcılığı elbette ki toplum yaşantısında kadın-erkek ilişkilerine de yansımaktaydı. Bunları, kadının mülkiyet hakkından, evliliğine, boşanmadan, mirastaki payına kadar her alanda görmek mümkündü.
Cahiliye Arap toplumunda yaygın bir şekilde kadınlar, ölen kişinin mirası arasında bir mal gibi hesap edilmekte idi. Allah: “Ey iman edenler! Kadınlara zorbaca varis olmanız size helal değildir... Onlarla iyi geçinin.” (Nisa 4/19) buyurarak kadının bu şekildeki değerlendirilişini kaldırmış ve onlarla iyi geçinme gerektiğini de eklemiştir.
Allah ayrıca korumasız olan yetim kızlarla, sırf mirasları nedeniyle evlenmek ve mirasa el koymak düşüncesinin haram olacağını belirmektedir:
“Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor. Kitapta kendileri için yazılmış (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlara... karşı adil davranmanız hakkında size okunan ayetler. (açıktır)” (Nisa 4/127)
Burada Kur’an, kadının evlendiğinde de kendisine ait bir mülkiyeti olacağını işaret etmektedir. Henüz kendisinin bir mal telakki edildiği bir topluluğa inen Kur’an evli olsalar da kadınların kendilerine ait mülkiyetleri olacağını belirtmiş ve en korumasız olan yetimleri zikrederek konunun hassaslığına dikkat çekmiştir.
Diğer bir cahiliye uygulaması olan “zıhar”ı da burada zikretmek gerekir. Zıhar, evli erkeğin, kendi karısına artık hiçbir şekilde onunla evlilik hayatı içinde olmayacağı anlamına gelen ve şiddetli kızgınlık gibi durumlarda söylediği “senin sırtın, bana annemin sırtı gibidir” sözleridir. Böylece nasıl bir insan annesiyle bu tür bir yaşantı içinde olamazsa, karısıyla da ilelebet evlilik ilişkisi içinde olamayacağını ifade etmiş bulunmaktaydı. Ne var ki Kur’an bu yemini bir insanda iki kalp olamayacağı gibi hükümsüz addetmiş ve insanların ağzına gelip de dayandığı hiçbir mesnedi olmayan sözler olarak tarif etmiştir. Zıhar ayeti şöyledir:
“Allah bir adam içinde iki kalp yaratmadığı gibi, ‘zıhar’ yaptığınız eşlerinizi de analarınızın yerinde tutmadı... Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğur yola eriştirir.” (Ahzab 33/4)
Diğer bir ayette ise bu gibi ifadelerin çirkin ve saptırma sözler olduğu sert bir üslupla anlatılmış ve bunu yapanlara maddi ve manevi cezalar getirilmiştir:
“İçinizden zıhar yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar... Kadınlardan zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur... (Buna imkân) bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ard arda iki ay oruç tutar Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyurur. “ (Mücâdele 58/2-4)
Bu ayetlerde görüleceği üzere oldukça ağır müeyyideler getirilmektedir. Bu ise istenmeyen bir fiilin yapılması nedeniyledir. Bilindiği gibi boşanma sonrası dönüşlerde böyle cezalar yoktur. Kadın açısından olaya bakılacak olduğunda ‘zıhar’ oldukça aşağılayıcı olduğu gibi, bir sözle kadının bir hiç sayılışının da ifadesidir. Yukarda en son zikredilen ayetler Mücâdele sûresindendir. Bu sûreye adını veren olay, sûrenin ilk ayetinde kocasına yaşlanana kadar hizmet etmiş, çocuklar yetiştirmiş bir kadının zıhara muhatap olup Hz. Peygambere gelip hakkını arayışıdır. Allah’ın bu ayetteki ifadesiyle bu kadın Hz. Peygamberle bu konuda mücadele etmektedir. Kur’an’ın birçok yerinde Peygamberle mücadele yergi konusu olurken, burada böyle bir üslup kullanılmamış ve adeta haksızlığa uğramış kadınların haklarını aramaları için teşvikkâr bir anlatım seçilmiştir. Hz. Peygamber’in kendisine “kocan sana haramdır” demesi üzerine onunla bu konuda konuşmayı uzatmış olmalı ki Allah “Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir...” (Mücâdele 58/1) demiş ve yukarıda zikredilen hükümleri vazetmiştir. Ayrıca Allah “kadının sözünü Allah işitti” diyerek haklılığını onaylamakta ve onun mağduriyetini gidereceğine işaret etmektedir.
Cahiliye Araplarındaki kadının mülkiyeti konusuna bakışını gösteren bir diğer ayet ise şudur:
“Dediler ki: ‘Şu hayvanların karınlarında olanlar yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıştır. Şayet (yavru)ölü doğarsa, o zaman (kadın erkek)hapsi onda ortaktır.’ Allah bu değerlendirmelerinin cezasını verecektir... Allah’ın kendilerine verdiği rızkı Allah’a iftira ederek (kadınlara)haram kılanlar, muhakkak ki ziyana uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır ve doğru yolu bulacak da değillerdir.” (En’am 6/139-140)
Bu ayette de müşrikler alaycı bir şekilde kadınların ancak bir hiçlikte (ölü bir hayvanda) ortak olunacağını söyleyerek kadınları aşağılamaktadırlar. Bunu yaparken de Allah’a böyle bir isnatta bulunmaları da mümkündür ki Allah kendisine iftirada bulunulduğunu ayetin devamında zikretmektedir.
Kur’an’da insanlığın tümüne hiçbir farklılık gözetilmeksizin Allah’a inanmaya çağrılar yapılmakta, deliller getirilmekte ve insanın aklını kullanarak buna ulaşması istenmektedir. Ayrıca Allah, insanoğlunu diğer canlılara tercih etmiş ve Kur’an’ı bir emanet olarak kadın erkek ayırmadan tüm insanlara göndermiştir:
“(Allah bu emaneti insana vermek sûretiyle), münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, inanan erkeklerin ve inanan kadınların da tevbesini kabul buyuracaktır.” (Ahzab33/73)
Kur’an’da bir çok ayette mümin erkekler ifadesinin akabinde, mümin kadınlar da kullanılmakta (Tevbe 9/71, 87; Ahzab 33/35) ve erkek ile kadının Allah’a inanışında değer açısından farklılık zikredilmemektedir. Bilakis Allah katında asıl değer kriteri iman ettikten sonra ondan hakkıyla korkmadaki üstünlüktedir.
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.” (Hucurât 49/13)
Kur’an’da ayrıca birçok peygamberden daha fazla zikredilen Meryem ayetleri de burada zikretmek gerekir. Nitekim Allah (cc) Hz. Peygamber’e “(Resulüm) Kitapta Meryem’i de an!” (Meryem 19/16) diyerek onun ne denli değerli bir inanan kişi olduğuna dikkat çekmektedir. Meryem’in en çok fazla övülen özellikleri; Allah’a olan sonsuz imanı, iffet ve hayâdaki ulaştığı yüksek derece ve Allah’a bağlılığı olmuştur. Birçok yerde bu karakterinin çok açık görünmesi için yaşantısından kesitler verilmiş ve ayrıntılara girilmiştir. Bunlardan belki de en önemlisi babasız bir çocuk doğurup halka çıkması ve Allah’ın ondan üç gün hiç konuşmamasını istemesi olayıdır. Bu nedenle Allah “Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem’i de an) Biz ona ruhumuzdan üfledik” (Enbiya 21/91; ayrıca Al-i İmran 3/37-42; Maide 5/75-110; Meryem 19/16-17-21; Tahrim 66/12)
Kur’an’da Meryem’e yöneltilen bunca övgünün ve onun âlemlere ibret kılınmak için seçilmiş olduğu hükmünün, insanlık var olalı beri vahiyden uzaklaşan toplumların fiziksel olarak zayıf ve ruhsal olarak ince karakterli olan kadın varlığına yapılan haksızlıkları ve aşağılamayı izaleye dönük olarak da düşünmek mümkündür. Nitekim yine Allah’ın övgüyle bahsettiği Meryem’in annesi İmran, Meryem’i doğurduğunda “Rabbim ben kız doğurdum. Oysa erkek kız gibi değildir.” (Al-i İmran 3/36) diyerek içinde bulunduğu toplumsal bakış açısını da yansımakta ve kız çocuğunu Rabbine buruk bir şekilde adamaktadır.
Diğer taraftan Firavun’un karısı da, imanlı bir insan olarak müminlere gösterilen örneklerdendir:
“Allah inanlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.” (Tahrim 66/11)

KUR’AN’A GÖRE İKİ KADININ ŞAHİTLİĞİ BİR ERKEĞİN ŞAHİTLİĞİ MİDİR?

Kur’an’la ilgili gelenekçilerin çarpıttığı konulardan biri de kadının şahitliği konusudur. Kur’an kadın ile erkeğin şahitliğini bir tutar, hiçbir yerde bir erkeğin şahitliği iki kadına eşittir diye geçmez. Örneğin zinanın tespitinde 4 şahit gerekir ve Kur’an’da bu şahitler 4 kadın veya 2 erkek, 4 erkek veya 8 kadın gibi ifadeler kullanılmadan 4 şahit diye belirtilir. Yani herhangi 4 şahit işlevi görür, kadın erkek ayrımı yapılmaz. İstisnai, yanlış anlaşılan konu ise Bakara suresi 282. ayette, vadeli borçlanmalarla ilgili konuda geçer.
Bakara 282: Ya eyyühellezine amenu iza tedayentüm bi deynin ila ecelim müsemmen fektübuh, vel yektüb beyneküm katibüm bil adli ve la ye'be katibün ey yektübe kema allemehüllahü fel yektüb, velyümlilillezi aleyhil hakku vel yettekillahe rabbehu ve la yebhas minhü şey'a, fe in kanellezi aleyhil hakku sefihen ev daiyfen ev la yestetiy'u eyyümille hüve felyümlil hakku sefihen ev daiyfen ev la yestetiy'u eyyümille hüve felyümlil veliyyühu bil adl, vesteşhidu şehideyni mir ricaliküm, fe il lem yekuna racüleyni fe racülüv vemraetani mimmen terdavne mineş şühedai en tedille ihdahüma fe tüzekkira ildahümel uhra, ve la ye'beş şühedaü iza ma düu, ve la tes'emu en tektübuhü sağiyran ev kebiran ila ecelih, zaliküm aksetu indellahi ve akvemü liş şehadeti ve edna ella tertabu illa en tekune ticaraten hadiraten tüdiruneha beyneküm fe leyse aleyküm cünahun ella tektübuha, ve şehidu iza tebaya'tüm, ve la yüdarra katibüv ve la şehid, ve in tef'alu fe innehu füsuküm biküm, vettekullah, ve yüallimükümüllah, vallahü bi külli şey'in alim.
Bakara 282: Ey iman edenler, birbirinizden belirli bir vade ile borç aldığınızda, onu yazın; aranızda doğrulukla tanınmış bir yazı bilen kişi, onu yazsın. Yazı bilen de kendisine Allah'ın öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın. Bir de borçlu adam söyleyip yazdırsın, her biri Allah'tan korksun ve haktan bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu, aklı ermeyen biri yahut küçük veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi dosdoğru söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahit gösterin. Eğer ikisi de erkek olamıyorsa o zaman doğruluğuna güvendiğiniz bir erkekle iki kadın şahit olsun ki, biri unutunca diğeri hatırlatsın. Şahitler de çağrıldıklarında kaçınmasınlar. Siz yazanlar da az olsun çok olsun onu vadesine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu Allah yanında adalete en uygun olduğu gibi şahitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda peşin devrettiğiniz bir ticaretse, o zaman bunu yazmamanızda size bir sakınca yoktur. Alışveriş yaptığınızda da şahit tutun, bir de ne yazana ne de şahitlik edene zarar verilmesin. Eğer zarar verirseniz bu mutlaka kendinize dokunacak bir günah olur. Allah'tan korkun! Allah size ilim öğretiyor ve Allah her şeyi bilir.
Bakara 282. ayet de kullanılan ve iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olduğu yanlış anlaşılmasına neden olan kelime "TEDİL" dir. Bu kelimeyi mealciler değişik anlamlarda çevirmişlerdir.  (Mesela Diyanet Meali: “YANILIRSA” diye çevirmiş. Elmalı  Hamdi: “UNUTURSA” diye çevirmiş. Süleyman Ateş: “ŞAŞIRIRSA” diye çevirmiş. Yaşar Nuri: “ŞAŞIRIRSA/UNUTURSA” diye çevirmiş. Edip Yüksel: “YANILIRSA” diye çevirmiş…). Ama mealcilerin çoğu kelimeyi “UNUTURSA” diye çeviriyor. Hâlbuki unutmak kelimesinin Arapça karşılığı “Tansa/Nasi” dir. Ayette geçen kelime ise “tedil” dir. Konuyu daha iyi anlamak için bazı kavramlara değinecek olursak: Arapça’da ‘DAL’ kelimesi ‘Huda’ (yol göstermek), sapmak anlamlarına gelir. Nitekim Fatiha 7. ayette bu kelimeden türetilen kelime en açık anlamıyla görülmektedir.
Fatiha 7: “Siratallezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin.”
Fatiha 7: “Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil.”

Dal” köküne dayanan diğer bir kelimede “Dilal/Dil” dir ve “GÖLGE”, Işık görmeyen alan anlamlarına gelir. Bu kelimeden türetilen “tedi” ve “tidil” kelimelerinin kullanım şekli ise şu şekildedir: “İstediğini (Tedi) doğru yola istemediğini sapmışların (Tidil) yoluna”. Dolayısıyla buradan “tedil” kelimesinin anlamının “unutmak” değil “Sapan/kayıp/gölge” anlamlarına geldiği görülür. Şimdi Bakara 282. ayette ilgili yere direk “tedil” kelimesini koyup ayete öyle bakalım:
“…..Eğer ikisi de erkek olamıyorsa o zaman doğruluğuna güvendiğiniz bir erkekle iki kadın şahit olsun ki, biri ‘TEDHiL” olursa/şahitlikten saparsa yani şahit olarak çağrıldığında gelemezse diğeri hatırlatsın/şahit olsun/o gelsin…”
Şimdi Bakara 282. ayeti daha iyi anlayabilmek için şu basamakları izleyelim:
1. İki ya da daha fazla kişi arasında bir  ileride ödemesi yapılacak bir borç işlemi yapılacaksa, bu işlem kağıda dökülmelidir.
2.  Bu belgeye dökme işi resmi bir makam yada kurum tarafından yapılmalıdır..
3. Borç alan kişi kayıtı tutacak olana borcun detayları hakkında imza sahibi olarak bilgi vermek zorundadır.
4. Borçlu olan kadın veya erkek herhangi bir sebeple bu bilgileri vermezse onun yasal velisi bu sorumluluğu almalıdır.
5.  Borç işleminin tamamlanması için 2 (şahit) lazımdır.
6. İki şahidinde erkek olması tercih sebebidir. İki erkek şahit bulunmazsa bir erkek ve iki kadın şahit yeterlidir.
7. Şahitlik zamanında ise iki şahidin hazır olması lazımdır. (Bu iki şahit; iki erkek, iki kadın veya bir erkek ve bir kadın olabilir. Ayette bir erkek yerine iki kadının şahit olarak tutulmasının istenmesinin nedeni kadınlardan birinin olası bir ihtimalle şahitliğe çağrıldığında gidememesi durumunda diğer kadının şahit olarak dinlenmesidir. Yani önemli olan iki şahidin çağrıldığında şahitliğe gitmesidir). 
Bu noktada sorulması gereken soru şudur:  Bir kadının şahitliğinden sapmasına (tedil), şahitliğini yapamamasına, şahit olarak çağrıldığında gidememesine ya da şahitlikten vazgeçmesine (tedil olmasına) sebep olacak konu ya da durumlar nedir?
Bunun cevabı gayet açıktır: Kadın ile erkek arasındaki psikolojik farklılıklardır. Kadın doğurur, erkek doğurmaz, kadın doğumdan sonra uzun bir süre dinlenmelidir, erkeklerin buna ihtiyacı yoktur, kadınlar çocuklarını emzirmek zorundadır, erkekler değil,  kadını etkileyen aybaşı hali vardır, erkeğin yoktur vb. İşte bu fiziksel farklılıklar kadının şahitliğinin tedil olmasına yani şahit olarak çağrıldığında gitmesine engel teşkil edecek durumlardır. Yani kadınların bu gibi durumları nedeniyle erkeklerden farklı olduklarından, her hangi bir şahitlik durumunda eğer iki erkek yoksa bu durumda bir erkek ve iki kadının şahitliğine gidilmesi tavsiye edilmiştir. Bu durumda olası bir ihtimalle kadınlardan biri saydığımız nedenlerden dolayı şahit olarak çağrıldığında şahitliğe gidemezse diğer kadın şahit olarak gidebilecektir. Ve toplamda iki şahit dinlenmiş olacaktır.
Şimdi aynı ayet ışığında bir erkek yerine iki kadın şahit tutulmasını gerekli kılacak diğer bir nedene göz atalım: Bakara 282. ayette “Yazana da, şahitlik edene de zarar vermeyin. Yapacak olursanız doğru yoldan sapmış olursunuz.” şeklindeki ifadeyi şahide ve yazıcıya yapılan/yapılacak baskıyı ve bu bağlamda ayetin mantığını anlamak için göz önünde bulundurmamız gerekmektedir.
Maddi menfaatlerin söz konusu olduğu bu konuda şahitlik insanların kaçındığı bir görevdir. Allah da bu kaçınılan görevi erkeklere yükleyip, iki erkek şahit bulunmasını söyler. Dikkat edin ayette, iki erkek veya dört kadın şahit bulun diye geçmez, direkt iki erkek şahit bulunulması geçer. Böylece ticaretle daha az uğraşan ve baskılara karşı daha hassas olan kadın bu kaçınılan vazifeden korunur. Eğer iki erkek bulunamaz ve bir erkek bulunursa o zaman bir erkek ve iki kadın bulunması gerekir. Böylece hem şahit sorunu çözülür, hem olumsuz bir durumun ortaya çıkışı ihtimalinde bir erkekle bir kadının karşı karşıya kalması önlenip kadın korunur.
Şimdi, ortaya borcun miktarı konusunda bir yanlış anlama çıktığını düşünelim. İki şahidin farklı şahitliği durumunda kadın, erkekle karşı karşıya kalacak ve iki taraftan birinin yalancı olduğunun kesin olduğu bir ortamda yoğun stres ve baskı altında kalacaktır. Oysa bir erkek, iki kadın şahitle şahit sayısı üçe çıkınca mesuliyet dağılacağı için şahitlikteki stres azalacak ve baskı yapmak isteyen art niyetli kimselerin bu sefer iki kişiden birini değil, üç kişiden ikisini kandırmaları gerektiği için işleri zorlaşacaktır. Nitekim ayetteki (Bakara 282) “... “Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır...” ifadesi de böyle bir durumu ifade eder.
Kadınların baskılardan korunmasını sağlayan bu uygulamayı anlamayanlar; kadını baskılardan koruyup, kaçınıldığı belirtilen bir mesuliyeti erkeğe yükleyen bu ayeti anlamayarak, bir erkeğin şahitliği iki kadının şahitliğine eşittir diyerek Kur’an’ı çarpıtmışlar ve evvelki uydurma izahlarından kaynaklanan bakış açılarını bu alana da sokmuşlardır. Oysa bu ayet dışında Kur’an’da geçen diğer şahitliklerde kadın, erkek ayrımı yoktur. Eğer böyle bir ayrım olsa Allah bunu ya her şahitlikle ilgili ayette belirtir, ya da bir erkeğin şahitliği iki kadının şahitliğine eşittir diye genel bir hüküm koyardı. Böyle bir hükmün olmaması böyle bir durumun da olmadığını gösterir. Nitekim kadın ve erkeğin şahitliğinin aynı kategoride olduğu, vasiyete şahitlikle ilgili olan Maide 106-108. ayetlerde daha belirgin bir biçimde açığa çıkmaktadır. 
Maide 106-108: “Müminler! Sizden biriniz ölüm döşeğinde vasiyet edeceği zaman içinizden güvenilir iki şahit tutsun. Eğer bir yerde yolcu iken ölüm gelip çatarsa sizden olmayan iki kişi de olabilir. (Şahitliği yerine getirdikleri zaman) şüphelenirseniz onları namazdan sonra alıkoyarsınız. Şöyle yemin ederler: ‘Vallahi, isterse en yakınımız olsun, buna karşılık hiçbir şey almayız. Allah için yapılan şahitliği gizlemeyiz. Öyle olsa biz, elbette günaha gireriz. Eğer günaha girdiklerinin farkına varılırsa, ölenin hak sahibi iki yakını onların yerine geçer, şöyle yemin ederler: Vallahi, bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha doğrudur, biz haksızlık yapmayız. Öyle olsa elbette zalimlerden oluruz. Böylesi, şahitliği gereği gibi yapmalarının en alt seviyesidir...”
Bu ayetlerde kadın erkek ayrımı olmaksızın güvenilir iki Müslüman şahit öngörülmektedir. Yolculukta vasiyet yapılacaksa, Müslüman olmayan iki kişinin şahit olması yeterli görülmüştür (Dikkat edilirse, bir baskı durumu söz konusu olmadığından, kadın-erkek ayrımı yapılmamıştır). Yolculuğun özel şartları sebebiyle şahitlerin tamamı kadın, tamamı erkek veya biri kadın biri erkek olabilir. Şahitlerin, yanlış ifade verip günaha girdikleri fark edilince; ölenin, hak sahibi iki yakını öncekilerin şahitliğini hükümsüz kılacak şahitlikte bulunur. Ölenin yakınları kadın olabilir.
Nisa 15: “Kadınlarınızdan zina edenlere karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse onları ölünceye veya Allah onlar için bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.”
Nur 6-9: “Karılarına zina suçu atan ve kendileri dışında şahitleri olmayanlardan birinin şahitliği, “Allah şahit kesinkes doğru söylüyorum” diye dört defa şahitlik etmesidir. Beşincisinde, eğer yalan söylüyorsa Allah’ın lanetine uğramayı diler.
Kadından o azabı giderecek olan şu şekilde dört defa şahitlik etmesidir: “Allah şahit, kocam kesinkes yalan söylüyor.” Beşincisinde, eğer doğru söylüyorsa Allah’ın gazabına uğramayı diler.”
Bu ayetlerde kocanın şahitliği kadının şahitliğine denk tutulmuştur.
Talak şahitliği ile ilgili olan Kur’an ayetleri de kadın ve erkeğin şahitlikleri bir birine denk tutar:
Talak 2: “Kadınlar bekleme sürelerinin sonuna vardıklarında onları ya Mâruf ile tutun veya Mâruf ile ayırın. Sizden iki güvenilir şahit getirin, şahitliği Allah için yapın.”
Buyrulmuş ve burada da kadın erkek ayırımı yapılmamıştır. Sonuçta, Kur’an ışığında bakıldığında, şahitlerin iki erkek veya bir erkek ile iki kadın olmasının kural olmadığı, önemli olanın şahitlerin adil ve konuya vakıf olması gerektiği apaçık ortadadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında şimdi İslam’da borç yasalarının nasıl olması gerektiğine bir bakalım: Müslümanların birbirine borç vermeleri kaçınılmaz bir iştir. Ancak borç verme ya da borç alma, belli bir sistematiğe/yasaya/kurala tabii bir biçimde gerçekleşmezse kargaşa çıkması ve toplumda buna bağlı huzursuzluk çıkması kaçınılmazdır. İşte bu kargaşanın önünü kesmek ve toplumda huzur ve güvenin devamlılığını sağlamak için Allah(cc), Bakara 282. ayette borç alınması ya da borç verilmesi durumunda uyulması gereken yasaları belirtmiştir.
Yasalar şöyledir:  
·         Borcu veren ve borçlanan aralarında YAZILI sözleşme yapmalıdırlar.   
·         Borç alan özellikle yazdırma işinden sorumludur.
·         Borçlu bilmez  veya ehliyetsiz ise velisi yazdırmalıdır.
·         Borçlanmaya “2 ŞAHİT”  tanıklık etmelidir.
·         İki erkek şahit olmadığı durumlarda 1 erkek ve 2 kadın şahitlik eder.
·         Büyük ve küçük olsun bütün borç yazılmalıdır.
·         Borcun ödeneceği tarih belirlenmeli ve tarihler yazılmalıdır.

Alış verişlerimizde sözleşme yapmak, dostlukların korunmasında çok önemlidir. Sözleşmeler dostlukları koruyan en önemli müessesedirler. Yazılı kâğıtlar sayesinde dostlukların sınanmasının önüne geçilir ve dostluklar borca karşılık tutulmak yerine sözleşmeler bu işi halleder. Ayrıca bir güven ortamı oluşmuş olur. Borç yazdırılmalıdır. Özellikle borcu alan yazdırmalıdır. Allah’ın emrini uygularken aşağıdaki örnekleri vermekten bilhassa kaçınmalıdır.
-Ne yani sen bana güvenmiyor musun?
-Aramızda paranın lafımı olur.
-Sözüm söz dedim ya!
-Şimdi herkese alış verişimizi duyurmamızın ne manası var!
....

Bu sözler tümüyle Allah’ın emrine karşı gelmedir (Bakınız Bakara 282). Alacaklı arkadaşından bir sözleşme isterken  sıkılıp üzülebilir, ancak borçlu, yazmak konusunda istekte bulunursa herhangi bir sorun çıkmaz. Ve bunun yanında da Allah’ın rızasına kavuşulur. Borçlu ne dediğini bilmeyen birisi ise, onun yerine, ondan sorumlu birisi sözleşmeyi hazırlasın. Ve bu durum sözleşmeye de yazılmalıdır. Aksi takdirde ileride adam akılsız olduğu için sözleşmenin iptal durumlarının ortaya çıkması önlenir. Ayrıca cahil/ehliyetsiz  kişinin de zarara uğramasının önüne geçilir. Allah tarafından iki şahit tutulması zorunlu tutulmuştur. Bu durumun bazı getirileri de olacaktır:

-Öncelikle insanların gizledikleri zenginlikler güvendikleri kişiler tarafından bilinecektir. Bu sayede borç arayan daha çabuk bulabilecektir.
-İnsanlar arasında maddi güven oluştuğundan kimse tefecilere gitmeyecektir.

İki erkek şahit olmadığı durumlarda 1 erkek ve 2 kadın şahitlik eder. Bir erkek yerine iki kadının şahit tutulmasının nedeni daha önceden de belirtildiği gibi sürtüşmelerde kadının korunması ve şahitlere her an ulaşılabilmesi içindir.

Borcun büyüğü küçüğü olmaz. Küçük borçlar katlanıp dağ olur. Sonra güven kaybolur. Bu nedenle büyük, küçük her şey yazılmalıdır. Borcun ödeneceği bir tarih belirlenip yazılmalıdır ki; alacaklı, borçlunun kapısına dayanmak zorunda kalmasın. Ve verecekli de işlerini bu tarihe göre ayarlasın. İşte bu kurallara uyulursa aileler/dostlar arasındaki tartışmalar büyük oranda azalır, toplumda güven oluşur, ekonomik birliktelikler meydana gelir.