21 Eylül 2010 Salı

KUR’AN’DA KÖLELİK/CARİYELİK YOKTUR

Şura 21: Yoksa onların bir takım ortakları var da, dinen Allah'ın izin vermediği şeyleri kendileri için yasallaştırıyorlar mı?
Zümer 3: Dikkat edin! Halis din, yalnız ve yalnız Allah'ındır...
Din, yalnız ve yalnız Allah'a mahsustur. Peygamberlere de ancak tebliğ görevi verilmiştir. İnsanlar için gerekli ilâhî hükümler Kur'ân-ı Kerîm ile belirlenmiştir. Kitap'ta yer almayan, izin verilmeyen bir takım uydurulmuş şeyleri diledikleri gibi din yapanlar, Allah'a ortak koşan zalimlerden başkası değildir.
”Kur'ân da aşırı örtünme olmadığı halde, niçin İslâm Ülkeleri'nde kadın, çarşaftan peçeye kadar, türlü bezlerle kapatılmıştır? Bunun nedenleri araştırıldığında, İslâm Din'i ile hiç bağdaşmadığı, hastalığın tamamen toplumun yapısında olduğu anlaşılır. Arap ülkelerindeki çok evlilik ve cariye sisteminin neticesinde, aile yuvasındaki evin hanımları, kocalarını birçok eş ve cariye ile paylaşmak mecburiyetinde kalmıştır. Kadınların haklı isyan ve kıskançlıklarını önleyebilmek için, din gereğidir uydurmasıyla, onları aşırı örtünmeye tabi tutarak, eve kapamışlardır.
İslamiyet’in geldiği dönemlerde Arap toplumunda çok evlilik hat safhada yaygındı. Her şeyin güç ile ölçüldüğü o devirde kadına değer verilmez, ikinci sınıf insan muamelesi yapılırdı. Bir erkeğin 10-15 eşi olabilir, boşadım sözü ile de kadın her an kapı dışarı konabilirdi. İslamiyet; aile yapısını ıslah etmek için, önce evliliği dört hanımla sınırlamış ve bunun için de ağır şartlar getirmişti. En uygun ve adil olanın tek eşlilik olduğu belirtiliyordu, çok eşle evlenme alışkanlıklarının terk edilerek, tek eşle yetinilmesi zamana bırakılıyordu. Peygamber Efendimizin vefatından sonra birden fazla evlilik bırakılacağı yerde, erkek nefislerinde taht kuran çok eşlilik, Dinî hüküm olarak genelleştirildi. Yeni eşlerin gelmesiyle mağdur olan birinci eşlerin isyanı, aşırı örtünme ve eve kapatmakla önlenilmeye çalışıldı.
İslâmiyetten önce Arap toplumunda, kabileler arası savaşta esir alınan köleler ve cariyeler bulunmaktaydı. Onların hürriyeti yoktu, perişan bir durumdaydılar, muhtelif işlerde çalıştırılır, mal gibi de satılırlardı. Kız ve kadınlardan oluşan cariyeler sahibinin bütün arzularını, bu arada cinsel isteklerini de yerine getirmek mecburiyetinde idiler.
İslâmiyetin geldiği zamanlarda, Arap toplumuna kölelik ve cariyelik iyice yerleşmişti. Bunu yasaklamak mümkün değildi. Kur'ân; bu zavallı insanlara yapılan zulmü ortadan kaldırmak için, özendirici teşvikler yaparak köleliğin yavaş yavaş terk edilmesi gereğinin mesajını, birçok ayetlerle verdi. Nûr 24/33 : «...Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın...» Her türlü zulmün karşısında olan İslâmiyet, zaman içinde bu haksızlığın giderilmesini istiyordu. Hz. Peygamberimizden sonra kölelik tamamen kaldırılacağı yerde, Emevî ve Abbasiler zamanında, İslâmı yayma savaşları ile ele geçirilen binlerce insan, köle ve cariye haline getirildi.
Pazarlardan satın alınan cariyelerin, efendileri (sahipleri) ile cinsel ilişkide bulunmaları, evin nikâhlı hanımında büyük sıkıntılara neden olmaktaydı. Kadın yuvasını terk ederek baba evine gittiği gibi, cinsel intikam istekleri de önlenemez hale gelirdi. İşte Kur'ân da bulunmayan bu aşırı örtünme ve eve kapama, kadının cinsel intikam hislerini önlemeyi amaçlayan bir tedbir olarak, İslâm ülkelerinde asırlarca uygulanmıştır.
Kimler aşırı örtünmeyi yaygınlaştırdı? Dünya nimetlerine, bilhassa kadınlara aşırı düşkün, ilim ve imandan yoksun devlet adamları, parayı tanrı edinen zenginler ile sözde din adamları; aralarında tam bir işbirliği yaparak, kendi kötü nefisleri istikametinde kadını aşırı kapatmışlar ve insan haklarına aykırı birçok uydurma hükümler oluşturarak onları eve hapsetmişlerdir. Bilhassa din adamlarının(?) davranış ve faaliyetleri çok üzücüdür. Kur'ân'daki bazı ayetler bilerek yanlış yorumlanmış veya çarpıtılmıştır. Kadınların giyim-kuşamı ile ilgili birçok uydurma hadis üretilerek, kadının tüm vücudu hatta sesi bile zinet kabul edilmiştir. Ayrıca kişisel yorum ve fetvalar ile kadın ile ilgili Kur'ân ayetlerine aykırı birçok hükümler de oluşturulmuştur.” (Bkz. Prof. Dr. Zekeriya Beyaz-İslâm ve Giyim Kuşam-Say:230-240).
XIII. yüzyılda yaşayan çok önemli bir Kur’an yorumcusu, Nisa 24, Nur 31, Nur 33. ayetleri uydurma hadisler ışığında yorumlayarak cariyelerin “mal olduğu sonucunu rahatlıkla çıkarabilmektedir/uydurabilmektedir. İslam’ın gelişinden itibaren yüzyıllar geçtiği halde, kaldırılmak istenen bu meş'um gelenek, klasik tefsirlerle yaşatılmıştır. Ancak cariye olmamak ve cariyelikten kurtulmak için, kadın olmak hatta Müslüman kadın olmak bile yetmemiştir. Çünkü cariyelerin Müslüman olup olmamaları fark etmemektedir. Günümüzde bile bu ilkel sosyal sınıfın varlığını, teorik düzlemde hem de İslam’a dayanarak savunanlar hayli fazladır.

Örneğin çağdaş İslam fıkıhçılarından Vehbe ez Zühayli, cariyelerin hür kadınların statüsünde olmadıklarını ve avret mahallerinin diğer kadınlardan farklı olarak, aynen erkeklerinki gibi, diz kapağı ve göbek arası yer olduğunu söylemiştir. Ülkemizde din adına Araplaşmanın en temelli aracı kılınan kadın, cariyelik, türban, çarşaf ve "mahrem" gibi nitelemelerle tanımlanmıştır. Deyim yerindeyse, kadın ve örtünme konusunda birbiriyle bu kadar çelişen, insan akıl ve havsalasını bu denli dumura uğratan, kadını insandan aşağı, cariyeyi de kadından aşağı gören bu bir yığın rivayet keşmekeşi, İslam’ın kadına bakışını gölgelemiştir. Bu çelişkili ve onur kırıcı rivayetler, zaman zaman fark edilip yumuşatılmaya çalışıldıkça iş daha da karmaşık bir hal almış, çığırından çıkmıştır. Cariyelerin neden örtünmeleri gerekmediği sorusu, efendilerine hizmet için sık sık dışarı çıkmak zorunda kaldıklarından onları örtünme zahmetinden kurtarmak içindir, gibi, özrü kabahatinden büyük, mantıksız, insafsız ve cahilce yorumlar yapılmıştır.
Şimdi ayetler ışığında gerçekte İslam’da cariye (kadın köle), erkek köle denilen bir sınıfın olup olmadığına bakalım:
Enfal 67: Ölümüne girdiği zorlu bir meydan savaşı sonucu değilse esir almak bir peygambere yakışmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah sizin için ahireti istiyor. Allah çok güçlüdür, çok bilgedir.
Enfal 68: Eğer Allah sizi bağışlayacağını Levh-i Mahfuzda yazmış olmasaydı, aldığınız fidye yüzünden size büyük bir azap dokunurdu.
Bu ayet Bedir savaşında ele geçirilen esirlere ne yapılması gerektiği tartışması çıkınca nazil oldu.
Rivayete göre Hz. Peygamber’in (s.a.v) yanına içlerinde kendi amcası Abbas ve amca çocuğu Akil b. Ebi Talip’in de bulunduğu yetmiş esir getirildi. Hz. Ebubekir bunların fidye alınıp serbest bırakılmasını teklif ederken, Hz. Ömer öldürülmelerini, Abdullah ibn Revaha da odunu bol bir ateşte yakılmalarını teklif etti. Hz. Peygamber ise fidye alınarak serbest bırakılmaları yönünde eğilim gösterdi. (Razi, İbn Kesir, Kurtubi) (Görüldüğü gibi Peygamber, din ile ilgili olmayan bu tip konularda kendi nefsine göre karar vermiyor, iştişare/şura ile karar veriyordu).
Dikkat edilirse ayette fidye almanın kınanıp, Hz. Ömer’in görüşü doğrultusunda öldürülmeleri gerektiği yolunda bir görüş belirtilmiyor. Sonuçta esirlerin öldürülmemiş olması, Allah tarafından da Hz. Ömer’in teklifi doğrultusunda öldürülmesinin istendiği yorumunu geçersiz kılmaktadır. Bilakis, tartışmaya katılan tarafların hepsi birden eleştiriliyor ve bu tartışmanın kendisi mahkûm ediliyor. Kur’an, esirlere ne yapılacağı konusunda taraf olmuyor. Ömer’in teklifi doğru Ebubekir’inki yanlış demiyor. Kur’an’ın burada odaklandığı şeyin, kendilerinden çok şey beklediği Bedir’e çıkan bu bir avuç insanın “saf bir yürek temizliği içinde” olup olmadıkları olduğunu anlıyoruz. Yani asıl ganimet, ele geçirme, fidye, boyunlarını vurma, ateşte yakma vs. bunlar için tartışıp durmalarına içerliyor.
Âdeta “Siz bunlar için savaşmadınız, sizin davanız esir, köle, fidye, ganimet, öldürme, yok etme vs. değil” demeye getiriyor ve demek istiyor ki: Ölümü göze alarak, yiğitçe ve mertçe giriştiği bir meydan savaşı sonucu olmadıkça bir peygambere esir almak yakışmaz. Savaşta yenilen taraf esir düşer; bu savaşın evrensel bir kuralıdır. Fakat bundan kişisel menfaat temin etmeye kalkmak, insanları köleleştirme amacı için kullanmak doğru değildir. Zafer sarhoşluğu içinde elinize esir düşen insanları öldürmeyi veya onları para karşılığı serbest bırakmayı düşünebiliyorsunuz. Hâlbuki siz saf hürriyet ve adalet savaşçısı olmalısınız. Böyle şeylere tenezzül etmemeniz gerekirdi. Size yakışan budur… Sonuçta, önceden fidye karşılığı esirlerin bırakılmasına rağmen, bu ayetten sonra artık esirlerin her on kişiye okuma yazma öğretme karşılığı serbest bırakıldığını görüyoruz. Bilebildiğimiz kadarıyla da dünya tarihinde bu bir ilk olmuştur.
“Kur’an’ın ruhunu” bu olay vesilesi ile çok iyi kavradığı anlaşılan Hz. Ömer’in sonraki icraatlarının hep bu yönde olduğunu görüyoruz. O Hz. Ömer ki sonraki savaşlarda esir alınıp köle pazarlarında satılmak istenen insanları serbest bırakıp memleketlerine geri göndertmiştir. Hele, Bedir’de ortaya çıkan “Kur’an’ın ruhu”nun, Hz. Ömer’den sonra Hz. Ali’de billurlaşan ifadesini şu olayda daha da net görüyoruz;
Hz. Ömer’in hilafeti sırasında Suriye’nin fethi sebebiyle sayıları yüz bini bulan erkekli kadınlı esirler ele geçmişti. Bu kadar insana ne yapılacağı sorun olunca Hz. Ömer sahabeleri topladı ve onlara görüşlerini sordu. Yapılan tartışmalar sonucunda hepsi için “idam” kararı çıktı. Fakat bu Hz. Ömer’in içine sinmedi ve kararı kabul etmeyerek, o anda hasta olduğu için toplantıya gelemeyen Hz. Ali’ye haber gönderdi ve görüşünü sordu. Hz. Ali: Ey Ömer! Bunların hepsi Bizans’ın zulmü altında inleyen sefil ve biçare insanlardır. Artık bunlar bizim halkımızdır. Bunların kolları ve cesetleri kazanıldı, şimdi de yüreklerinin kazanılmasına sıra geldi. Görüşüm şudur: Hepsini kayıtsız şartsız serbest bırak! İslam’ın sevgi, merhamet ve adaleti altında saadetle yaşasınlar. Varsınlar çoluk çocuklarına kavuşsunlar.” (Filibeli Ahmet Hilmi; İslam Tarihi, shf. 287)
Hz. Ali, Hz. Ömer’in şahsında gelecek nesillerin Müslümanlarına çok esaslı bir mesaj veriyor ve adeta şunu demeye getiriyor: Biz bu dini niçin kabul ettik, bu din neden var? Et kokmuş, tuz da kokarsa halimiz nice olur. Neden, niçin savaşıyoruz ey Ömer!” Hz. Ömer bu görüşü büyük bir sevinçle kabul etti. Yüz bin esirin serbest bırakılması için derhal bölge komutanı Ebu Ebeyde b. Cerrah’a emir gönderdi. O devrin savaşlarında eşi ve benzeri görülmeyen bu alicenap hareket, o yüz bin esiri, İslam’ın gönüllü savaşçısı haline getirdi. Böylece İslam, fethettiği o gün için Bizans toprağı olan Suriye’den bir daha çıkmadı… “Fetih” açmak demek; gönüller açmak, yürekler fethetmek… İşgal ise zorla şekillendirmek… Bugün üzerine yan gelip yattığımız İslam dünyası topraklarının ne ile kazanıldığını sanıyorsunuz? Dünya Bizans’ın ve Sasani’nin zulmü altında ezilirken, İslam’ın, o günkü dünya kamuoyunda estirdiği hürriyet ve adalet rüzgârı ile değil mi?
Kur’an fekku ragabe (kölelik zincirlerini kırmak, parçalamak) ve tahriru regabe (kölelere özgürlük, hürriyet) diyerek köleliği kaldırma çağrısı yaptı. Aşama aşama kaldırma operasyonlarına girişerek köleliğin olmadığı bir toplum idealini Müslümanların önüne koydu. Bu çağrı o günkü dünyada muazzam bir rüzgâr estirdi. Fakat köleci dünya buna direndi. Hayatın diğer tüm alanlarında olduğu gibi, savaşlardan da en çok zarar gören kadınlar oluyordu. O günkü dünyada savaşta yenilenin, borcunu ödeyemeyenin kendisi köle, karısı veya kızı da cariye olurdu. Kadınlar alınıp satılır, elden ele dolaştırıldı. Bir cariye pazarına gidip kurbanlık hayvan seçer gibi kadının dişlerine, etine, boyuna posuna vs. bakıp satın alarak evinize götürebilirdiniz. (Tayland da hala bu uygulama devam ediyor. Zengin batılılar parayla kadın ve çocuk satın alıp evlerine/villalarına götürüyorlar).
Her zaman mağdurun, mazlumun, ezilenin yanında olan ve hatta onların sesi ve soluğu olarak doğan Kur’an’ın böylesi bir uygulamayı onaylaması mümkün müdür?
Kur’an’a baktığımızda kadınların çok kötü olan durumlarını düzeltmeye yönelik ayetlerin geldiğini ve bir dizi reforma giriştiğini görüyoruz. Kadınlarla ilgili bütün ayetleri bu çerçevede anlamak icab eder. Bu nedenle Kur’an’da “cariye” kavramı geçmez. Kur’an’da geçen “meleket eymanuhum” kavramını “cariyeler” olarak yorumlayanlar yanılıyorlar. Bu kavramın cariye manasına yorulması hem beyhudedir hem de Kur’an’ın ruhundan habersiz olmak manasına gelir. Şu halde birçok meal ve tefsirde “cariye” olarak yorumlanan bu kavramı biraz deşelim ve bakalım ne demekmiş…
(“Cariye” kelimesi Arapça (CRY) kökünden geliyor. Sözlükte “olmak, geçmek, koşmak, akmak” demek… Yapmak, yürütmek, uygulamak (icra), akıcı, akan, geçerli (câri), kız çocuğu, halayık (câriyeh), su üzerinde akan, gemi (câriyetun), askerin günlük yiyeceği (cerâye), rota, alt yapı, kanal, çığır, akım yeri (mecra), akan, dolanan, elektrik akımı (cereyân) kelimeleri bu kökten… Şu halde cariye, akan, elden ele dolanan, parayla alınıp satılabilen köle kadın,  özellikle de savaş sonucu esir düşmüş ve bir efendiye köle yapılmış kadın anlamına geliyor…)
Nisa 24: Vel muhsanatü minen nisai illa ma meleket eymanukum kitabellahi aleyküm………
Nisa 24. ayetinde belirtilen yerin bilgisiz mealciler tarafından yapılan mealleri şu şekildedir:
Birinci mealci; Nisa 24: Bir de harp esiri olarak elinize geçen cariyeler dışında, evli kadınlarla evlenmeniz Allah yazısı olarak haramdır…….
İkinci mealci; Nisa 24: Sağ ellerinizin malik olduğu dışındaki kadınlardan evli ve özgür olanlarla da (evlenmeniz haramdır). Bunlar, Allah’ın üzerinize yazdığıdır……..
Ayete bakın bakalım “CARİYE” diye bir şey yazıyor mu? ARAPÇASINDAN okuyun ve bire bir çevirin. Orada CARİYE diye bir şey yazılı mı?
“Özgür”, bu kelime nedir? Özgür kadın… Yani Hz. Hatice anamız gibi MALİKE (işveren) kadın, ekonomik bağımsızlığını kazanmış kadın anlamına gelir…
Mealciye göre; “evli ve özgür olanlarla da (evlenmeniz haramdır)”.
Ayete bakın bakalım, HARAM KELİMESİ NEREDE? Bulur musunuz? Bir önceki ayete de bakabilirsiniz... HARAM kelimesini bize bulunuz. Ya da CUNAH (günah) kelimesini bulunuz (Şunu unutmayın: HARAM başka, GÜNAH başkadır. Domuz eti yemek HARAMDIR. Domuz etini HARAM BİLEREK YEMEK GÜNAHTIR ve dinden çıkmazsınız. Ama Günah (Cûnah) yerine HARAM DERSENİZ DİNDEN ÇIKARSINIZ. Haramı haram etmek sadece ALLAH’a mahsustur. Bu din ALLAH’A HAS KILINMIŞTIR, mealciye değil).
Mealciye göre; kadınlardan ÖZGÜR olanlarla evlenemiyoruz. Yani bir kadın çalışıyor ve ekonomik yönden bağımsız ise yani ÖZGÜR ise onunla evlenemezsiniz ama eğer CARİYE İSE EVLENEBİLİRSİNİZ… Sizce böyle bir şey YAZAR MI ALLAH! Eğer Allah(cc) böyle bir şey yazsaydı, o zaman Resulullahın hemen Hatice anamızı boşaması gerekmez miydi? Özgür kadınla evlenmek GÜNAH; ama CARİYE İSE EVLENEBİLİYORSUNUZ! Benim Rabb’im bu kadar MASKARA Kur’an yazar mı? “ÖZGÜR” kelimesinin ARAPÇASINI BULUN BAKALIM AYETTEN... Lütfen... Bakalım kelime ÖZGÜR mü, yoksa başka bir şey mi?
HANGİ MEAL DOĞRU ÇIKTI DA BU MEALLER DOĞRU ÇIKSIN. Mealcinin aklı fikri CARİYE ile oynaşmakta. HİÇBİR KADIN TUTUP DA MEAL VE TEFSİR YAZMAZSA, işte böyle olur! Şimdi bakalım mealcinin meal ettiği “HARP ESİRİ” KELİMESİNE… Esire (dişi tutsak), bunun Arapçası var mı ayette? Ya da CARİYE diye bir laf var mı? Yok! Ayette; “Malik” kelimesinden türeyen Malekât diye bir kelime var... Şimdi soruyoruz: KİMİ ESİR ALDIN EY MEALCİ? Bize açık açık göstersene mealci? Gösterin bize ayette ESİRE, CARİYE, ÖZGÜR KADIN gibi kelimeleri... Boşuna bakmayın bu kelimeleri Kur’an’da bulamazsınız, bunları ancak uyduruk meallerde bulabilirsiniz…
Şimdi ayete Kur’an ışığında tekrardan bakalım:
“MELEKET EYMANUKUM” ifadesi harfi harfine “Sağ ellerinizin sahip olduğu” anlamına gelmektedir. Bu deyim üç manaya gelir:
1- Meşru şartların yerine getirilmediği, Kur’an’a göre belirtilen bir evliliğin değil de metres tarzı bir birlikteliğin sürdürüldüğü, sırf cinsellik amaçlı bir evlilik.
2- Sizden olmayıp da bakımını üstlendiğiniz üvey evlatlıklarınız.
3- Savaş sonucu esir kadınlara sahip olmak.
Nisa 24. ayette “meleket eymanukum” ifadesi ile kastedilen anlam ikinci anlamdır. Ancak “meleket eymanukum” ifadesi “ma” olumsuzlaştırma ekiyle kullanıldığı zaman tamamıyla zıt anlam kastedilmiş olur. Yani “ma meleket eymanukum” ifadesi artık  “savaş sonucunda kadınları esir alıp, onları kullanmayın, ırzlarına geçmeyin, onlara sahip olmayın……” anlamlarına gelir.
“Maa/Ma” hem soru sormak, hem de olumsuzlamak, hem de olumsuz soru sormak gibi işlevlere sahiptir. “Ma kâne hadisen YÜFTERA gibi”. HANİF İBRAHİM DİNİ ANLATILIRKEN BAKINIZ, kaç kez MA KÂNE geçiyor (İbrahim ma Kane müşrikun gibi).
Bakara 135: Ve kalu kunu huden ev nesara tehtedu kul bel millete ibrahıme hanıfa ve ma kane minel müşrikın.
Ayette mesela “İbrahim ma kane müşrikun” denilerek “MİNEL” kelimesi ayette yer almasaydı, İbrahim "Müşrik miydi acaba" diye Allah sormuş olurdu. Ama “ma kane... MİNEL” dediğimizde anlam değişir ve MÜŞRİK olmadığı ortaya çıkar.
Şimdi bu açıklamalardan sonra Nisa 24. ayette “minen” ve “Ma meleket eymanukum” kavramları ışığında ayete tekrardan bakarsak ayetin, şunu açıkladığını görürüz: SAVAŞTA ESİR KADIN ALMAYIN. Ayrıca ayet kapsamında; Esire, tecavüz, ırza geçmek, işkence vb. her şey ele alınmış ve bu tip davranışların hepsi YASAKLANMIŞTIR. AYET NE YAZIYORDU diye şimdi dönüp tekrardan bir bakın!
                              “Sakın ha düşmana ait kadınlardan savaşta yararlanmayın”
Ya da daha açık bir biçimde; “Savaş durumunda düşmana ait kadınlardan sakın yararlanmayın, onlara evli Müslüman kadınlara davrandığınız gibi davranın, onlara kötü gözle bakmayın”, diyor AYET!
Allah, bizim SIRPlar gibi Boşnak kadınlara tecavüz edip, onları kışlada koğuşlara kapatmamızı EMREDER Mİ? Biz yaparsak, SIRP’IN, HAY HAY BUNU YAPMAYA HAKKI DOĞMAZ MI? Unutmayın, 150 bin Boşnak kız çocuğu-kadına tecavüz edildi (Tecavüze uğrayan bu kadınlar/kızlar daha sonra sırf tecavüze uğradılar diye kendi aileleri tarafından öldürüldüler. Ne vahim bir durum… Allah bunun hesabını mutlak soracaktır. “…kız çocuğuna neden öldürüldüğü sorulduğu zaman…” ayetinin bir sırrı bu olayı anlatıyordu. Allah, haksız yere öldürülen o kişilerin hesabını ağır bir biçimde ödetecektir…) Allah bizi uyarıyor. Kesinlikle savaş durumlarında bu tip davranışlar içerisine girmeyin. Bu davranışlardan sakının diyor.
Şöyle bir soru soralım, daha iyi anlaşılsın. Bugün bir savaş olsa ve Müslümanların eline erkek ve kadınlardan oluşan yüzlerce, binlerce esir düşse, özellikle kadın olanlarına ne yapmak lazım gelir?
Eskiden (ihya çağları) üretilen/eski toplumlardaki cariye fıkhına göre; ganimet olarak askerlerin mülküne birer ikişer verilip cariye yapılırlar. Ancak bu rastgele ve kuralsız bir şekilde de olmaz. Cariyenin önce hamile olduğunun anlaşılması için bir ay bekletilir. Cariyeye sadece efendisi dokunabilir. Efendisinden çocuğu olursa artık başkasına satılamaz ve efendisi ölürse azat edilir. Efendisinden başka birisiyle evlendirilirse cinsel hakları evlendiği adama geçer ve fakat mülkü efendisinde kalmaya devam eder. Hür eşlerdeki dört sınırı cariyelerde gözetilmez. Eğer efendisinden çocuğu olmazsa alınıp satılabilir. Cinsel ilişkide kullanılmaları için askerlere rasgele dağıtılamaz.
Bunlar geçmiş çağlarda (ihya çağlarında) üretilen ve esir kadınların aşama aşama topluma kazındırılmalarını amaçlayan iyileştirilmiş kölelik hukukudur (En azından bu uygulamalar, Roma veya Sasani kölelik uygulamasından daha insaflıydı). Ancak bu uygulama kendi döneminde olumlu işlevler görmüşse de artık bir anlamı kalmamıştır. Kur’an’ın öngördüğünün bu olduğunu söylemek de mümkün değildir. Bu konuda geçmiş çağlar boyunca üretilen fıkıh, girişte değindiğimiz Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin ufkunu yakalamaktan uzaktır. Müslümanlar, tarihin ve insanlığın kendilerinden beklediğini yapmamışlar, ellerindeki Kitap’ın gerisine düşmüşlerdir. Ancak bugün öyle değil. Onlardan dahi iyi bir noktadayız ve cesur olmamızı gerektirecek birçok sebep var. Bugün yeniden üretilecek (inşa çağı) fıkhında bunun adı “savaş esirleri hukuku”dur.
Buna göre bugün bir savaş olsa ve Müslümanların eline erkek ve kadınlardan oluşan yüzlerce esir düşse şunlar yapılır: Güvenliği sağlanmış korunaklı bir yerde bekletilirler. Ganimet olarak görülemezler. Esir alan askerlere dağıtılamaz, hiçbiri köle ve cariye yapılamaz. Evli olanların evlilikleri devam eder. Esir düştü diye ailesinden veya eşinden zorla koparılamaz, hangi dine göre kıyarsa kıymış olsun nikâhı feshedilemez. Her türlü kötü muamele, angarya, işkence, tecavüz, cinsel taciz yasak olur. Misafir muamelesi görürler. Ya esir mübadelesi karşılığında serbest bırakılırlar. Ya fidye veya tazminat karşılığı salıverilirler.
Ya örneğin, lisan belletme, teknoloji öğretme, meslek kazandırma vs. karşılığı üçer beşer serbest bırakılırlar. İçlerinden kendi istekleri ile evlenmek ve Müslüman toplumda yaşamak isteyen olursa, kendi rızasıyla, ailesinin izni alınarak (hatta çağrılarak) ve mehirleri tastamam verilerek bekârlarla telli duvaklı, davullu zurnalı baş göz edilip serbest bırakılırlar. Ya da zamanın Ali’si çıkar, hepsini bir meydana toplar, etkili, dokunaklı ve gayet centilmen bir hitapla; insanlığa ne getirmek istediklerini, niçin savaştıklarını, hürriyetin ve adaletin insanlık açısından önemini, İslam’ın sevgi ve merhamet dini olduğunu, kendilerini diğer din ve ideolojilerden ayıran farkın ne olduğunu, neye hizmet için var olduklarını tıpkı Hz. Ömer’e anlattığı gibi anlatır ve kayıtsız şartsız hepsi yurtlarına, yuvalarına gönderilerek serbest bırakılırlar.
Kur’an’ın, girişte anlattığımız Bedir esirleri uygulamasında, daha sonraları da Hz. Ali’nin cevabında ifadesini bulan “ruhunu ve vicdanını” esas alan bir fıkıh, çağımızda kanaatimizce böyle olmak icap eder.
Geçmişte Bizans’ın ve Sasani’nin köleci düzenlerine ve saray cariyelerine kendini kaptıranlar, ne yazık ki İslam’ın hürriyet ve adalet iklimini çoraklaştırmış, vicdanını kurutmuş, insanlıkta estirdiği o muazzam rüzgârı içten kırmış, üstelik bunun farkına bile varamamışlardır. Zihnini ve ufkunu eski (ihya) çağlarında donduran birçoğumuz, hala farkında olmadığı için geçmişin cariye hukukunu aşamamaktadırlar. Hâlbuki her çağın fıkhı o çağda üretilir, o çağı yaşayanlarca üretilir.
Şimdi Kur’an’da “cariye/cariyeler” diye çevrilen “Ma maleket eymanukum” ifadesinin çeşitli ayetlerdeki gerçek yorumlarına yukarıdaki açıklamalar ışığında bakalım:
Mu’minun 5-6: Vellezıne hüm li fürucihim hafizun. İlla ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum fe innehüm ğayru melumın.
Mu’minun 5-6: Onlar iffetlerini koruyanlardır. Yalnızca eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları ile birlikte olanlardır. Çünkü bu ayıplanacak bir şey değildir.
Ayette geçen Ezvâcuhum ev ma meleket eymânuhum ifadesi, uydurukçu mealcilerin meallendirdiği gibi Yalnızca eşleri veya cariyeleri ile birlikte olanlardır” anlamına gelmiyor; “Yalnızca eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları ile birlikte olanlardır” manasına geliyor.
Nisa 25: Ve mel lem yestetı' minküm tavlen ey yenkihal muhsanatil mü'minati fe mim ma meleket eymanukum min feteyatikümül mü'minat vellahü a'lemü bi ımaniküm ba'duküm mim ba'd fenkihuhünne bi izni ehlihinne ve atuhünne ücurahünne bil ma'rufi muhsanatin ğayra müsafihativ ve la müttehızati ahdan fe iza uhsınne fe in eteyne bi fahışetin fe aleyhinne nısfü ma alel muhsanati minel azab zalike li men haşiyel anete minküm ve en tasbiru harul leküm vellahü ğafurur rahıym.
Ayet yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda açıklandığında şunu demektedir: Sizden fakir olup da kendi içlerinden mümin kadınları nikâhlamaya güç getiremeyenler zaafa düşüp de, savaşta esir edilmiş ve sonradan müslüman olan evli olmayan kadınları/ya da kocası ölmüş kadınları bulundukları o zor durum nedeniyle evliliğe zorlamasınlar/onları kullanmasınlar (İnançsız bir kadınla Müslüman olan bir erkek zaten evlenemeyeceğinden ayet bu şekilde açıklama yapıyor. Yoksa ayetten; “Müslüman olmayan kadınlarla zorla/istekleri dışında evlenilebilir/onlar kullanılabilir” anlamı ÇIKMASIN…). Çünkü hür de olsanız, esir de düşseniz hepiniz Âdem’in neslindensiniz ve bir dinin mensubusunuz. Dolayısıyla sahip olduğunuz bu dinin emirlerine uyunuz. Eğer savaş sırasında kocalarının ölmesiyle boş olan kadınlar varsa ya da evli olmayan kadınlar söz konusu ise ve bunlar kendi rızalarıyla Müslümanlığı seçip namuslu, fuhuştan uzak ve gizli dostluklar da edinmeyeceklerine dair söz verirlerse, kendi rızalarını ve ailelerinin de rızalarını alarak, bunların haklarını korumak, mehirlerini vermek, onlara yardımcı olmak, geçimlerini temin etmek amacıyla, onlarla nikâhlanmanızda bir vebal yoktur. Eğer ola ki evlendiğiniz o kişiler zina ederek hataya düşerlerse, bulunduğuz ülkede/bölgede yabancı olduklarından/yalnız olduklarından bu nedenle hata yapmaları daha kolay olabileceğinden onlara verilecek ceza, ülkenizdeki/bölgenizdeki kadınlara verdiğiniz (Kur’an’da bu suç için ön görülen ceza neyse. Bu konuya sonradan değinilecektir)  cezanın daha azı/yarısı kadar olsun. Yani bulunduğunuz yerde onların kimsesiz olmalarından istifade ederekten onlara çok baskı yapmayın, zorba hareketlerden sakının. Çünkü onlar bulundukları bu yabancı topraklarda kimsesizler, hiçbir tanıdıkları, sığına bilecekleri kimseleri yoktur……
Nisa 3: Ve in hıftüm illa tuksitu fil yetama fenkihu ma tabe leküm minen nisai mesna ve sülase ve ruba' fe in hıftüm ella ta'dilu fe vahıdeten ev ma meleket eymanukum zalike edna ella teulu.
İslamiyet’in geldiği dönemlerde Arap toplumunda çok evlilik hat safhada yaygındı. Her şeyin güç ile ölçüldüğü o devirde kadına değer verilmez, ikinci sınıf insan muamelesi yapılırdı. Bir erkeğin 10-15 eşi olabilir, boşadım sözü ile de kadın her an kapı dışarı konabilirdi. İslamiyet; aile yapısını ıslah etmek için, önce evliliği dört hanımla sınırlamış ve bunun için de ağır şartlar getirmişti. En uygun ve adil olanın tek eşlilik olduğu belirtiliyordu, çok eşle evlenme alışkanlıklarının terk edilerek, tek eşle yetinilmesi zamana bırakılıyordu. Bu nedenle Allah, ayette; meşru şekilde Kur’an’ın emirlerini gözeterekten sahip olduğunuz/evlendiğiniz eşinizle yetinin, başka bir eş getirmeyin. Ama yok eğer eski adetlerinizden vazgeçemiyorsanız o eşinizin üzerine yani meşru bir şekilde, Kur’an’ın emirlerini gözeterekten evlendiğiniz ilk eşiniz üzerine bir tane daha getirebilirsiniz/evlenebilirsiniz. Ya da eğer bütün kadınların hakkına riayet edecek, onlara haksızlık yapmayacaksanız iki, üç ya da en fazla 4 kadına kadar evlenebilirsiniz. Bundan ötesi üzerinize haramdır, Yani İslamiyet öncesi gelenekleriniz gibi artık sınırsız kadınla evlenemezsiniz ve sizin için hayırlı olan tek eşliliktir, bırakın çok eşliliği, diyor Allah’ımız ayette… (Ayette geçen “ma meleket eymanukum” ifadesi mealcilerin çevirdiği şekilde cariye değil, yukarıda açıkladığımız gibi “meşru şekilde, Kur’an’ın emirlerine riayet edilerekten evlenilen eş” anlamına geliyor). 
Nisa 129: Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
Ayette Allah(cc), ne yaparsanız yapın eşler arasında adil olamazsınız, mutlaka sorunlar olur, bu nedenle tek eşliliğe yönelin, bu sizin için daha hayırlıdır diyor.
Ahzab 50: Ya eyyühen nebiyyü inna ahlelna leke ezvacekellatı ateyte ücurahünne ve ma meleket yemınüke memma efaellahü aleyke ve benati ammike ve benati ammatike ve benati halike ve benati halatikellatı hacerne meake vemraetem mü'mineten iv vehebet nefseha lin nebiyyi in eraden nebiyyü ey yestenkihaha halisatel leke min dunil mü'minın kad alimna ma feradna aleyhim fı ezvacihim ve ma meleket eymanühüm li keyla yekune aleyke harac ve kanellahü ğafurrar rahıyma
Ahzab 50. ayetin uydurukçu mealciler tarafından yapılan meali şudur: “Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. (Bu hususta ne yapmaları lâzım geldiğini onlara açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.”
Oysa ayetin gerçekte anlatmak istediği çok daha yücedir. Ayetin gerçek yorumu şu şekildedir:
“Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, savaş sonucunda kimsesiz/bakıma muhtaç kalan ve kendi istekleri ile seninle evlenmeyi kabul eden kadınları, seninle hicret eden amcanın, halanın, dayının ve teyzenin kızlarını sana helal kıldık. Bir de mehir talebinde bulunmaksızın Peygamberle evlenmek isteyen mümin kadınları da, eğer Peygamber onu nikâhlamak isterse, diğer müminlerden farklı olarak yalnız sana helal kıldık (Yani Peygamber haricindeki diğer Müslümanlar, evleneceklerse evlenecekleri kadına mehirlerini vermek zorundadır). Meşru şekilde sahip oldukları hanımlar (ezvacihim ve ma meleket eymanühüm) hakkında müminler için bildirdiğimiz hükümleri Biz elbette bilerek ve hikmetle takdir ettik (Burada ne anlatılmak istendiğini anlamak için yukarıdaki ayetlerin açıklamalarına bakınız). Bu hükümleri sana bir sıkıntı gelmemesi için bildiriyoruz. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.
Ahzab 52: La yehıllü leken nisaü min ba'dü ve la en tebeddele bihinne min ezvaciv ve lev a'cebeke husnühünne illa ma meleket yemınüke ve kanellahü ala külli şey'ir rakıyba.
Uyduruk bir mealde ayetin meali şu şekilde yazıyor: “Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir. Allah her şeyi gözetler.” Bu meal koca bir yalandan başka bir şey değildir.
Aslında ayetin anlatmak istediği şudur: “Bundan sonra meşru şekilde sahip olduğun/Kur’an’ın emirlerine riayet ederekten evlendiğin kadınlar (ma meleket yemınüke) dışında başka bir kadınla evlenmen ya da nikahın altında bulunan birini boşayıp yerine başkasını nikahlaman, güzellikleri hoşuna gitse bile, sana helal olmaz. Allah her şeyi görüp gözeticidir.”
Ahzab 55: La cünaha aleyhinne fı abaihinne ve la ebnaihinne ve la ıhvanihinne ve la ebnai ıhvanihinne ve la ebnai ehavatihinne ve la nisaihinne ve la ma meleket eymanühünn vettekıynellah innellahe kane ala külli şey'in şehıda
Uyduruk bir mealde kafasını cariyeyle bozmuş bir mealci Ahzab 55. ayeti şu şekilde ifade etmiş: “Peygamber hanımları için babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, diğer Müslüman kadınlar ve cariyeler ile perde arkasında olmaksızın görüşmelerinde bir günah yoktur. Bununla beraber, ey peygamber hanımları, Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah her şeye hakkıyla şahittir.”  
Hâlbuki ayetin geçek yorumu şu şekildedir:
“Meşru şekilde/Kur’an’ın emirlerine riayet ederek nikâhına aldığın hanımlarının birbirlerini  (ve la ma meleket eymanühünn) babalarını, oğullarını, kardeşlerini, kardeşlerinin oğullarını, kız kardeşlerinin oğullarını ve diğer kadınları perde arkasında olmaksızın görmelerinde/görüşmelerinde sakınca/günah yoktur (Yani onlarla birlikte oturabilirler/direk onlarla yüz yüze konuşabilirler). Bununla beraber, ey peygamber hanımları, Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah her şeye hakkıyla şahittir.”
Ayette belirtilen perde arkasından konuşma usulü sadece peygamber hanımlarına farz olan bir durumdu. Çünkü onlar bizim annelerimiz konumundaydılar. Peygamberin çok misafiri olduğundan, gelen bu misafirlerin peygamber hanımlarını görerekten gönüllerinin onlara kaymaması için, Allah sadece peygamber hanımlarına has olarak, bu şekilde davranmalarını istemiştir. Günümüz kadınlarının bu şekilde davranmaları yasaklı bir durumdur. Bu şekilde davranmaya kalkmak, bu davranışı kendisine farz kılmak, kişinin kendisini peygamber hanımı olduğunu iddia etmek anlamına gelir ki, bu da küfürdür. Haremlik-selamlık uygulamasının olmadığı, önceki bölümlerde zaten anlatılmıştır. Bu nedenle burada tekrardan üzerinde durmanın bir anlamı yoktur…
Kur’an’ın indiği dönemlerde kölelik, hala Bizans, Sasani ve Arabistan toprakları dâhil tüm dünyada yaygın olduğundan ve İslamiyet yayılmasına rağmen kölelik Arabistan’da eskisi kadar yaygın olmasa da (İslamiyet, köleliği kabul etmediğinden) hala varlığını sürdürdüğünden kölelik ile ilgili kavramlar Kur’an’da geçmiştir. Dolayısıyla kölelik ile ilgili kavramların Kur’an’da geçmesi kesinlikle Kur’an’a göre kölelik müessesinin olması gerekliliği ya da İslamiyete göre kölelik vardır diye algılanmamalıdır. Dolayısıyla ayetler genelde kadın ve erkek kölelerin topluma kazandırılarak özgürlük haklarının kendilerine iade edilmesiyle ilgilidir.
Arapça metinlerde kadın köle için kullanılan kelime “imâiküm“ ve erkek köle için kullanılan kelime ise “ibâdiküm” dür. Dolayısıyla bu kavramlar ışığında ayetlere bakacak olursak:
Bakara 221: Ve la tenkihul müşrikati hatta yü'minn ve le emetüm mü'minetüm hayrum mim müşriketiv ve lev a'cebetküm ve la tünkihul müşrikıne hatta yü'minu ve le abdüm mü'minün hayrum mim müşrikiv ve lev a'cebeküm ülaike yed'une ilen nar vallahü yed'u ilel cenneti vel mağfirati bi iznih ve yübeyyinü ayatihı lin nasi leallehüm yetezekkerun
Bakara 221: İman etmedikçe müşrik kadınlarla, onlar hoşunuza gitse dâhil evlenmeyiniz. Onların yerine mümin kadın kölelerle evlenmeniz sizin için daha hayırlıdır. İman etmedikçe müşrik erkeklerle, onlar hoşunuza gitse dâhil evlenmeyiniz. Onların yerine mümin erkek kölelerle evlenmeniz sizin için daha hayırlıdır. O müşrikler sizi ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.
Nur 32: Ve enkihül eyama minküm ves salihıyne min ıbadiküm ve imaiküm iy yekun fükarae yuğnihimüllahü min fadlih vallahü vasiun alim.
Nur 32: İçinizde evli olmayanları, erkek kölelerinizden ve kadın kölelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah, kendi fazlından onları zengin eder. Allah geniş (nimet sahibi)dir, bilendir.
Bu şekilde kölelerin evlendirilerek aile kurmaları ve özgürlüklerinin kendine iade edilmesi amaçlanmıştır.
Nur 33: Vel yesta'fifillezıne la yecidune nikahan hatta yuğniyehümüllahü min fadlih vellezıne yebteğunel kitabe mimma meleket eymanüküm fe katibuhüm in alimtüm fıhim hayrav ve atuhüm mim malillahillezı ataküm ve la tükrihu fetaytiküm alel biğai in eradne tehassunel li tebteğu aradal hayatid dünya ve mey yükrihhünne fe innellahe mim ba'di ikrahihinne ğafurur rahıym
Nur 33: Evlenmeye imkân bulamayanlar, Allah’ın onları lutfuyla zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar. Meşru bir şekilde Kur’an’ın emirlerini gözeterekten evlendiğiniz kadınlarınız (mimma meleket eymanüküm) sizden boşanmak ve bu şekilde özgürlüklerini ellerine almak istiyorlarsa ve bu durum ikinizin rızası durumunda ise (boşanma durumu ikiniz içinse hayırlı olacaksa) anlaşarak boşana bilirsiniz. Ancak boşanan kadınlarınıza nafakalarını temin ediniz, sahip olduğunuz mallardan onlara da veriniz. Yanınızda çalıştırdığınız hizmetçileri/kadın işçileri de dünya menfaatine göz dikerek fuhşa zorlamayın (Yok seni işten atarım/maaşını keserim/işkence ederim diyerekten fuhşa zorlamayın). Kim onları fuhşa zorlarsa vebali kendisinedir, fuhşa zorlananlar içinse, muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.
Nur 58: Ya eyyühellezıne amenu li yeste'zinkümüllezıne meleket eymanukum vellezıne lem yeblüğul hulüme minküm selase merratv min kabli salatil fecri ve hıyne tedaune siyabeküm minez zahırati ve mim ba'di salatil ışa'i selasü avratil leküm leyse aleyküm ve la aleyhim cünahum ba'dehünn tavvafune aleyküm ba'duküm ala ba'd kezalike yübeyyinüllahü lekümül ayat vallahü alımün hakım.
Nur 58: Ey iman edenler, size ait olmayıp da bakımını üstlendiğiniz üvey evlatlarınızla (meleket eymanukum) sizden olup (öz çocuklarınız) da henüz erginlik çağına ermemiş olan (çocuk)lar, (odalarınıza girmek için şu) üç vakitte izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra. (Bu) Üçü sizin için mahrem (vakitleri)dir. Bunların dışında size de, onlara da bir sakınca yoktur; onlar yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah size ayetleri böyle açıklamaktadır. Allah bilendir hüküm ve hikmet sahibidir.
Mearic 30: İlla 'ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum feinnehum ğayru melumiyne.
Eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları başka; çünkü onlar (bundan dolayı) kınanmazlar.
Bakara 177: Leysel birra en tüvellu vücuheküm kıbelel meşrikı vel mağribi ve lakinnel birra men amene billahi vel yevmil ahıri vel melaiketi vel kitabi ven nebiyyın ve atel male ala hubbihı zevil kurba vel yetama vel mesakıne vebnes sebıli ves sailıne ve fir rikab ve ekames salate ve atez zekah vel mufune bi ahdihim iza ahedu ves sabirıne fil be'sai ved darrai ve hıynel be's ülaikellezıne sadeku ve ülaike hümül müttekun
Bakara 177: Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.
Nisa 36: Va'büdüllahe ve la tüşriku bihı şey'ev ve bil valideyni ıhsanev ve bizil kurba vel yetama vel mesakıni vel cari zil kurba vel caril cünübi ves sahıbi vil cembi vebnis sebıli ve ma meleket eymanüküm innellahe la yühıbbü men kane muhtalen fehura
Nisa 36: Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, meşru bir şekilde/Kur’an’ın emirlerine riayet ederekten nikâhladığınız eşlerinize/kadınlarınıza (ma meleket eymanüküm) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.
Nisa 92: Ve ma kane li mü'minin ey yaktüle mü'minen illa hataa ve men katele mü'mine hataen fe tahrıru rakabetim mü'minetiv ve diyetüm müsellemetün ila ehlihı illa ey yessaddeku fe in kane min kavmin adüvvil leküm ve hüve mü'minün fe tahrıru rakabetim mü'mineh ve in kane mni kavmim beyneküm ve beynehüm mısakun fediyetüm müsellemetün ila ehlihı ve tahrıru rakabetim mü'mineh fe mel lem yecid fe sıyamü şehrayni mütetabiayni tevbetem minellah ve kanellahü alımen hakıma.
Nisa 92: Bir mü'mine, -hata sonucu olması dışında- bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini ‘hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka. Eğer o, mü'min olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mü'min bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mü'min köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkanı) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allah'tan bir tevbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Maide 89: La yüahızükümüllahü billağvi fı eymaniküm ve lakiy yüahızüküm bima akkadtümül eyman fe keffaratühu ıt'amü aşerati mesakıne min evsetı ma tut'ımune ehlıküm evkisvetühüm ev tahrıru rakabeh fe mel lem yecid fe sıyamü selaseti eyyam zalike kefferatü eymaniküm iza haleftüm vahfezu eymaneküm kezalike yübeyyinüllahü leküm ayatihı lealleküm teşkürun
Maide 89: Allah sizi, yeminlerinizdeki ‘rastgele söylemelerinizden, boş sözlerden' dolayı sorumlu tutmaz, ancak yeminlerinizle bağladığınız sözlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun (yeminin) keffareti, ailenizdekilere yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu doyurmak ya da onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. (Bunlara imkan) Bulamayan (için) üç gün oruç (vardır.) Bu, yemin ettiğinizde (bozduğunuz) yeminlerinizin keffaretidir. Yeminlerinizi koruyunuz. Allah, size ayetlerini böyle açıklar, umulur ki şükredersiniz.
Tevbe 60: İnnemas sadekatü lil fükarai vel mesakıni vel amilıne aleyha vel müellefeti kulubühüm ve firrikabi vle ğarimıne ve fı sebılillahi vebnis sebıl ferıdatem minallah vallahü alımün hakım.
Tevbe 60: Sadakalar, -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Mücadele 3: Velleziyne yuzahirune min nisaihim summe ye'udune lima kalu fetahriyru rekabetin min kabli en yetemassa zalikum tu'azune bihi vallahu bima ta'melune habiyrun.
Mücadele 3: Kadınlarına "zıhar"da bulunanlar, sonra söylediklerinden geri dönenlerin, birbirleriyle temas etmeden önce bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaları gerekir. İşte size bununla öğüt verilmektedir. Allah, yaptıklarınızı haber alandır.
Beled 11-12-13: Felaktehamel'akabete. Ve ma edrake mel'akabetü. Fekkü rekabetin.
Beled 11-12-13: Fakat o, sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmek.
Görüldüğü gibi toplumda köleliği sonlandırmaya dönük Allah’ın ayetleri apaçıktır. Bu ayetler, İslam’da köleliğin olduğunu iddia edenlere en güzel cevaptır.
Daha önce açıkladığımız Nur suresi 31. ayetin kısa bir mealini tekrardan aşağı yazalım. Ayete baktığımızda “ma meleket eymanukum” ifadesinin “cariyeler” değil “kendileriyle meşru şekilde Kur’an’ın emirlerine riayet edilerekten evlenilen kadınlar” olduğunu görürüz. Mealcilerin aklı fikri cariyeler ile oynaşmak olduğundan ayeti yine yanlış meallendirmişler.
Nur 31: Ve kul lil mü'minati yağdudne min ebsarihinne ve yahfazne fürucehünne ve la yübdıne zınetehünne illa ma zahera minha vle yadribne bi humurihinne ala cüyubihinne ve la yübdıne zınetehünne illa li büuletihinne ev abaihinne ev abai büuletihinne ev ebaihinne ev ebnai büuletihnne ev ıhvanihinne ev benı ıhvanihinne ev benı ehavatihınne ev nisaihinne ev ma meleket eymanuhunne evit tabiıyne ğayri ülil irbeti miner ricali evit tıflillezıne lem yazheru ala avratin nisai ve la yadribne bi ercülihunne li yu'leme ma yuhfıne min zınetihinn ve tubu ilellahi cemıan eyyühel mü'minune lealleküm tüflihun
Nur 31: “Mümin kadınlara da söyle; çevrelerine gözleriyle ya da örneğin dudağını ıslatarak vb. cinsel sinyal vermesinler, zinadan uzak dursunlar, namuslarını korusunlar, ziynet bölgeleri olan popo-göğüs-ön bölgelerini belli edecek dar giysiler giyerek çevreyi tahrik edecek, kendilerine cinsel bir obje olarak bakılmasına neden olacak davranışlardan sakınsınlar. Bu ziynet bölgelerini teşhir etmeyerek giydikleri iffetli elbiselerinde görünen yerler için bir sakınca yoktur [Yani saçınızın, boğazınızın, ayaklarınızın, ayak parmaklarınızın, kollarınızın, ya da giydiğiniz etek sonucunda görülen diz altı bacak bölgenizin (baldırlarınızı gösterecek mini etek giymeyin ya da göğüslerinizi belli edecek, gösterecek dar ve açık giysilerden uzak durun) görünmesinde bir sakınca yoktur]. Saçlarını omuzlarından aşağı, göğüslerine kadar uzatsınlar (bu şekilde kölelik-hürlük alameti olan başörtüsünden kurtularak, tek tip bayan görüntüsü versinler).  Kendi kocalarına ziynet bölgelerini gösterebilirler. Ziynet bölgelerini kapatmak ve bu bölgeleri teşhir etmeyecek şekilde giydikleri elbiselerle [Yani saçınızın, boğazınızın, ayaklarınızın, ayak parmaklarınızın, kollarınızın, ya da giydiğiniz etek sonucunda görülen diz altı bacak bölgenizin (baldırlarınızı gösterecek mini etek giymeyin ya da göğüslerinizi belli edecek, gösterecek dar ve açık giysilerden uzak durun) görünmesinde bir sakınca yoktur] kocalarının babası, kendi babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları (üvey olanlar), kendi kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, diğer Müslüman kadınlar, kocasının meşru şekilde Kur’an’ın emirlerine riayet ederekten evlendiği diğer hanımları (ma meleket eymenuhum), kendilerine cinsel bir gözle/kötü gözle bakmayacak kişiler ve kendilerine cinsel istek duymayacağınız-onlara farklı gözle bakmadığınız kimselerle aynı ortamda bulunabilirsiniz. (Bu durum; Gelenekçilerin, kadınları mahrem görüp onlarla perde arkasından konuşulması gerektiği-kadınlarla erkeklerin ayrı oturması gerektiği düşüncesinin yani haremlik-selamlık uygulamasının, Kur’an’a aykırılığını da göstermektedir) Etrafa kendinizi çekici gösterecek, çevrenin ilgisini kendinize çekecek, onları tahrik edecek ve kendinizi cinsel bir objeye dönüştürecek şekilde kırıtarak, ben buradayım, ben buradayım, bana bakın şeklinde yürümeyin/bu şekilde davranmayın. Ey müminler Allah’a toptan tövbe ediniz. Umulur ki felah bulursunuz.”
Muaviye’den beri bir çok mealci Nur suresi 31. ayette “…….ev ma meleket eymanühünne evit tabiıyne ğayri ülil irbeti miner ricali evit tıflillezıne lem yazheru ala avratin nisai ………”  şeklinde geçen söz konusu yeri şu şekilde tercüme etmiştir:
"Erkeklikten kesilenlerle hareminiz bir arada olur". Evet, ayet bu şekilde tercüme edildiğinde tarih boyunca şunlarda kendiliğinden kabul edilmiş ve uygulanmıştır:
1. Homoseksüelleri haremimize buyur edip birlikte yaşayabilirsiniz.
2. Ya da genç çocukları bulup testislerini dağlayarak erkeklikten yok edip harem ağası yapabilirsiniz.
Evet şaşırmayın! Ayeti, uydurukçu mealciler öyle çevirdiğinden sonuçta da yukarıdaki uygulamalar kendiliğinden doğmuştur. ÇÜNKÜ AYET ÖYLE DEMİŞ... Hâşâ... Elmalı daha insaflı davranarak ayeti şu şekilde tercüme etmiştir: "Orada murad edilen, iktidarsızlar ve yaşlı erkeklerdir". Fakat bu yoruma göre de; bu sefer evimizin hanımları, Padrinolarla ve iktidarsızlarla birlikte yaşayabilir anlamı çıkıyordu ayetten… Nur 31. ayette, "Erkeklikten kesilmiş yaşlı erkek" veya "Homoseksüeller/ Travestiler" veya erkekliği dağlanmış harem ağaları için CEVAZI, izni, vizeyi MEALCİLER VERMİŞTİR. Ayetin uydurukçu mealciler tarafından yapılan mealine baktığımızda, "Eve sakın ERKEK ALMAYIN, ANCAK ERKEKLİKTEN DÖNMÜŞLERİ ALIN", "ERKEKLİĞİNİ DAĞLADIĞINIZ ERKEKLERİ HAREME ALABİLİRSİNİZ", "ERKEKLİKTEN KESİLMİŞ ERKEKLER İLE PEDOFİLİ YAPABİLİRSİNİZ" anlamı çıkıyor.
Evet, şaşırmayın MEALCİLER yaptıkları saçma mealleriyle bunlara izin vermişlerdir. Onun için Osmanlı saraylarında Afrikalı 15 yaşında çocuklar, testisleri ateş ile yok edilerek saraya alınıyorlardı. YANİ BUNA İZİN VEREN GÜYA NUR 31. ayetti! YANİ ALLAHIN EMRİYDİ (Hâşâ tövbe). Dostlar eve erkek almayın, ama yol kenarından travestileri davet edip eşinizle tanıştırın. MEALCİ öyle diyor. Ayetin “Anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar…” kısmından uydurukçu mealciler; HAREM AĞALAĞI VE LİVATA SERBESTLİĞİNİ ÇIKARIYOR”. İşte bu ayet yüzünden ŞEYHÜLİSLAMLAR VE HALİFELER, genç çocukları HAREME almışlardır. Çerkez kızların yaş ortalaması ise 7 idi (Çerkez cariyeler). Uyduruk meallerin, şeyhülislamların izin vermesi sonucunda, Osmanlı haremine alınmış dağlanmış çocukların şu görevleri vardı:
1. Harem kalabalıktır, dolayısıyla 1000 kadına üç yılda bir sıra gelmekte, fakat kadınlar bu arada cinsel ihtiyaç içindedirler. Kimi lezbiyenliği, kimi de bu bir düzine genç zenci çocuğu, kendilerini teskin için kullanıyorlardı. Çocukların sadece testisleri ateşle dağlanıyordu, amaç, padişah kadınlarını hamile bırakmamaları idi. Testislerin üstüne dokunmazlardı.
2. Osmanlı hanedanında bir GAY padişah çıkmıştır. Bunun dışındaki saray harem hayatına dalan gerileme dönemi padişahları bu genç çocuklar ile pedofili yapıyorlardı.
3. Çerkezler Osmanlı sarayından akçe almak için kızlarının 7 yaşına gelmesini sabırsızlıkla beklerlerdi. Bu çocukları Padişah kendi deneyip seçer alırdı.
Küçücük bir ayetten, görün ne BÜYÜK SEKS SEKTÖRLERİ çıkmış. Cariyelik ve Harem Kurumu ortaya çıkmış, ZENCİ HAREM AĞALARI çıkmış... Niçin zenci? Çünkü es kaza padişah hanımları hamile kalırsa padişahtan mı; yoksa zenciden mi RENGİNİ BİLELİM diye. İşte EBAYEZİD HANEDANIMIZ.
Allah’ım emri şu idi ama kim takar: "Hakkınızda HAYIRLI olan BİR TEK EŞTİR". Allah BUNU SEVİYOR, TEK EŞLİLİĞİ" Adaletle davranamayacağımızdan" bizim adımıza çekiniyor ve HAYIRLI olan Monogamidir diyor... Poligami İslam öncesinde ataerkil olan Araplarda vardı... Mormonlar gibi diledikleri kadar... Muaviye’nin 200 kişilik bir haremi vardı… Bu taraflarını "Es" geçerler... Sahabe katili Muaviye’nin... Evet, bundan ötesine "ISRAF" demiş. Cahiliye âdetini de Kur’an’a uydurmuş. Nur 31. ayette güya ÖYLE YAZIYOR+MUŞ (!). Muaviye öyle der de Osmanlı durur mu? O da Cevazı almış ya 2000 Cariyeli iki padişah var. Sırf Nur 31. ayetin bu şekilde yorumu ve Nisa 3. ayette, insanların işlerine gelen yeri kabul etmeleri nedeniyle; 7 milyon adet ÇİFT evli, ÜÇ EVLİ, dört evli nikâhlar var. METRESLİĞİN adını değiştirmişiz hepsi bu... Nüfus sayımında 7 milyon çift (14 milyon eder) bu durumda çıktı. Ama Allah(cc), Kur’an’ında ne diyordu:
Nisa 3: ………….."Hakkınızda HAYIRLI olan BİR TEK EŞTİR"…………………… ama Allah’ın ayetlerini kim dinler, yaşasın iki, üç, dört kişilik evlilikler, metres tarzı evlilikler, yaşasın kölelik düzeni, yaşasın cariyeler, yaşasın fuhuş tellalı mealciler… Mealcilerin, tarikat önderlerinin sözleri zaten hâşâ Allah’ın sözleri üzerinde olduklarından, onların emirleri daha kutsaldır. Onların sözleri yerine getirilmezse çarpılma ihtimali vardır. Dolayısıyla boş verin Allah’ıda tarikat önderleri ne diyorlarsa ona göre yaşayalım! Sözde sünnet adına… Yerin ve göğün Rabbi elbette onların bu yaptıklarını cezasız bırakmayacaktır… Onlar bu şekilde yaptıkları yorumlarla azmaya devam etsinler… Şüphesiz yerleri, cehennemden bir çukur olacaktır.
Nur 31. ayette ilgili yerin anlatmak istediği ise şüphesiz uyduruk mealcilerin anlattığından ÇOK DAHA YÜCEDİR. Ayet aslında şunu demek istiyor:
"Cinsel istek duyulmayacak/cinsel istek duymayacağınız kimselerle aynı ortamda bulunabilirsiniz" diyor.
Yani Nur suresi 31. ayete bir bütün olarak bakarsak: “siz ey mümin bayanlar cinsel istek duyulmayacak kimseler olan; babalarınız, kocalarınızın babaları, kız kardeşleriniz, erkek kardeşleriniz, onların erkek-kız çocukları vb. size karşı cinsel ilgi duymayan tüm akrabalarınız ile size karşı cinsel anlamda ilgi duymayan tüm komşularınız, size karşı cinsel anlamda ilgi duymayan tüm misafirleriniz, yani size karşı cinsel anlamda ilgi duymayacak/size farklı gözle bakmayacak/sizin de onlara cinsel ilgi duymayacağınız tüm insanlar (Müslüman olsun yada olmasın), yanında bulunabilir, onlarla yemek yiyebilir, onlarla konuşabilirsiniz” diyor ayet… Nitekim Nur suresi 61. ayet de yukarıda yaptığımız açıklamalar ışığında aslında şunu söyleyerek bizi onaylamaktadır: “Cinsellik açısından size bakmayan/size karşı cinsel bir ilgi duymayan yani kötü bir gözle size bakmayan kişiler yanında, hep birlikte yahut ayrı ayrı yemenizde sizin için hiçbir sakınca yoktur.” Görüldüğü gibi Kur’an’daki İslam’a göre haremlik-selamlık uygulaması yoktur. Bunların hepsi uydurukçu mealciler, kendilerini dindar sanan fakat aslında Kur’an’dan zerrece anlamayan, hep hadislere iman eden, bu şekilde de Allah adına yalan uyduran, tarikatçı kesimler tarafından kabul edilen uygulamalardır. Onlar yapmış oldukları bu uygulamalarla aslında; kendi akrabaları dâhil olmak üzere tüm insanları potansiyel ırz düşmanı olarak görürler. Onlar yapmış oldukları bu uygulamalarla; insanlar arasına fesat sokarlar, insanları güvenilmez olarak gösterip, herkesin ahlakından şüphe duyulması gerektiğine kanaat getirirler. Aslında onlar bu uygulamaları kabul etmekle; dışarıda gezen insanlara farklı bir gözle (cinsel bir obje olarak) baktıklarını da kabul etmiş olurlar…
[Kur’an’a göre haremlik-selamlık kavramları gerçekte şu şekilde açıklanır:
Harem şudur: YATAK ODASI, kadınların aralarında buluştuğu ve KENDİLERİ İÇİN İSTEDİKLERİ özel yer... Çünkü kadınların gizemciliği, aralarında konuşacakları şeyler ve giyim tarzları vardır. Kadınlar daima erkeklerden SAKLI bir alan isterler. Kadınlar muayyen günleri dâhil hiçbir şeyi belli etmemeye çalışırlar ve biraz da dedikodu severler, gün yapmayı severler vs. Yani HAREM erkeklerin cariyeleri bulundurdukları yer değil KADINLARIN kendi özel istekleri ile oluşturdukları, bir arada bulundukları yerdir. Yaz sıcağında sere serpe oturacağı, rahat edeceği, el işleri yapacağı ve ortada patırtı çıkarıp babalarını rahatsız eden çocuklara göz kulak olmak istedikleri özel bir daire olarak düşünülmelidir. Asla kıskançlığı hüner sayan erkeklerin kadınlara zindan kurması diye algılanmamalıdır. Selamlık ise şudur: Dışarıdan gelenleri kabul ettiğiniz ön misafirhanedir... Günümüzde artık selamlık ERKEK KAHVEHANESİDİR (Kıraathane)].
Oysa şu anti-haniflere bakınız: İki kardeş, birader... İkisi de yoksul ve evli, tek bir evde yaşıyorlar. Sadece yatak odaları farklı... Gel gör ki kadınlar beyaz yazmayı sadece gözleri dışarıda kalacak biçimde kapamışlar... Çünkü MAHREM oluyor öteki erkek... Şimdi AL VE DÜŞÜN şu ayette geçen "Erkekliğini hissetmeyen" kelimesinin anlamını... Siz yengenize farklı gözle/kötü gözle bakar mısınız? İki kardeş, aynı anda evden çıkmak ve eve dönmek zorundalar. Yer İstanbul Yedikule 50 metrekarelik evi yedi kule zindanı yapmışlar kendilerine... Bunlar SÜNNETi yaşıyorlar güya… Resulullah onlara şefaat etsin diye... İKİ KARDEŞ... İnanılır gibi değil... Peygamber, şüphesiz kendisine isnat ettikleri bu yalan yüzünden, yapsa yapsa yüzlerine tükürür ve toplumda güvensizliği yaydıkları, herkesi/kendi kardeşlerini bile potansiyel sapık olarak gördüklerinden dolayı onları kınar ve tekmeyi basardı bu ikisine…
Nur 61: Köre güçlük yoktur; topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. Sizin için de gerek kendi evlerinizden gerekse şu kişilerin evlerinden yemek yemenizde bir sakınca yoktur: Babalarınızın evleri yahut annelerinizin evleri yahut kardeşlerinizin evleri yahut kız kardeşlerinizin evleri yahut amcalarınızın evleri yahut halalarınızın evleri yahut teyzelerinizin evleri yahut anahtarı size teslim edilmiş olan evler yahut arkadaşlarınızın evleri. Hep birlikte yahut ayrı ayrı yemenizde sizin için hiçbir sakınca yoktur. Evlere girdiğinizde, Allah katından bir esenlik, bir bereketlilik, bir temizlik dileği olarak kendinize de selam verin. Allah size ayetleri işte böyle ayan-beyan bildiriyor ki, aklınızı çalıştırabilesiniz.
“İŞTE BU AYETTE BENİM EN İYİ TAKDİR ETTİĞİM TARAFIM: ANAHTARI MUTLAKA MİSAFİRİME TESLİM EDERİM! Bekâr ya da evli HİÇ FARKETMEZ! MUTLAKA BİRLİKTE EŞİMLE VE EVDE VARSA KADINLARLA HEP BİRLİKTE YERİZ. Bizim için insanlar POTANSİYEL suçlu, namussuz, ırz düşmanı değildir.  SELAM SELAM diyorsam, bu ZANNI yapamam. Sütü bozuk varsa, o kendini belli eder. Bir tane maganda için herkesi yakamam. BENCE TÜM KONUKLARIM EN BAŞTAN SABİ VE MASUMDUR. ONLAR KENDİ RIZKLARINI GETİRDİKLERİNDEN tüm ikramımı önlerine korum. Dönüş paralarını, otobüs biletlerini göstermeden ceplerine korum. Arabasıyla gelmişse, misafirim uyurken, deposuna dönüş için benzinini korum. Bunlar BENDEN ÇIKMAZ. ÇÜNKÜ MİSAFİR RIZKIYLA GELİR. O ONUN PARASIDIR. YANLIŞLIKLA O GÜN BENİM CEBİME KONMUŞ GİBİ, SAHİBİNE/Konuğuma, onu ikramla geri veririm... Ve misafirime asla EV SAHİBİ olmam, ben onun misafiri gibi davranırım. Namaz kılıp kılmadığını falan takip etmem! Ben din polisi miyim? İçki isterse onu da alır getirir, veririm. İçiyorsa, niye ona EZİYET edeyim. Sigara içiyorsa, "Dumandan rahatsız oluyoruz " diye niçin işkence edeyim? Ve ben misafirimi ağırlarken; "Kendin için istediğini başkaları için de iste; kendin için istemediğini başkaları için de isteme!" düsturuyla bu yüce ilkeyle, EN SEVDİĞİM şeyleri sunarım.” [Ali İmran 115 gereği, övünmek için değil; örnek olmak için yazıyorum (H. v A).]
(Bazı arkadaşlar: "Ataların yanlışları ile ilgili ayetleri bize vermeyin, o ayetler müşriklere aittir" diyorlar. Müşrikten de kasıt GAYRI müslim genelidir... Eğer siz de öyle diyorsanız, o halde size direk Müslümanlara hitap eden bir sure gösterelim. MAUN SURESI… (Mealci ve gelenekçi Arap hayranı, Kur’an karşıtı olan tarikat zihniyetine göre sure Hristiyan ve Yahudilere inmişmiş… Bakın bakalım sureye… Yahudiler, Hıristiyanlar namaz kılıyorlar mı? Tabi ki hayır… Bu sure direk biz Müslümanlara hitap ediyor… İyice inceleyin ve ders alın…).
1: Dini yalan sayanı gördün mü?
2: İşte odur öksüzü itip kakan,
3: Yoksulu doyurmayı özendirmez o.
4: Vay haline o namaz kılanların ki,
5: Namazlarında gaflet içindedir onlar.
6: Onlar gösteriş yaparlar.
7: Ve onlar yardıma engel olurlar.
Tüm tefsirler bu surenin MÜŞRİKLERE geldiğini, Müslümanları içermediğini, kapsamadığında hemfikirler (aslında uyduruyorlar). Dini yalan sayan (Tekzib eden) kim olabilir acaba? Örneğin CUMA suresi 9-10. ayetleri daha önce irdelemiştik: BİR KOCA HAFTADA Tatil olmayan tek günün CUMA olduğunu ALLAH bildirdi. Ama biz öteki 6 gün dururken CUMAYI TATİL yaparak/yapmak isteyerek (Bir milyar Müslümanın, Türkiye dışındaki, tümü Cumayı tatil yapmıştır). DİNİ YALANLADIK, ALLAHI YALANLADIK. Cumayı tatil yapmayan RESULULLAH efendimizi yalanladık. Buna haksız yere peygamberleri öldürmek deniyor. Yani Resulullah efendimize SÖYLEMEDİĞİNİ söyletmek, yani Hadis iftira etmek vb. HAKSIZ YERE RESULÜ ÖLDÜRMEK demektir. Bu öldürmek gerçek anlamda değil. Hani zannederek ÖLÜ KARDEŞİNİN CESEDİNİ yemek gibi bir tür ölüm... Ölmeden ölmek gibi bir ÖLÜM…
Allah’ı yalanlayıp, Resulü öldürenler için ayet diyor ki: "Gördün mü dini yalanlayanı?" Öksüzü (Sigorta etmediğimiz çırakları hatırlayın, çocukluklarını yaşatmadıklarımızı...) ve YOKSUL bıraktıklarımızı..." Bunlar bizim grup/tarikat/ cemaat, bunlara hayır edelim, ötekiler başka tarikattan/cemaatten onlar kahrolsun" diyen bir zihniyet var...
Ayette geçen “yoksul” evrenseldir. Öksüz=Çırak yani çocuk kapsamında, Yoksul=İşçi kapsamında, ikisi de MEMLUK yani uyduruk mealcilerin KÖLE diye çevirdiği, yani işçi anlamına geliyor. İşçi (Memluk) demek, KENDİ İŞİNİ KURAMAYAN, maddi ya da ruhani becerisi olmayan İŞ İSTEMEK durumunda olan kimselerdir... Hâlbuki mealci, mezhepçi zihniyet bizi, Memluk=Köle, Memluke=Dişi köle (Cariye) diyerekten kandırdı. Ama Kur’an’a göre öyle değil. MEMLUK=İŞÇİ, MALİK=İŞVEREN, iş tevdi eden, fabrika açan vb. anlamına geliyor. Oysa bize bu kavramları yıllarca "Efendi-Köle" diye yutturdular... "Çalışan kadın/işçi kız" kelimesini seks kölesi cariye olarak anlattılar hep… Şimdi gerçekleri görelim ve Kur’an’a göre bu kavramları tekrardan inceleyelim…
Kur’an’a göre üç durum söz konusudur:
1. Çulsuz, pulsuz ve yolsuzlar: Öyleyse biz İŞ İSTEMEK, ücretli olarak çalışmak durumunda olanlarız. Adımız memluk=İŞÇİ (Köle değil).
2. İş alanı açabilen, işçi istihdam eden, fabrikatör, sanayici vb. MELİK=İŞVEREN, iş kuran, ücret veren...
3. İş vermeyen ve işçi olmayan gruplar (Nötrler, küçük esnaflar, aile şirketleri vb.)
Zekât=VERGİ, MEMLUK=İŞÇİ, Memluke=Bayan işçi (uyduruk mealciler Cariye diye çeviriyorlar). İcar=KİRALAMAK, Cariye diye çevrilen Memluke, satın alınmış değil KİRALANMIŞ, mevsimlik işçi vb. gibi düşünülmelidir. Ya da bir şirketin, bir iş yerinin sahibinin yanında sekreterlik yapan, çalışan kızlarımız işçidirler, yani memlukedirler, cariye değil… Ayrıca tüm dişicil meslekler olan Hemşirelik, öğretmenlik, bakıcılık, bayan doktorluk vb. memluke kavramına içerisine girer. Aynı zamanda memluke, değişik memleketli anlamına da gelir.
İslam’da (Hatice anamızdan başlayarak) İŞ KADINI vardır (Malike). Yine Memluke (Bayan işçi) kavramı vardır (Bunu seks kölesi cariye haline soktular. Memluke >>> İŞVEREN olmayan, ama İŞÇİ olan bayandır).
Bayan işçi (Mesela hemşire, modelist, sekreter vb.) kavramına SEKS KÖLESİ (Cariye) anlamını yüklediğinizde sonuçları bellidir: Köle ticareti, metres ticareti, 4 eşinden başka bin tane de metresi olan SULTANLAR HAREMİ!
İşte Maun suresinin anlatmak istediği yukarıdaki kavramlar ışığı altında Emeviler, Abbasiler, Osmanlı Devleti ve tüm uydurukçu mealcilerle Arap hayranı, sahabe katillerinin hayranları olan tarikat ehli insanlardır. Onlar aslında;
”ÖKSÜZ ve YOKSULdan istifade edenler yani DİNİ YALAN SAYANLAR/ GERÇEKTE KALBEN KUR’AN’A İMAN ETMEYENLER/İŞLERİNE GELENE İNANIP, GELMEYENE ALDIRMAYANLAR", işte bunlar, MAUN durlar diyor ayet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder