21 Eylül 2010 Salı

ÖRTÜNMENİN TARİHİ

Örtünme farklı kültürlerde, farklı biçimlerde İslamiyet öncesinde de kullanılmaktaydı. Özünde ise ayrıştırma vardır. Bu bazen erkeğin emri ile bazen gelenek görenekler gereğince bazen de dini gerekçelere dayatılarak yapılıyordu. Kadının baş örtmesini getirip devamlı Kur’an’ı Kerim ile bağdaştırmak tarihsel açıdan yanlıştır. Zira her toplumda baş örtme olayı yaşanmıştır. Ve şimdi de yaşanmaktadır.
Milattan önceki çağlarda birçok toplumlarda başlarını örten kadınlar olduğunu arkeolojik araştırmalar ortaya koymuştur. Mesela; İslamiyet öncesi Türk kadınlarında örtünenleri mağara resimlerinden öğreniyoruz. Kadının sosyal statüsüne göre hazırlanan başlıklar ve hotozlarla başlarını süslediklerini görüyoruz. Kimi toplumlarda soğuktan korunmak üzere başlarından itibaren aldıkları örtüler olmuştur. Türk kültüründe, örtü kadın süsleri arasında yer almıştır. Anadolu’da kadının örtü olarak kullandığı bürümcek, oldukça yaygındır. Bu örtü Orta Asya bozkırlarından Mançurya’ya, Mançurya’dan Macaristan’a kadar yayılmıştır. Ünlü Macar bilgini Zoltan Gombocz bürüncük diye isimlendirdiği örtü Anadolu’da bürümcek veya bürüncek diye geçer. Bu bürünmekten doğan bir isimdir. Soğuktan, sıcaktan korunmak için kullanılırdı. Ancak bu modellerin günümüzdeki Türban ile benzerliği yoktur. Bürümcek daha sonra değişik yerlerde çember, derincek, dolama gibi isimlerle de anılmıştır.
Yine Anadolu’dan Mısır’a kadar olan coğrafyada ise başörtüsü, Yaşmak diye anılırdı. Eski Mısır Türklerinde yaşmak diye tanınan örtü bugün bile Anadolu’nun birçok yerinde yaşmak diye geçer. Birçok yerde de Tülbent, Tulban, Sargaç olarak isimlenir.
Baş örtme; İslamiyet öncesi Arabistan’da Musevilik öncesi Yahudilerde çeşitli dinlerde ise tapınak görevlilerinde de görülen bir adettir. Mesela M.İlmiye Çığ isimli ünlü Sümerolog Hanımefendinin okuduğu sümer yazıtları araştırma sonuçlarına göre M.Ö. 4000 yıllarında Sümerler’de Tapınak Rahibeleri başlarını örterlerdi. Tapınaktaki Rahibelerin Tanrı namına seks yaptıklarına inanılırdı. Genel kadın görevi yapan bu rahibeler kutsal sayılırdı ve diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örtülmüştür.



M.Ö. 1500 yıllarında yaşayan Asur Kralı Hamurabi yaptığı kanunlarla meşhur olmuştur. Hazırladığı kanunun 40. maddesinde evli ve dul kadınların başlarını örtmelerini mecbur etmiştir. Kızlar, cariyeler ve genel kadınların örtünmelerini ise yasaklamamıştı. Bu gelenek daha sonra Yahudilerde de uygulanmıştır. Daha Musevilerden önce bile başları açık sokağa çıkamazlardı. Evlenen dindar kadınlar saçlarını tıraş ettirip başörtüsü veya perukla kapatırlardı. Bu saç kapatma işi Tevrat’ın hâkim olduğu dönemde bile devam etmiştir. Yahudi fahişeler yüzlerini peçe ile kapatmışlardır.
Yukarıda kısaca değindiğimiz bu uygulamaların hepsinde sosyal statü yönünden kadınların ayrıldığını görüyoruz. Yani belli işlevleri olanların diğerlerinden ayrılması için başörtüsü kullanılmıştır. TÜRK toplumlarında ise böyle bir uygulama olmamıştır.


Eski Türklerde baş açık olmamakla beraber göçerlik medeniyetinin getirdiği geleneklerin etkisiyle kalpağa benzer başlıklar kullanılmıştır. Anadolu’da ise il ve ilçelerde İslam’a uygun başörtüsü kullanılırken köy ve kırsal bölgede geleneksel ve bölgesel kıyafetler içinde tülbent, peştamal, yaşmak, yazma kullanılmıştır.
Daha çok Türklerde örtü süslenmek için kullanılmıştır. Çeşitli kumaşlarla ve başlıklarla, taçlarla süslenen örtünme biçimleri uygulanmıştır. Anadolu’da ise gerek Ön Türkler döneminde ( 1071 yılından yedi bin yıl öncesine kadar giden süreç) gerekse sonraki dönemlerde TÜRK Kadınının giyim kuşamını Orta Asya’daki TÜRK Kadınının giyimi ile benzerdir.
14. yy’ın ilk yarısında Arap gezgincisi İbni Batuta 1333 yılında Osmanlı Devleti’nin Başkenti İznik şehrine gelir. Osmanlı Hükümdarı Orhan Bey’in eşi Nilüfer Hatun’un huzuruna kabul edilir. Aynı sofrada yemek yerler. Bunu şöyle anlatır: “Beni Nilüfer Hatun’un ikametine kabul ettiler. Bana ikramlarda bulundular. Ziyafet verdiler. Orhan Bey daha sonra beldeye geldi.”
Arap gezginine göre, bir Türk kadının Padişah eşi de olsa sosyal hayatta son derece özgür ve topluma hâkim  olması, çarşaflar altına girmeden konuk kabul etmesi şaşılacak bir şeydir. Çünkü Arap geleneğinde kadın İslamiyet ile özgür irade sahibi olmuştur. Bu özgürlük ise Emevi Halifeleri dönemine kadar devam etmiştir. Emevi döneminde İslamiyet öncesi Arap gelenekleri ve uygulamaları İslamiyet’in emri imiş gibi yorumlandı. Buna Müslümanlar inandırıldı.
İbni Batuta Güney Rusya, Kırım, Hazar civarlarını da gezdiğini, hiçbir TÜRK ülkesinde ne sarayda ne sokakta hiçbir yerde kadınların örtündüğüne rastlamadığını anlatır. 13. yy başlarında Anadolu da ki Müslüman TÜRK Kadının serbestliğinin hiçbir Müslüman ülkede olmadığını da yazar. Ancak Halifeliğin Osmanlılara geçmesi ve Mısır’dan Arap Yarımadasına kadar Osmanlı topraklarına katılmasından sonra toplum içinde kadının hayat tarzında da değişmeler başlamıştır. Halifeliğin 1516’da Osmanlı yönetimine geçmesi İslam dinin yaşanma biçiminde de milat olmuştur. Osmanlı toplumunda ki özgür ve Müslüman Kadın da yavaş yavaş yasaklarla karşılaşmaya başladı. Padişah III Osman döneminde 1754’ den sonra kadınların sokağa çıkma yasağı başlamıştır. Kadınlarla karşılaşmamak için haftanın üç günü (gezinti günleri) kadınlara sokağa çıkma yasağı konmuş, ayrıca sokağa çıkan kadınlara peçe takma mecburiyeti getirmiştir. III Mustafa ise Müslüman kadınların sokağa çıkmalarını tamamen yasaklamıştır. II Mahmut döneminde ise kadınların erkeklerle ( karı-koca olarak) beraber sokağa çıkmaları yasaklanmıştır. Görülüyor ki TÜRK Kültür ve Medeniyetinin kadına verdiği hayat biçimi ile İslam’ın kadına verdiği haklar kademe kademe kadından alınmıştır.  Yani 1520 yıllarından sonra Türk Kadını yavaş yavaş kafeslerin arkasına, peçelerin altına çekilmiştir. Bu yasaklar Abdülmecit dönemine kadar sürmüştür. 1717-1718 yıllarında kadınların ferace giymelerine müsaade edilmiştir. Ama yine de kadınlara giyim konusundaki baskılar artmıştır. Müslüman kadınları gayrı Müslimlerden ayırmak için feraceler ve örtüler peçeler için yasalar çıkartılmıştır. Bu farklılıklar 1839-1861 arası Sultan Abdülmecid Han döneminde kaldırılmıştır. Bu yasaklar döneminde fakir ve kırsal bölge dışındaki kent merkezlerindeki çarşaf ve peçe kullanımı Atatürk’ün kıyafet devrimine kadar devam etmiştir. Zengin bölgelerde ise modernleşmede Avrupa örnek alınmıştır.
Çarşaf konusuna gelince, Siyah çarşafın ilk çıkış yeri İspanya’dır. Endülüs Emevileri döneminde İspanyol rahibelerinin giydiği çarşaf model olarak Emeviler aracılığı ile İslam coğrafyasına girmiştir.  Sonra Emeviler döneminde ve daha sonra da Abbasiler devrinde o ülkelerin milli kıyafeti olmuştur. Bu kıyafet o ülkelerin kurulduğu coğrafi mekâna ve Arap kültürüne de uyduğundan benimsenmiştir. Osmanlı döneminde batılaşma akımından sonra çarşafın yaygınlaşması bilinmektedir. Ancak siyah çarşafın Osmanlıya girişi 1889’dan sonra olmuştur. Ve bir ara kadınlarımıza mecburi giydirilmiş ancak 1908’den sonra yavaş yavaş Kara çarşaf şehirli kadınlar tarafından terkedilmiştir. Bunun yerini renk renk ipek değişik model çarşaflar almıştır. Harp yıllarında yine kara çarşaf yaygınlaşmıştır. Çarşafın Türk toplumunda Cumhuriyetten sonra 1940’da tekrar kaybolması çarşaf yasağından ziyade kültürel değişimin, sosyoekonomik geçişin ürünüdür. Hiçbir yasak olmadan Türk kadını tercihini yapmıştır.
Görülüyor ki insanlığın başlangıcından bu yana kadınlarda örtünme vardır. Kadın giysileri arasında başörtüsü vardır. Örtünme biçimini ise çevre şartları belirlemiştir. Sıcak bölgelerde aşırı güneşten korunmak, soğuk bölgelerde üşümemek için örtüye başvurulmuştur. Başlara ise eşarp, kalpak, fes, başlık, bere, şapka bone, türban gibi isimlerle değişik model ve örtüler takılmıştır.
Ama kadına örtünme ile ilgili olarak saçının teli dahi görülmeyecek diye dayatma yapılması binlerce yıllardan beri otorite makamlarınca dayatılmıştır. Bu dayatmaların kaynağı kilise olmakla beraber günümüzde İslami olduğu, Kur’an emri olduğu iddia edilmektedir. Oysa baş örtme şu veya bu gerekçelerle zaten binlerce yıldır uygulanmıştır. Kurandaki emirler ise örtünme ile ilgilidir. Bu örtünme genel anlamdadır. Yani Kurandaki ayetler, bugün gençlere dayatılan baş örtme biçimi değildir. Günümüzde simge olan baş örtme biçimi ise Türkiye’de iki amaca hizmet etmektedir.
1) Kadınları ayrıştırmak: Yani bugün destek gören, adına Türban denilen bağlama biçiminde baş örtenler Müslüman’dır. Diğer hanımların, Müslümanlığı tartışılır. Kırsal bölgedeki yazma ve tülbent kullananlar ise bilinçsiz olanlardır, diye kadınları ayırarak belli bir siyasi oluşuma taraftar toplamaktadırlar.
2) Kadınların 2. sınıf vatandaş olduğu fikrini pekiştirmek, yaymak ve Cumhuriyetin kazanımlarını yok etmektir.
3) Her fırsatta kullanılan, başvurulan yedek gündemdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder